YAZARLAR

Erdoğan’ın ‘Kürdistan’ dediği gün…

Medeni Yıldırım davası “beraat” ile bitti. Yani bir devlet kurşunu daha mahkeme tarafından onaylandı. Bugünkü hukuk dışı işler fırtınasının altında 1990’lardaki hukuksuz kararlar yatıyordu. Bu dava da şiddetin yakıcılığını geleceğe taşıyor. 

Hukuk dışından çok bahsediliyor ama hukuk öncesindeyiz sanki. Bir yandan da bir aşırı hukuk var, her gün sayısız “dava” görülüyor. Dün karara bağlanan davalardan biri de Medeni Yıldırım cinayetiydi. Mahkeme, “Cinayet değil” dedi.

GEZİ GÜNLERİNDE BİR KALEKOL

Türkiye Cumhuriyeti’nin hükmettiği toprakların “Batı”sı Gezi eylemleriyle çalkalanırken, “Doğu”su 21 Mart 2013’te Amed’de Newroz meydanında okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunun yol açtığı barış umuduyla diken üstünde bekliyordu. Diyarbakır’da, 28 Haziran 2013’te Lice’ye bağlı Kayacık’ta (Hêzan) kalekol inşaatını protesto eden gruba askerler ateş açtı. “Barış İstiyoruz” pankartının arkasında yürüyenlerden Medeni Yıldırım vuruldu. İşte o dava dün bitti. Bir asker yargılanıyordu, beraat etti. Aile ve avukatları (Merhum Tahir Elçi vardı elbette yaşadığı dönemde davada, son duruşmada ise bir başka hukuk emektarı Mehmet Emin Aktar), o askerin komutanlarının da yargılanmasını istediler hep, olmadı. Bundan sonrasını yine “yargı bilir”, hepimiz biliyoruz yani.

Medeni Yıldırım adı, “çözüm süreci”nin kritik eşiklerinde ve günlerinde ve çözüm süreciyle ilgili tartışmalarda alınan tutumlarda etkili olan bir turnusol işlevi de gördü. Görülmeden pek! Ne kendi adı ne de annesi Fahriye Yıldırım’ın adı. O “ağlaması mukadder” olan analar kontenjanındandı, hemen herkes için.

DİYARBAKIR’DA 'KÜRDİSTAN'LI BİR SAHNE

Vurulma gününden dört ay kadar sonraya gidelim. Diyarbakır’a. Mahşeri bir kalabalık vardı 16 Kasım 2013’te kentte. Heyecan vardı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bir iki yıl öncesi için Diyarbakır’da meydanda konuşması hayal bile edilemeyecek bir konuğu ağırlıyordu: Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Mesut Barzani! Erdoğan, o konuşmada “Kürdistan” kelimesini telaffuz ettiğinde, (iktidara yakın olmak için Gezi eylemlerinde penguen belgeselciğine altın günlerini yaşatan) televizyonlar, “Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı…” lafıyla kendilerince tutum alıyorlardı. Hayır, Erdoğan’a değil tabii ki! Hadlerine mi düşmüş? İçlerindeki ideolojik ezbere ve ne olur ne olmaz bu işin yarını da var oportünizmiyle “Kürdistan” kelimesine. Erdoğan o gün bir laf daha etmişti, müthişti kimilerine göre: “Çocuklarımızın kanı üzerinden hesap yapanlara Diyarbakır’ın ‘Yeter artık’ demesini istiyorum. Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını birlikte yeni Türkiye olduklarını göreceğiz.” Çok etkileyiciydi gerçekten.

Dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak! Diyarbakır için ne büyük hayal! Dağdakiler? Cezaevindekiler? Kim onlar? E kim olacak, Medeni Yıldırım’lar aslında!

