YAZARLAR

Öküz altında terörist aramanın dayanılmaz hafifliği

Cumhuriyet'in yazarları ve yöneticileri hakkında başlatılan soruşturma giderek gülünemeyecek kadar absürt bir komediye dönüşüyor. Eskiden böyle durumlara "öküz altında buzağı aramak" denirdi. Şimdi durum "öküzün altında 'terörist' arama" aşamasına gelmiş.

Dayanışmasını göstermek için Cumhuriyet'in önüne gelmişti.

"Ancak" dedi, "Tanıdıklarıma bile selam vermekten kaçınıyorum. Çünkü 'FETÖ'cü terörist' olarak damga yedim. Arkadaşlarımın yüzüne bakarken utanıyorum."

Geldiği gibi sessizce çıkıp gitmişti Cumhuriyet'in önünden.

Gazeteciydi. Yıllar önce TRT'ye girmişti. 15 Temmuz sonrası gözaltına alındı. Sorgulayan polisler, FETÖ'cülerin TRT'yi ele geçirdiği dönemde işe girdiği için gözaltına alındığını söylüyorlardı. Bir de Bank Asya'dan aldığı kredi kartı vardı.

"Kim seni TRT'ye aldı?" diye sormuştu polisler. İşe girmesine yardımcı olan iki bakanın adını verince telaşla karşılık vermişlerdi; "Aman ha, geç onları geç, başka?"

Başka yoktu. Bank Asya kartını neden kullandığını da açıklamıştı:

"Zaten TRT'ye felç olan çocuğumun bakımını daha iyi sürdürebilmek için girmiştim. Bank Asya'nın kredi kartını kullanma nedenim de çocuğumun tedavisi içindi. Çünkü hastaneler en çok taksidi Bank Asya'nın kredi kartına yapıyorlardı. Nasıl sağladıklarını bilmem ama, sağlık kuruluşlarında en avantajlı karttı. Gözaltında banka hesabımdaki hareketlerin incelenmesini de talep ettim. Çünkü Bank Asya'ya destek için pek çok cemaat mensubu para yatırmıştı. Ancak benim banka hesabımda böyle bir hareket görülmüyordu."

Dokuz gün gözaltında kalmış, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Ancak dışarı çıkınca TRT'den de atıldığını öğrendi. Şimdi "FETÖ'cü terörist" damgasıyla eski arkadaşlarına selam bile vermeye utanarak yaşamını sürdürüyordu.

Aslında resmen mağdur olmuştu. Ancak bu ülkede neredeyse mağdura "mağdur" demek bile ülkeyi yönetenlere göre "terör suçu" sayılmaya başlanmıştı. Kısa bir süre önce 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili soruşturmalar için Cumhurbaşkanı Erdoğan "At izi it izine karıştı" çizgisinden artık "Mağdur edebiyatı yapanlar ihanet içinde" noktasına gelmişti.

Ama halka halka yayılan bir mağduriyet giderek bütün toplumu kuşatıyordu.

Gözaltına alınan Cumhuriyet'in yazarları ve yöneticileri için "beş günlük avukatla görüşme kısıtlaması kararı" verilmişti. Gazetenin avukatları buna itiraz ediyordu. Çünkü 668 sayılı KHK ile getirilen beş günlük avukatla görüşme yasağı daha birkaç gün önce çıkartılan 29 Ekim 2016 tarihli KHK ile 24 saate indirilmişti. Ancak bu KHK'nın çıkmasından bir gün sonra gözaltına alınan yazar ve yöneticilere eski kararname uygulanıyordu. Hukukçular "bırakın anayasayı, yasaları, kendi çıkardıkları KHK'lara bile uymuyorlar" iddiasındaydılar.

FETÖ'YÜ SORUŞTURAN SAVCI FETÖ'DEN YARGILANIYOR

Gazetenin avukatları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak beş günlük avukat yasağının kaldırılmasını talep ettiler. Savcılık bu konudaki kararını değiştirmedi. Yapılan itiraz da 4. Sulh Ceza Hakimliği'ne gönderildi. Mahkeme de önceki gün 13.30 sıralarında itirazla ilgili kararını vererek dosyayı soruşturma savcısına yönlendirdi. Avukatlar mahkemenin verdiği kararı ancak soruşturmayı yürüten savcıdan öğrenebileceklerdi.

