YAZARLAR

'Hacı' Bekir'in ekseni kaybediyor!

Bütün bu karmaşık iç dengelere rağmen Aun, 2005’ten bu yana izlediği siyasi çizgiyle Suudilerin boğazına saplanan bir kılçık sayılır. İran da bunu böyle okuyor olmalı ki Aun’un seçilmesini direnişin zaferi ilan etti.

Bekir Bozdağ, üç yıl önce başbakan yardımcısı sıfatıyla Hizbullah’a “Hizbuşşeytan” dediğinde tam da zafer havasına girmişken planları zora giren tarafın hissiyatını yansıtıyordu. Hizbullah, 2013’te Suriye krizine müdahil olduğunda büyük bir risk almıştı. O risk, Lübnan’da İsrail’e karşı tuttuğu silahların meşruiyetini kaybetmesini, Suriye’deki ateşin Lübnan’a da sıçramasını ve mezhepçi bir savaşın tetiklenmesini içeriyordu.

Ekim 2015’te Lübnanlı Prof. Dr. S. Katafago’ya “Suriye’deki savaşa katılması Hizbullah’ın Lübnan içindeki konumunu ne yönde etkiledi” diye sorduğumda kendinden hiç de beklemediğim şu yanıtı verdi:

“Ben Hizbullah’ı desteklemiyorum. Benim dünyam onlara uzak. Ancak şu kadarını söyleyeyim: Eşim dindar bir Hıristiyan’dır. Hasan Nasrallah konuşmaya başladığında ekranın başına geçer ve hepimizi susturur, ben dahil eğer susmayan olursa kapı dışarı eder.”

Peki, bu ilginin kaynağı?

“Birincisi Hizbullah Hıristiyanları koruyor. Çoğumuzun hoşuna gitmese de bu gerçek. İkincisi eğer bir mahallede yardım dağıtacaksa önce Hıristiyanlara, sonra Sünni Müslümanlara, kalırsa da Şiilere dağıtıyor. Sonra Şii liderlerin Hıristiyan cemaatle arası iyidir. Önemli günlerde kiliseyi ziyaret ederler. Ayetullah Musa el Sadr (Emel’in kurucusu) hepsinden daha efsaneydi. O, kilisede konuştuğunda İncil’den ayetler okur, Vatikan’dan bir kardinal geldi sanırdınız.”

Bu tespiti, geçen nisanda, BBC’nin emektar Ortadoğu muhabiri olan Lübnanlı Hıristiyan bir meslektaşıma aktardım ve katılıp katılmadığını sordum:

“Kesinlikle doğru. Bir şey söyleyeyim mi? Hizbullah, Suriye’de savaşa katılmasaydı Lübnan bugün Nusra Cephesi’nin (El Kaide) elindeydi. Biz Hıristiyanlar için felaket olurdu. Artık hiçbirimiz Lübnan’da olamazdık.”

Tabii Hizbullah’ın Hıristiyan, Şii, Sünni ve Dürzi müttefikleri olduğu gibi Hıristiyan, Sünni ve Dürzi hasımları var. Haliyle hasım cephenin Hizbullah portresi, Bozdağ’ın gönlünden geçtiği gibidir. Şeytani bir portre…

Belli Sünni kesimlerde düşmanlık kazansa da Suriye’ye riskli müdahaleden Hizbullah’ın güçlenerek çıktığına dair gözlemleri haklı çıkartan son gelişme cumhurbaşkanlığı seçimi oldu.

IRAK, YEMEN VE SURİYE…

Lübnan’a geçmeden önce büyük fotoğrafa dair bir saptama yapayım: Ortadoğu’daki gelişmeler epey zamandır iki temel eksen arasındaki gelgitlere göre şekilleniyor. Eksen geriliminin izdüşümleri birçok ülkede karşımıza çıkıyor.

Suriye krizi de kısa sürede eksenler arası savaşın arenasına dönüştü. Bir tarafta İsrail’in hamisi ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve bu ittifakın yereldeki uzantıları; diğer tarafta Suriye, İran, Hizbullah ve (izlediği Ortadoğu siyaseti tam olarak bir eksene oturmasa da) Rusya.

Pergeli biraz genişten alırsak eksen ayrışması Yemen ve Irak’ta da belli ölçülerde karşılık buluyor. Irak’ta Haşdü’ş Şa’abi milis güçleri, Yemen’de de Husilerin direniş örgütü Ensarullah Suudi-Türk ortaklığına karşı İran’ın bayraklaştırdığı çizgide duruyor.

Elbette Irak’taki işgal bitinceye dek Bağdat ile Şam’ın dost olamaması, Rusya’nın Suriye’ye destek olurken İsrail’i de kayırması, ABD’nin Suriye’de karşıt cephede yer aldığı İran’la Irak’ta dolaylı işbirliğine gitmesi, yine ABD’nin IŞİD’e karşı Haşdü’ş Şa’abi’yle birlikte hareket etmesi gibi eksenler arası düz çizgiyi bozan ayrıksı unsurlar var. Bunları unutmadan son gelişmeler ışığında şu tespiti yapmak mümkün: Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki gelişmeler iki eksen arasındaki dengenin İran ve müttefikleri lehine değiştiğini gösteriyor.

Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yürüttüğü karşı kampanyaya rağmen Haşdü’ş Şa’abi, IŞİD’e karşı Musul operasyonuna katıldı. Musul’un temizlenmesinin ardından Haşdü’ş Şa’abi rolünü genişletebilir. Ki Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Falih Feyad ve Haşdü’ş Şa’abi komutanı Ebu Mehdi el Muhendis’in Irak’tan sonra Suriye’de de IŞİD’in arkasından gidebileceklerini açıklaması buna delalet. Hizbullah dengeyi Esad yönetimi lehine nasıl değiştirdiyse Haşdü’ş Şa’abi de benzer bir etki yaratabilir. Tabii ABD bunun olmaması için Irak hükümeti üzerindeki etkisini kullanacaktır. Haşdü’ş Şa’abi Suriye’ye geçmese bile Irak güçlerinin Musul’da başarıya ulaşması yeni Irak’ta Türk-Suud eksenini hayli geriletecektir. Bunun etkileri ileride Bağdat-Washington ilişkilerine de yansıyabilir.

Suriye’de de Halep düğümü çözülürse 5.5 yıllık savaş, Suud-Türk-Amerikan ortaklığının hesabına hezimet olarak yazılır.

Yemen’de ise Suudilerin yürüttüğü savaş ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmedi. Kriz nereye varırsa varsın orada da Lübnan Hizbullah’ına benzer bir damar güçlenerek ülke siyasetinde kilit bir unsura dönüşecektir.

Tekrar Lübnan’a dönersek; Hizbullah, 2000’de ülkenin güneyindeki İsrail işgalini bitirerek elde ettiği yeri (2004, 2005, 2006 ve 2008’de içerden ve dışardan gelen müdahale ya da badirelere rağmen) korumakla kalmayıp siyaseten belirleyici bir konuma yükseldi.

Lübnan’da 2014’ten beri süren cumhurbaşkanlığı krizi, 1 Kasım itibariyle Hizbullah’ın adayı Mişel Aun’un seçilmesiyle sona erdi.

1989’da cumhurbaşkanının görevlendirmesiyle sivil hükümete alternatif olarak geçici askeri yönetim kuran Aun, Taif Anlaşması’nı reddedip Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığına savaş açınca sarayından alınıp Paris’e sürgüne gönderilmişti. Eski Başbakan Refik Hariri’ye düzenlenen suikast ve Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesinin ardından sürgünden dönen Aun, 2006’da Hizbullah’la ittifak anlaşması imzalamış ve 2008’de Şam’da Beşşar el Esad ile görüşerek Suriye ile düşmanlığı resmen bitirmişti.

Aun’un partisi Ulusal Özgürlük Hareketi, Hizbullah’ın liderliğindeki 8 Mart İttifakı’nın Hıristiyan ayağını tamamlayarak Lübnan siyasetinde kilit bir pozisyona kavuşmuştu.

Lübnan’ın siyasi yapısındaki kırılganlıklar yüzünden sonucu basitçe İran’ın zaferi ve Suudilerin hezimeti gibi bir bağlama oturtmaktan kaçınsak da Hizbullah’ın elinin daha da güçlendiği yeni bir döneme girildi.

Suudiler Mişel Aun’un önünü kesmek ve 8 Mart İttifakı’nda çatlak oluşturmak için Hizbullah’a yakın olan Süleyman Franciye’yi öne sürmüştü. Hizbullah, Aun’u harcamayıp Suudi oyununu bozmuştu. Yine de bu kriz bir al-ver süreciyle aşıldı. Hizbullah-Suriye ekseninin azılı düşmanı olan Gelecek Hareketi’nin lideri Saad Hariri, Franciye’ye verdiği desteği çekerek 2011’de Hizbullah yüzünden yitirdiği başbakanlık koltuğuna dönme şansını yakaladı. Lübnan sınırlarından beslenen Suriyeli muhalif grupların silahlandırılmasına yardım eden Hariri’nin ülkede yaşayabilecek durumda değilken yürütmenin başına geçmesi Hizbullah açısından büyük bir taviz sayılır. Fakat işin bir de şu tarafı var: Taif Anlaşması’nın şekillendirdiği güç dağılımında başbakanlık zaten Sünnilerde. Bilal Şaban’ın liderliğindeki Tevhit Hareketi ve yazar Fethi Yeken’in kurduğu İslami Eylem Cephesi gibi Hizbullah’ın Sünni ortakları da, Gelecek Hareketi’ne alternatif olacak güçte değiller. Yani başbakanlık koltuğunda kimin oturacağı şu aşamada Hizbullah’ın çok büyük kartlar çevireceği bir alan değil.

Buna karşın meclisteki koltuk dağılımı dikkate alındığında Hizbullah'ın hükümette veto gücünü koruması muhtemel. Haliyle Suud’un mutemedi Hariri her seferinde Hizbullah bariyeriyle yüzleşecek.

Bütün bu karmaşık iç dengelere rağmen Aun, 2005’ten bu yana izlediği siyasi çizgiyle Suudilerin boğazına saplanan bir kılçık sayılır. İran da bunu böyle okuyor olmalı ki Aun’un seçilmesini direnişin zaferi ilan etti.

Sözün özü Ortadoğu’ya yeniden dizayn verme projeleri ve müdahaleler ‘şeytan ekseni’ diye hedefe konulan cepheyi genişletti. Mezhepler üstü davrandıklarını zannederek mezhepçi refleksler geliştirenlerin hareket alanı ise daraldı.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.