YAZARLAR

Benim Cumhuriyet’im, benim ifade hürriyetim

Ne oluyor? İktidar gücünü tahkim ediyor. Nasıl? Sevmediğini tarumar edip, sevdiğini ihya ederek. 'Cumhuriyet gazetesi yalnız değildir' demekle bir çare bulunmaz. İfade özgürlüğü savunulacaksa, kurumların özelliklerinden bağımsız, ilke düzeyinde savunulmak zorunda: Azadiya Welat’a yapılanları beğenen, Cumhuriyet yok edilmek istendiğinde karşı duramaz. 

Cumhuriyet gazetesi ile büyüdüm. İlk gençlik yıllarımda, orta ikiden itibaren Cumhuriyet okumaya başladım. O zamandan önce evimize zaman zaman Günaydın, zaman zaman da Hürriyet girerdi. Günaydın’ı babam getirirdi bir yerlerden. Hürriyet ise babamın dayısı okurdu. Cumhuriyet’i ise İzmir’de okuyan Aziz dayım getirmişti ilk eve. Abdülcanbaz’a bayılmıştım. İlhan Selçuk’u sevmiştim. Uğur Mumcu’yu baştan değil ama sonradan, lise yıllarımda tutmaya başlamıştım. Oktay Akbal’ı da lise yıllarımda zevkle okuyordum. Melih Cevdet Anday’ı da Cumhuriyet ile keşfetmiş, meftun olmuştum. Kültür sayfaları her seferinde bana yeni dünyalar açıyordu. Büyüyordum işte. Bir yandan da içine girmeye başladığım devrimci sol-sosyalist yapıların etkisiyle Cumhuriyet'i eleştirmeyi öğreniyordum. Üniversite yıllarında eleştirilerim artık sadece sol-sosyalizm adına ezberlerden değil, kendi keşiflerimden de kaynaklanıyordu. Yine de uzun yıllar, 90’lı yılların başlarına kadar okumayı sürdürdüm. “Hasan Cemal’in Cumhuriyeti” bitene kadar…

UĞUR MUMCU CİNAYETİ

Uğur Mumcu’nun katledilmesi, artık çok yoğun eleştirdiğim, sevmediğimi düşündüğüm, açıkçası aleyhinde atıp tuttuğum birinin bendeki yerinin köklü biçimde ortaya çıkmasına ve elbette değişmesine yol açtı: O artık yoktu ve eleştirilere karşı kendini savunma imkânı, hakkı elinden alınmıştı. Dahası, değişme dönüşme imkânı.

Onu ve arkadaşlarını okuyarak büyümüş, onun ve arkadaşlarının gösterdiği yönlerde bilgilenmiş, kültürlenmiş biri olarak, ona ve arkadaşlarına (fikri bakımdan) sert eleştiriler yöneltebilecek hale gelmiştim. Değişmiştim. Dönüşmüştüm. Onun elinden o hak alınmıştı. Üstelik, 12 Eylül karanlığında ve sonrasında Kürt meselesi (neresi düşükse artık) “düşük yoğunluklu çatışma” boyutuna ulaştığında ve sonrasında gazetecilik ilkelerine uyma konusunda ciddi çaba sarf eden bir kurum olduğunu görebilecek kadar mesleği öğrenmeye başlamıştım.

Uğur Mumcu, katılamayacağım ideolojik (mesele sadece Kemalist oluşu da değildi) yanlarına rağmen örneğin bir hukuk öğrencisi olarak hukuku güncel hayat ve siyaset içerisinde kullanma konusunda çok önemli bir hoca olmuştu bana. Akademide pek olmayan türden.

'CUMHURİYET BATMADAN CUMHURİYET BATMAZ'

Cumhuriyet 90’ları ve 2000’leri ekonomik ve belki de ideolojik sıkıntılarla düşe kalka geçirdi. Bir şekilde hep ayakta kalmanın yolunu buldu. İyi ki. Sıkıntılarına dair her dedikoduyu duyduğumda, “Korkmayın yahu, Cumhuriyet batmadan Cumhuriyet batmaz” diyordum. İsmen ve içerik olarak, Cumhuriyet’in bir sembolü olarak göründü hep bana gazete.

Şimdi ise bambaşka türden bir meseleyle karşı karşıya, “yeni Türkiye”nin arzulanan medya düzeninin tesisi için, yani kendi gücünün mutlaklaştırılması uğruna tüm medyayı yeniden ve buna göre tasarlamak isteyen bir iktidarın müdahalesiyle. Hafta sonu, “Cumhuriyet Bayramı” idrak edilirken çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle bir Kürtçe gazete, Azadiya Welat kapatıldı. Kürt medyasının budanması sürecinde en sembolik gazete, en sembolik güne denk düşmüştü, ne tesadüf ama! Ve bayramın bitişiyle Cumhuriyet’e yönelik operasyon geldi.

Hükümete sorarsak, gazeteye değil vakıf ve yayın yönetmenine yönelik bir operasyon var, ve “suç” araştırılıyor. Suç ne? “FETÖ/PDY” ve “PKK/KCK” lehine, yararına, artık her neyse, yayın yapmak!

İMKÂNSIZ SUÇ

Fakat Cumhuriyet, hem 80’lerde, hem 90’larda, hem 2000’lerde her dönem farklı yönetim kadroları ve farklı gazetecilik anlayışlarına rağmen “Cumhuriyet değerleri”ni tahrip ettiğini düşündüğü iki yapıya karşı da yeterince sert, kimilerine göre sekter ve saldırgan yayıncılık yapmamış mıydı?