Bu ülkede hukukun düştüğü durumu anlamak için, yaşanan süreci gazetenin avukatlarından Vilson Akbaş'tan dinlemek yeter de artar bile:

"Savcılığın kalemine girmemiz mümkün değil. Savcıyla da görüşmemiz mümkün değil. Güvenlik izin vermiyor. Bize 'savcı bey adreslere tebliğ edeceklermiş' denildi. Kararı postaya verecekler. Oysa yasa gereği orda bekliyorsanız, tebligat size elden yapılabilir. Biz de kararı elden almak istediğimizi bildiren bir dilekçe ile savcılığa başvurduk. Postalama kararına itiraz ettik. Adliyede bir prosedür var. Ön büroya başvuruyorsunuz, o dilekçeler akşam ilgililerine dağıtılıyor. Yani sonuç olumlu ise bile, tebligatı beklerken fiili olarak beş günü dolduracaklar. Biz müvekkillerimizle görüşmeye çalışıyoruz ancak başvurumuzun sonucunu bile öğrenemedik. Haber ajanslarına itirazımızın reddedildiğine dair bilgiler düştü."

Ajanslara düşen haber doğruydu, avukatların itirazı reddedilmişti ama bu kez başka bir haber bomba gibi düştü gündeme.

Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan'ın haberine göre Cumhuriyet'in yazarları ve yöneticileriyle ilgili "FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" iddiasıyla soruşturma yürüten savcının kendisi "FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'ne üye olmak" suçlamasıyla yargılanıyordu.

Selam Tevhit kumpas davasında yargılanan 54 hakim ve savcıdan 49'u hakkında görevden uzaklaştırma kararı verilmişti ve Cumhuriyet soruşturmasını yürüten savcı görevden uzaklaştırılmayan beş kişiden biriydi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nde görülmeye başlanan davanın ilk duruşması 4 Ekim'de gerçekleşmiş ve ikinci duruşması 22 Kasım'da yapılacaktı.

Cumhuriyet soruşturmasını yürüten ve yazarlarla yöneticiler hakkında gözaltı kararı veren savcının da aralarında bulunduğu 54 şüpheli hakkında düzenlenen iddianameye göre silahlı terör üyeliğinin yanı sıra "darbeye teşebbüs, siyasi ve askeri casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama ve bu suça teşebbüs etmek, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, hukuka aykırı olarak elde edilen verilerin kaydedilmesi, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, görevi kötüye kullanmak ve resmi belgede sahtecilik" suçlamaları da yöneltilmişti. Haklarında ağırlaştırılmış müebbet ve 67 yıl üç aya kadar hapis cezası isteniyordu.

Bu gelişmeyi avukat Fikret İlkiz "Cumhuriyet'i suçlayan savcı FETÖ sanığı, soruşturma çökmüştür" diye değerlendiriyordu.

'YARGI DİPÇİK GİBİ KULLANILIYOR'

Kapatılan YARSAV'ın kurucu başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu hukukun içine düştüğü durumu başka bir açıdan irdeliyordu:

"Bir savcının, kendisinin de sanığı olduğu bir örgütle ilgili soruşturmayı yapmasının, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin etkili soruşturma ve adil yargılama hakkındaki maddelerine de açıkça aykırı. Böyle bir savcı, kendisi de ceza tehdidi altında bulunması nedeniyle, objektiflikten en çok uzakta olan, en çok bağımlı kişi konumundadır. Objektif olmayan, bağımlı bir savcıyla bir soruşturma yapılması asla düşünülemez. Yargı, işte bu durumlara sokularak idarenin silahı haline gelmekte, özellikle yargıda bu kimlikteki kişiler seçilerek, yargı bir dipçik gibi kullanılmaktadır."

Yargının içine düşürüldüğü durum burada da durmuyordu. Gelişen olaylar siyasi ve hukuki açıdan daha da büyük garabete dönüşüyordu. Çünkü dün öğlen saatlerinde başka bir haber geldi; Cumhuriyet soruşturmasını yürüten savcının FETÖ sanığı olduğunu haber yapan gazeteci Barış Pehlivan, İstanbul cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu tarafından "terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek" suçundan şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılmıştı.

Dün toplanan Meclis Genel Kurulu da yaşanan bu olaylarla çalkalanıyordu. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da TBMM'de en zor günlerinden birini yaşıyordu.

Muhalefetten üst üste gelen eleştiriler üzerine böyle bir savcının Cumhuriyet soruşturmasına verilmesini ancak "talihsizlik" sözcüğüyle açıklayabiliyordu Bakan. Pehlivan hakkında açılan soruşturma sorulduğunda önüne gelen bir nottan bilgi vermeye çalıştı:

"Başsavcıdan haber geldi. Şu an böyle bir soruşturma yok."