Erdoğan ve Konuğu Barzani kürsüden umut saçarken, o dakikalarda Amed kûçelerinde bir kadın, elbise gibi giydiği bir fotoğrafla yürüyordu: Fahriye Yıldırım. Yapayalnızdı. “Çözüm süreci”nde adalet talebi için kimsenin uğraşacak vakti yoktu belki de. Belki de süreci baltalama korkusu denilen o tuhaf ruh hali, yani barış arzusunun kendisi akılları durdurmuştu…

SAVAŞ HUKUKU, BARIŞ HUKUKU

Diyarbakır’da kurulan Erdoğanlı, Barzanili, Tatlıses’li Şivan’lı siyaset sahnesi, söylemsel düzlemde 2013 Newrozu’ndan sonra hükümet tarafından sürece yönelik en güçlü irade beyanının sahnesi olmuştu. Görünüşe göre hiç de piyes filan oynanmıyordu. Fakat Medeni Yıldırım’ın annesi o gün, o sahnedeki büyük lafların ve büyük afişlerin gizlediği bir başka fotoğrafı gözlere sokuyordu. Katledilmiş oğlunun fotoğrafı altında söyledikleri, ok işareti gibi sahnede söylenenlerdeki eksikliklere yolluyordu izleyeni: Cezaevini ve dağları boşaltacak, yani savaş hukukundan çıkıp barış hukukuna girilmesini sağlayacak yasalar beklenirken, karakol ve kalekol inşaatları hız kazanmıştı. “Yapmayın” diyenlere de ateşle karşılık verilmiş, toprağa düşen canın hakkı için adalet işlememişti. Oysa savaş hukuku yerine barış hukuku kurulmalıydı. Bunun için adım atılmalı, adalet terazisi hassaslaşmalıydı.

Açılım, barış, kardeşlik, aşîtî û biratî… adaletin işlemesi, savaşı (yani Kürt yokluğunu) hedefleyen hukukun yerine barışı (yani Kürt’ün varlığının ve devamının garantisini) isteyen hukukun tesisiyle bitmeyecekse, nasıl bitecekti?

YALNIZ BİR ADALET ARAYIŞÇISI

Medeni Yıldırım’ın annesi o gün yapayalnızdı. “Aman sürece halel gelmesin” ruhu, adalet isteyen kadının haykırışını alkışlara boğduruyordu. Türkiye’nin batısı ise büyük “muhalefet partileri”nin büyük marifetiyle, “Kürtler nerede” soruları eşliğinde bir gizli anlaşma (Erdoğan-Öcalan anlaşması) yapıldığını, hedefin ülkeyi bölmek olduğunu, diktanın böyle geleceğini bağırıyordu ağırlıklı olarak. İktidarı hukuka zorlayacak girişimler “muhalefet”ten gelmiyordu. İktidar ise güzel sözlerle ama içine olta iğnesi konulmuş ekmeklere benzeyen “açılım paketleri”yle yürüyordu yolunu.

Elbette, Gezi günlerinde katledilen diğer gençlerin fotoğrafının yanına Medeni Yıldırım’ın fotoğrafını da koyacak kadar Erdoğan ve Kürt düşmanlığından uzak hatırı sayıda kişi vardı “Gezi” blokunda ama bunun kendi başına adalete bir faydası olmayacağı aşikârdı. Onlar da adalet arayışı dışında pek bir güce sahip değillerdi zaten.

ŞİDDETİN KODLARI

“Kürt” denilmişti, “Kürtçe” denilmişti, işte “Kürdistan” da demişti bizzat Erdoğan’ın ağzından, ama üç kelimenin de yasaklanmasına yol açan savaş hukuku temizlenmediği gibi, o hukukun gerektirdiği karakollar-kalekollara itiraz edenlerin kurşunlanması “adalet” çarkını çalıştırmaya yetmemişti. Vurulanlardan başka kimse de istememişti belki de bunu, kim bilir.

O zaman “Hukuk kurulsun. İş parlamentoya taşınsın” çağrıları, “Garantisi benim” şahsi otoritesiyle karşılandı daha çok. MHP ve CHP’nin işin çözümüne değil çözümsüzlüğüne çalışacakları demagojisiyle parlamento yoluna girilmemesi haklılaştırıldı. Bir de “Öcalan istedi yaptılar” denilmesin diye herhalde…

Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi ve sonrasındaki adalet arayışı, 7 Haziran seçimlerinden sonra hızla yükselen şiddetin bütün kodlarını içinde taşıyan kritik olaylardan biriydi. Beklendiği ama olmaması gerektiği gibi adaletsizlikle sonuçlandı. Başında da sahipsizken, sonunda da sahipsizken başka nasıl olacaktı? Karar, tıpkı ölüm anı gibi, gelecekteki şiddetin kodlarını taşıyor, ölüme yol açan o şiddeti geleceğe taşıyor. Tıpkı 1990’lardaki sayısız kararın bugünkü hukuk öncesi çağın hazırlayıcısı olduğu gibi.