Gülen cemaati türü oluşumları “terör” üretebilecek anlayış ve kapasitede gören, “tehlike” ilan eden ve yok edilmesini savunan gazete, Abant Platformu türü işlere (kendi yazarları arasında katılan da olmasına rağmen) saydıran, bunun için “CEHAPE zihniyeti”, “tek partici”, “laikçi kafa”, “Kemalist bağnazlık” filan gibi yaftalarla yaftalanan gazete, bugün FETÖ’cü mü olmuş?

12 Eylül generallerinin çok sinirlendiği bir gazeteydi, sonra yönetimi devralan merhum Turgut Özal için de “Pravda”ydı… Kürt meselesinde de şimdilerde “Ulusalcılık” denilen ve çok farklı anlayışları aynı hevenge doldurmaya yarayan Türkiye usulü sözde kavramsallaştırmalardan birinin üretici ve yayıcılarından değil miydi? “Model”i değil miydi “ulusalcı kafa”nın? “Demokrasiden önce Cumhuriyet değerleri” nutkunun? Cumhuriyet değerlerini savunurken “bağnaz” denilen bu gazetenin şimdi “bu değerler”le derdi olduğunu herkesin tekrarlama yarışına tutuştuğu iki birbirine zıt yapıyla birden “işbirliği”ne girdiğine kim inanır? Ama kimsenin inanması gerekmiyor zaten. Oda TV davasına da kimse inanmamıştı. Ahmet Şık’ın talimatla kitap yazdığına da. “Suç var” diyen ise delil göstermeyi de neredeyse ayıp saymıştı, olsa göstermez miydi peki?

İNANÇ DEĞİL GÜÇ MESELESİ

Bir inanç, bir gerçeklik, bir hukukilik meselesi değil bu, bir güç uygulama meselesi. Bu güç bir yandan kurumları buduyor, bir yandan kişileri nefessizleştiriyor. Azadiya Welat’ı Cumhuriyet Bayramında kapatırken Kürde, “Senin bayramın değil bu, yürü git” diyor. Cumhuriyet gazetesine de kemendi sıkılaştırırken, “Artık benim bayramın bu, sen de yürü git” diyor. Suç? Suç, fiilsiz, delilsiz bir şeyse, suç uydurmak bile gerekmez, “suç” dersin suç olur.

Cumhuriyet’e yapılan neyse, İMC TV’ye, Özgür Gündem’e, Azadiya Welat’a yapılan aynı: Kendi inanç ve ideolojisine uymayan her şeyin yaşam hakkını yok etmek. Bütün iktidarlar gibi bu iktidar da frensiz güç haline gelmek istiyor ve bir şeyden çok iyi yararlanıyor: Karşısına aldığı, üstüne gittiği yapılar, prensipler çerçevesinde bir savunma hattına da sathına da sahip değil. Ne partiler ne meslek kuruluşları ne de yapıların kendileri, “ifade özgürlüğü”nü kuvvetle ve mutlak biçimde savunmaya yöneldi yıllar yılı ve esasen şimdi de durum bu. Her darbe yiyen, sevmediği darbe yediğinde mutlu oldu. Bunu gizlemedi de çoğu zaman. AK Parti, giderek mono blok mermer haline getirmek istediği kendi arkasındaki yüzde 50’ye karşı, karşısındaki mozayiğin farklarından kaynaklanan sorunları çok iyi biliyor. Karşısındaki yapılar ise inanç ve ideoloji olarak hoşlanmadığı her yapının tahribine, tarumar edilmesine, prensiplerden uzak müdahale yemesine en azından pek de ses çıkarmıyor. “Yesinler birbirilerini” özetli bu bakış, büyük gücün, iktidar olanın her şeyi yemesiyle bitecek bir oyundur her zaman. İktidarların karnı büyük olur ve böyle büyür.

İktidar karşısında “birlik olmak gerek” filan demiyorum, yanlış anlaşılmasın, karnına düşmemek için birlik olmak değil, prensipleri birlikte savunabilmek gerekir. Cumhuriyet gazetesini değil, var olma hakkını, Azadiya Welat’ı değil, var olma hakkını.

CUMHURİYET BELKİ DE YALNIZDIR!

“Cumhuriyet yalnız değildir” demekle durdurulacak bir süreç değil bu. Fakat şunu söylemek gerekli: İfade hürriyeti çerçevesinde Özgür Gündem’e de, Azadiya Welat’a da, Cumhuriyet’e de aynı şekilde sahip çıkılmadıkça, kazanmış olan zaten kazanmaya devam eder. Bir sonraki hep daha kolay olur. Tıpkı politikacılara olanlar gibi. Diyarbakır’daki adliye çıkışında eş başkanların kaderini bekleyenler sadece Kürtler oldukça, İzmir ya da İstanbul’daki belediye başkanlarının akıbeti de sallantıda demektir. Bugün “Türk medyası” da kolayca tarumar edilebiliyorsa, 80’lerin sonu ve 90’lar boyunca Kürt medyasının oluşum sürecine vurulan darbelere seyirci kalmanın payı çok büyüktür. Usuller pek farklı değil çünkü: Suçlu ilan et, “Gazeteci değil terörist, hain” de, alkışlayacak siyaseten yeterli nüfus bulunur nasıl olsa! Cumhuriyet için sadece “Cumhuriyetçiler” direnecekse, geçmiş olsun!

“Bir gün Cumhuriyet’i savunmak aklıma gelmezdi” filan demiyorum, çünkü Cumhuriyet’i savunmak bana düşmez; ama Cumhuriyet’in ve dolayısıyla kendi ifade hakkımın savunulmasından geri duramam. Ve Cumhuriyet’le bireysel ilişki geçmişime az değindimse, bir sebebi var: İnsanlar değişir. Kurumlar değişir. İktidarlar değişir. İlkeler kalır. İlkeler bu değişimin güvencesidir. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü herkes içindir. Yeni Şafak ve Sabah Gazetesi dahil!