YAZARLAR

Riya

Bir riyadır gidiyor. Sevinçler, öfkeler, pişmanlıklar riyakâr. Bundan daha beter ne gelebilir insanın başına? Kendi dediğine kendi inanmaz olmaktan başka…

Memleket ve aidiyet, zorlu mesele. Kimin ne zaman ne vesileyle sevilip benimseneceği, kimin hangi sebeple dışlanacağı, barometre misali değişir. Ama tuhaflıklar baki kalır.

Bir iki haftadır dünyada Bob Dylan’a Nobel edebiyat ödülü verilmesi dolayısıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Rivayet o ki, bu ödülün şarkılarıyla kuşakları sarsan Bob Dylan'a verilmesi Nobel Komitesi içerisinde dahi görüş ayrılıklarına neden olmuş. Bilenleri ve sevenleri için Bob Dylan bir şairdir oysa. Hatta âşık, aşuğ, ozandır. Eski zamanların gezgin ozanlarından. Bir geleneğin temsilcisi. Ve hiçbir geleneğe, kendi geçmişine bile bağlı kalmayacak denli yenilikçi. Zaten İsveç Kraliyet Akademisi de Dylan'ın "Amerikan müziğinde yeni şiirsel anlatım yarattığı için" Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldüğünü açıkladı. O şiirsel anlatımla Vietnam Savaşı’ndan bugüne türlü devlet zulmünün karşısında sözünü söylemiş, insan hayatının ölüm, kayıp, aşk, umut sarmalını dokudu Bob Dylan.

İşin daha da tuhafı bu dünyanın en prestijli ödülü Bob Dylan’ın pek de umurunda değil. Ödüle ilişkin kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmayan Dylan’ın, Nobel Akademisi’nden gelen telefonlara da yanıt vermediği belirtiliyor. Son olarak Akademi’nin önde gelen üyelerinden İsveçli yazar Per Wastberg, Dylan’ın bu tavrını ‘kaba ve kibirli‘ olarak niteledi. Wastberg, Dylan’ın 10 Aralık’taki Nobel ödül törenine katılıp katılmayacağının bile hâlâ bilinmediğine dikkat çekerek, “Bu, geçmişte görülmemiş bir durum” diye konuştu.

Dylan severler için bu da çok şaşkınlık uyandırıcı, ‘görülmemiş’ bir durum değil. Kendini ödüller üzerinden tanımlayan ya da geleneksel davranış kalıplarına uyumuyla bilinen biri olmadı hiç Dylan. Sinir bozucu olmayı göze aldı; kimi zaman kendine rağmen, sadece şarkılarıyla, şiirleriyle sevilmeyi.

KAĞIZMAN'IN GURURU

Tam da işte bu noktada memlekete geri dönelim, vaktidir. Yazdığı kitabında babaannesinin Kars'ın ilçesi Kağızmanlı olduğunu belirten Bob Dylan'ın Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmesi, Kağızman'da sevinçle karşılanmış. Kağızman Birlik ve Dayanışma Derneği (KABİDER) Başkanı Nurullah Karaca, AA muhabirine yaptığı açıklamada, fahri hemşehrileri gördükleri Dylan'ın Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmesi sebebiyle sevindiklerini ifade ederek, "Sivil toplum kuruluşu ve Kağızman halkı olarak hemşehrimizi Kağızman'a davet ediyoruz ve Dylan'ı Kağızman'da görmek istiyoruz" demiş.

Haberde sonra ilçe esnafına geçiliyor. İlçe esnafından Cengiz Güzel, "Dylan'ın bu başarısından dolayı Kağızmanlı olarak gurur duyduk, onu ata toprakları Kağızman ilçemize davet edeceğiz. Davet mektubu yazıp buraya getirmeye çalışacağız. O da gelmek ister, atalarının yaşadığı yerleri görmek ister diye düşünüyoruz. Şu anda dünyada en ünlü Kağızmanlı Bob Dylan’dır" demiş.