Ancak gerçek böyle değildi. Bakan Bozdağ yanıltılmıştı ya da gerçeği söylemiyordu. Gerisini Gazeteci Pehlivan anlatıyor:

"Saat 11.00 civarında düzenli olarak Oda TV'ye tebligatları getiren polis arayarak, 'Barış Bey, hakkınızda bir soruşturma açılmış. Savcı Umut Tepe tarafından. Ne zaman ifade vermeye gelebilirsiniz' diye sordu. Ben de soruşturmanın hangi haberden dolayı açıldığını sordum. O da 'Cumhuriyet'e FETÖ operasyonu yapan savcı, FETÖ üyeliğinden yargılanıyor' başlıklı haberi söyledi. Suçlamanın da 'terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek' olduğunu söyledi. Bunun üzerine Oda TV için bu konuyu haber yaptım. Bu haberden dolayı tepki yükselince geri adım atmak zorunda kaldılar ve dosyayı daha ifademi dahi almadan kapatma yoluna gittiler. Yani Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yalan söylüyor."

Olay burada bitse iyi. Dün akşam saatlerinde bir haber daha düştü cumhuriyet.com.tr'ye:

"Cumhuriyet Gazetesi'ne yönelik susturma soruşturmasını yürüten savcının FETÖ/PDY davasında yargılandığı haberini yaptıkları gerekçesiyle Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan hakkında başlatılan soruşturmaya, 24 saat sonra takipsizlik kararı verildi."

Pehlivan'ın ifadesi bile alınmadan "suçun yasal unsurları oluşmadığı" gerekçesiyle dosya kapatılıp ortadan kaldırılmıştı.

'DİKKAT! BU ÜLKEDE...'

Devletin haber ajansı AA, önceki gün Cumhuriyet Gazetesi'ne yöneltilen suçlamaları tek tek yazdı. Soruşturmayı yürüten savcının 53 kişiyle birlikte yargılandığı davanın iddianamesinde yer alan suçlamalardan birinin de "suç uydurma" olduğunu dikkate alarak Cumhuriyet'e yöneltilen suçlamalara Anadolu Ajansı'nın yaptığı "büyük habercilik" ışığında bakmakta yarar var.

Ne yapmış Cumhuriyet Gazetesi? Zaman Gazetesi'yle aynı gün "Azez düğümü" manşeti atmış. Yenikapı "ruhu"na "Eksik demokrasi" demiş. "Yurtta Savaş Dünyada Savaş" manşetiyle güvenlik güçlerinin terörle mücadele kapsamında yaptığı operasyonları "savaş" olarak yansıtmış.

Aslında yakılıp yıkılan o kentlere bakıp "Siz hiç böyle terörle mücadele gördünüz mü?" diye sormak gerekiyor.

İşte "büyük" bir suçu daha Cumhuriyet'in; "Fuat Avni hesabından yapılan paylaşımları haberleştirmek... Allah aşkına Fuat Avni'nin yazdıklarını haber yapmayan gazete kaldı mı memlekette?

15 Temmuz sonrası yapılan operasyonlarla ilgili olarak "Cadı avı" manşetini atmak. Bu da büyük suç ama sorun bakalım AKP'lilere, içlerinde bütün bu yapılanlara "Cadı avına dönmesin" diyen kaç kişi var?

Sözüm ona Kadri Gürsel darbe girişiminden üç gün önce yazdığı "Erdoğan babamız olmak istiyor" başlıklı yazısında örtülü ya da subliminal mesaj yöntemiyle darbeyi işaret etmiş. Kim soktuysa akıllarına bu "subliminal"i, Ahmet ve Mehmet Altan'ın tutuklandığı soruşturmada bu "subliminal"den yeteri kadar alay konusu oldular, yine de vazgeçmemişler anlaşılan. Kesin bunda bir "subliminal" parmağı var...

AA'nın haberi doğruysa suçlamalar böylece uzayıp gidiyor. Yazılan yazılar, atılan manşetlerden bir "FETÖ ve PKK örgütleri adına suç işleyen" Cumhuriyet Gazetesi çıkarma çabasındalar.

Artık gülünemeyecek kadar absürt bir komediye dönüştü yaşadıklarımız.

Eskiden "öküz altında buzağı" aramak diye ifade ederdik yaşanılan benzeri durumları.

Ancak şimdi bütün bu tanık olduğumuz sürecin tek bir nedeni var; "Öküz altında terörist aramak."

Çünkü karşımızda kendisine boyun eğenler dışında, kendisine muhalefet eden  herkesi "terörist" olarak gören ve bütün topluma korku salmaya kararlı bir iktidar olma anlayışı var:

"Her muhalif sırası gelince 'terörist' ilan edilecek."

Artık koskocaman bir tabela asarsınız ülkenin bütün sınır kapılarına:

"Dikkat! Bu ülkede öküz altında 'terörist' aranmaktadır."