YAZARLAR

Şii mi, Alevi mi? Yoksa insan mı?

Irak ve Suriye’de yaşanan savaş, küresel ve bölgesel siyasi güçlerin savaşıdır ve Şiilik, Sünnilik, Alevilik bu güçler tarafından kullanılmaya çalışılan enstrümanlardır.

Ortadoğu’da ve özelde Suriye ve Irak’ta devam eden mücadeleyi Şii-Sünni ekseni üzerinden okumakta ısrar edenler var.

Bu savaşın bir boyutuyla küresel güçlerin hegemonya savaşı olduğuna itirazı olan var mı?

Yerel unsurlar açısından elbette savaşın dini bir anlamı da var. Ancak bu bile bir din savaşı değil dini kimlik üzerinden kendini topluluk içerisinde tanımlayıp korumaya alma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Suriye’deki savaşın başından bu yana dünya medyası ve siyasetçiler mezhep söylemi kullandılar. Ama bunun Suriye özelinde Suriye halkı için bir anlamı yok.

Suriye’de yaşanan Selefi-Tekfiri-Vahhabi örgütlerin laikliğe – ılımlı Sünniliğe karşı savaşıdır. Bu örgütlerin kendi Müslümanlık tanımlamalarına uymadığı için infaz ettiği Sünni Müslümanı nereye koyacağız?

Suriye’nin %70’ini oluşturan Sünni kesimin ezici bir çoğunluğu da savaşı mezhep üzerinden okumuyor.

Eğer öyle olmasaydı yaklaşık 6 yıldır Sünni, Alevi, İsmaili, Dürzi ve Hıristiyanlardan oluşan bir ordu ile El Nusra IŞİD gibi cihatçı örgütlerin savaşı yerine kesimlerin bölündüğü ve birbirleriyle savaştığı bir sürece tanık olurduk.

Oysa pratik çok basit bir şekilde gerçeği ortaya koyuyor: Bugün Suriye’de milyonlarca insanın iç göçünden bahsediliyor. Bu doğrudur, peki bu insanlar nereye gitti?

Kısaca anlatalım:

Şam kırsalından en az 3 milyon insan -ki bunların %90’ı Sünnidir- Alevi yönetimin hakim olduğu Şam merkeze göçtü. Yine aynı şekilde Halep’den, Dera’dan, Hama’dan, Deyrezor’dan ve İdlib’den kaçan milyonlarca Sünni Müslüman, Alevilerin çoğunlukta olduğu Tartus ve Lazkiye illerine göçtü.

Yani dünya medyasının savaşıyorlar dediği kesimler yan yana geldi.

Diğer yandan bu insanların büyük çoğunluğu iş yerlerini ve işgücünü de beraberlerinde götürdü. Devletin kendilerine yaptığı ayni ve nakdi yardımlarla yaşamlarını sürdürüyorlar, çocukları daha önce olduğu gibi Alevilerle ve diğer kesimlerin çocuklarıyla aynı okullara gidiyor, aynı hastanelerden faydalanıyor.

Mezhepçi söylemlere rağmen Suriye’yi bugüne kadar ayakta tutan bu mezheplerin birliği ve dayanışmasıdır, kısaca Suriyeliliktir.

Irak’la ilgili olarak da Şii-Sünni söylemi öne çıkartılıyor. Irak’ta daha önce Saddam Hüseyin döneminde var olan mezhepçilik nedeniyle Irak bir Sünni ülkesi olarak görülüyordu. Ancak Şiiler dün olduğu gibi bugün de ülkede çoğunluk ve bugün siyasi hayata hakim olan bu gerçeğin yansıması.

Irak hükümetinin bugüne kadar Sünnilere yönelik ayrımcılık yaptığına dair elde somut bir veri var mı?

Aynı şey Suriye için de geçerli. Muhalefetin ve Suriye’yi hedef alan devletlerin onca mezhepsel söylemine karşı Esad bugüne kadar mezhepsel bir dil kullanmadı. Bunun Sünnileri tamamen karşısına almamak için kullanılan bir dil olduğunu savunanlar da var.

Ancak olaylardan önce de Suriye’de mezhepsel bir dil ve mezhepçi bir politika yoktu.  Mezhepçilik en ağır suçlardan biriydi.

Bugün halen Okullarda okutulan Din dersleri tamamen Sünni alimlerce hazırlanmış müfredat üzerinden verilir ve öğretmenlerin hemen hepsi Sünni’dir. Hatta öyle ki Alevileri eleştiren kitaplar piyasada mevcuttur.

Irak’ta Şiiler çoğunluk, Suriye’de ise Aleviler azınlık argümanının da pratikte bir anlamı yok çünkü Suriye yönetimi Alevi değil, laik bir yönetim ve Sünniler çeşitli kademelerde devlet içinde nüfusa oranlarına paralel olarak yer alırlar.

Suriye yönetiminin ise İran ile işbirliği siyasidir, dinsel değil.

İran’la Suriye’nin ittifakını da mezhepçilik üzerinden okumak ya cehaletten ya da kasıtlı bir politikadan kaynaklanıyor. Suriye’de bugün Türkiye’de kullanılan ayrımcı dil nedeniyle Nusayri olarak adlandırılan Aleviler ile Şiiler arasında ritüelde ya da inancın yorumunda farklar vardır.

Aleviler kendi inançlarını kendi inanç önderlerinin öğrettiği şekilde yaşarlar. Mercileri Şii uleması değildir. Tarihsel ve dinsel olarak elbette çok sayıda ortak nokta vardır ama bu Alevilerin özgün olmadıkları ve kendi literatürlerine sahip olmadıkları anlamına gelmez.

Bu anlamda Irak ve Suriye’de yaşanan savaşı mezhep üzerinden okumaktaki ısrar anlamsız kalıyor.

Savaş küresel ve bölgesel siyasi güçlerin (ABD, Rusya, Ingiltere, Türkiye, İran, Suudi Arabistan) savaşıdır ve Şiilik, Sünnilik, Alevilik bu güçler tarafından kullanılmaya çalışılan enstrümanlardır.

Nasıl Suriye ordusu Sünni, Alevi, Hıristiyan gibi unsurlardan oluşuyorsa Irak’taki Haşdi Şabi de Sünni ve Şii unsurlardan oluşuyor. Hedef ise ortak: Tekfiri terörü yok etmek ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen terör örgütlerinden kendi topraklarını kurtarmak.

Asıl mezhepçilik Telafer tekfiri terörünün eline düştüğünde oradaki çoğunluk Şii olduğu için soydaş (Türkmen) olmasına rağmen sessiz kalmaktı(r).

Mezhepçilik Suriye’deki savaşı daha da körüklemek için bir kesimi sadece rejimin askerleri olarak görüp emperyalist çıkarlara hizmet etmektir.

Türk ve Batı medyasında daha önce Suriye yönetimi ve ordusu için yazılanlarla bugün Irak ordusu ve Haşdi Şabi için yazılanlar bu nedenle sahadaki gerçeği yansıtmıyor.

Bu iki ülkede de devam eden savaşın Suriye ve Irak halkı için başka bir anlamı var.

Suriye ve Irak’ta halklar Sünnisiyle, Alevisiyle, Şiisiyle, Hıristiyanıyla  hariçten gazel okuyanlara kulaklarını tıkamış, yaşam savaşı veriyor.

Mezhepçilik sığlığından kurtulup Irak ve Suriye’de her gün evlatlarını, sevdiklerini kaybeden, acıların en büyüğünü yaşayan insanları sadece insan olarak değerlendirmenin zamanı gelmedi mi?


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.