İşin içinde ödül olunca sevesimiz geliyor diyeceğim de, o zaman da hatırlatmak gerek; Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülünü aldığında hain ilan edilmişti, malûm. Resmi tarih öğretisine aykırı görüşler alerji yapıyor devlet bünyesine. Ama işte zararsızca bir ödül gelmişse, parlat Kağızman’ı, iyidir. ABD'nin Minnesota eyaletine bağlı Duluth kentinde 24 Mayıs 1941'de orta sınıf bir Yahudi ailesinin oğlu olarak dünyaya Dylan, hayatını ve 40 yıllık kariyerini kaleme aldığı üç serilik ‘Kronikler’ adlı kitabının ilk cildinde şunları yazmış: "Büyükannemin yüzünde hep bir umutsuzluk vardı. Büyükannemin zor bir hayat serüveni var. Güney Rusya'’da bir liman kenti olan Odessa'’dan Amerika''ya gelmişler. Zaten oraya da bir başka Karadeni liman kenti olan Türkiye''den, Trabzon''dan göç etmişler. Büyükannemin ailesi aslen Ermenistan sınırındaki küçük bir kasaba olan Kağızmanlılar'’dan (Kars). Büyükbabanın ailesi de aynı bölgeden geliyor. Deri ve kundura işiyle uğraşıyorlarmış” demiş. Biraz derine inecek olursak, sorulacak soru o Kars’ta neden tek bir Yahudi ya da Ermeni kalmadığı olabilir misal. Hani, sevinç ve gururumuza ilave olarak…

KÜRK MANTOLU MADONNA'NIN KOLLARINDA

Polemik konularının edebiyattan gelmesi şaşırtıcı. Ve fakat, memleketimiz başka bir tartışmanın daha içinde buldu kendini. TV8 kanalında 'Aramızda Kalmasın' programında Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’ kitabının sinemaya uyarlanmasıyla ilgili sohbet sırasında sunuculardan Funda Özkalyoncuoğlu'nun kitaptaki kadın karakteri pop yıldızı Madonna sanması sosyal medyada büyük yankı uyandırdı.

Düşünmeden edemedim. Azıcık samimiyet; kaçımızın hayatında bu kitabın yeri, izi var? Sabahattin Ali, devlet elli faili meçhulle canına kıyılmış, yıllar yılı müfredattan uzak tutulmuş bir yazar değil mi? Ona ve diğer pek çok değere erişmek, ne zamandır gerçekleri anlatan yayın organları bulma arayışımız kadar zorlu ve çabalı değil mi?  Dahası bu vasatlıklar cumhuriyeti halimiz yeni bir şey mi? Benim ilk sorularım bunlar. Yoksa, televizyon ekranlarından ilim irfan beklemek gibi bir halim yok.

Ha, bu tepkilerin ardından Funda Özkalyoncuoğlu'ndan geçen açıklama var ki, onu gafın kendisinden daha anlamlı bir talihsizlik olarak görüyorum. Anlamlı talihsizlik diye bir şey varmış demek. Şöyle diyor Özkalyoncu: “Ben konuyu yanlış yerden anlamışım. Ben "Kürk Mantolu Madonna" kitabını okuyalı belki 40 yıl olmuştur. Çok hatırlamıyorum. Bu cahilliğimin bu kadar olay olmasına çok şaşırdım ve kırıldım. Beni kimse savunmadı. Benim 39 yaşında ölen anneme bile küfür ediyorlar. Bunu anlamak mümkün değil. Ben ne yapmışım, hırsızlık mı yaptım, cinayet mi işledim. Ben tarihçi, edebiyatçı değilim. Bir magazin programında yorum yapıyorum. Benim cahilliğim bir işe yaradı; bir ülkenin merhamet ortalamasını ortaya çıktı. Edebiyatseverlerin daha naif daha affedici olması gerekirken beni linç ettiler.”

Memleketimiz kişisel, toplumsal ve devlet düzeyinde özür özürlüsü. Bir sade özür dileme, bir sahici mahcubiyet yok. Hiçbir zaman olmadı. Sonra gelsin demagoji sanatı. Merhamet ortalaması gibi bir afili kavram ve linç edilme ithamı.

O linç dediğiniz, sonu cinayetlere varmış sistematik bir süreçtir. Öyle bir noktadan, kişiliğinizi katletme hedefiyle o kadar incelikli yürütülür ki için için yer sizi. O yüzden bu kadar kolay ağza alınması fenadır. Yani bana öyle hissettirir.

Bir riyadır gidiyor. Sevinçler, öfkeler, pişmanlıklar riyakâr. Bundan daha beter ne gelebilir insanın başına? Kendi dediğine kendi inanmaz olmaktan başka…


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.