YAZARLAR

Milyonlarca muhalif, sıfır muhalefet...

Bütün bu saçmalıklar bir yandan da yaratıcı muhalefet için uygun zemin oluşturuyor. Zaten kalpsiz olan insanlar pervasız olunca bunu yüzlerine vurmanın da kolaylaşması gerekir değil mi? Değil. Çünkü maalesef muhalefet de vasatların elinde.

Dünya gölgesinden korkan vasat muktedirlerin oyun sahası. Muktedirler iktidarlarını kendilerine yakıştığı gibi kullanıyorlar. Yığınlar da buna teşne. Muktedirler de yığınlar da memnuniyetsiz üstelik. Kimseyi memnun edemeyen düzenler çeşnisi sürekli daha kötüyü arıyor. Dünyayı korkular ve ahmaklıklar yönetiyor.

Türkiye’deki bu kadar saçmalığa, tutarsızlığa, fenalığa rağmen başkanlık konusundaki halk desteğinin yüzde 30’lardan 60’lara çıkabilmesi mucize değil mi?

Değil. İnsanlar “Nasılsa AKP dışında bir şansımız yok. Bari AKP istediği gibi yönetsin. Belki bir şey olur.” diye düşünüyor. Sorsanız değişim istiyorlar. Ama gözleri var görmez olmuşlar.

İnsanlar bütün dünyada daha kötü insanlar haline geliyor. Yalan, dolan, talan, kan, zulüm pek kimsenin umurunda değil. Kalabalık, mutsuz, üstelik bir kısmı refah içinde ve bencil yığınların neredeyse tek korumaya çalıştığı şey pozisyonları. Gerisi umurlarında değil. Yoksa bu kadar bir dediği bir dediğini tutmayan insanlar silsilesinin sözleri bu kadar geçer akçe olur muydu? Boşverin bizimkileri. Trump’a baksanıza. Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Zibidiliğin kepazeliğin daniskasını yapıyor. Apaçık bir şekilde yaratıcılığa ve akla uzak birisi. Mr. Bean kadar ciddiye alınamayacak bir müptezel. Tutarlılık peşinde de değil. Tolga Tanış’ın pek güzel dediği gibi. Adama diyorlar ki “kadınlara o hakaret dolu sözleri niye söyledin?” adam diyor ki “ben IŞİD’i yeneceğim.” Ama milyonları sürüklüyor.

Trump’a oy veren yığınlar dünyadaki pek çok benzerleri gibi aslında. Onların, barış planlarını reddedenlerin, ülkesine mülteci istemeyenlerin, otoriter yöneticilere aşkla bağlı olanların siyasetle ilgili tek bir fikri var: “Birileri benim pozisyonumu korusun da nasıl yaparsa yapsın”. Tutuculuğun dibi.

Halbuki bütün bu saçmalıklar bir yandan da yaratıcı muhalefet için uygun zemin oluşturuyor. Zaten kalpsiz olan insanlar pervasız olunca bunu yüzlerine vurmanın da kolaylaşması gerekir değil mi?

Değil. Çünkü maalesef muhalefet de vasatların elinde. Bütün dünyada.

Böyle zamanlarda Allah inancının kıymetini anlıyorum. Bu çapta bir saçmalığı insan bir yüce makama sevk etmek istiyor hakikaten.

Bizim memleket yanıyor. Üstelik milyonlarca muhalif var. Lakin bir tek muhalefet yok. Muhalifler de muhalif hakikaten üstelik. Bileylenmiş, sinirlenmiş, hatta mürekkep yalamış insanlar. Maalesef her hangi bir şeye direnemeyen insanlar. Necmiye Alpay’dan Atilla Taş’a tamamıyla saçma tutuklamalara, yıkılan şehirlere, işinden edilen on binlere, yok edilen ormanlara, derelere, öldürülen işçilere, öldürülen, tecavüz edilen kadınlara, çocuklara, hayvanlara, geri gelen işkenceye, bütün bu fenalıklara karşı kılını kıpırdatamayan insanlar. Çünkü onlar da pozisyonlarını koruma derdinde. Üstelik İstanbul’da kaygı ve umutsuzluk içinde yaşamıyor da Helsinki’de bir kafede espresso yudumluyorlarmış gibi bir hava, lüks ile hiç bir şeyi beğenmeyen insanlar bunlar: O ulusalcı, beriki liboş, şuradakinin eltisi yetmez ama evetçi, ötedeki Kemalist, amaan bu zaten Tayyip Erdoğan’ın komşusunun amcasıyla görülmüş.

İnanılmaz bir kibirle aynı yazarları paylaşıp aynı cümleleri kurmayı “elinden geleni yapmak” olarak görüyor bu yaygın muhalif tipi. Kendisinde de bir problem olabileceği aklına bile gelmiyor.

İki sıradan, kolayca çeşitlenebilecek örnek vereceğim.

Bir arkadaşım İsmail Saymaz’ın CHP’nin başına geçmesi için bir kampanya düzenledi. Change.org’da açtığı kampanya birkaç saat açık kalabildi. Çünkü İsmail Saymaz’ın kendisi kaldırılmasını rica etti. Ve kaldırıldı. Kampanya metnini yazı sonundaki linkten okuyabilirsiniz.

Fakat heyhat. O birkaç saatçik içinde oluşan sosyal medya çalkalanmaları içinde neler oldu. Gözlerime inanamadım. Bir grup insan uç vermiş nasırına balyozla vurulmuş gibi tükürükler saçmaya başladı. İsmail Saymaz’a ajan diyenler çıktı yahu. Ajan. Fantastikti.

Genç, dinamik, bilgili, ikna edici, güvenilir, halktan, hazırcevap birisi İsmail Saymaz. Merak ettim bir muhalif neden İsmail Saymaz’dan bu kadar şikayet edebilir? Üşenmedim sosyal medyanın dört bir yanından insanlarla tartıştım.

Olay şöyle yürüyor. Birisi İsmail Saymaz CHP’nin başına geçsin sayfasını paylaşıyor. Paylaşım teveccüh görüyor. Ama muhakkak hepsinde birileri çıkıp bütünüyle boş bir özgüvenle bıdı bıdıya başlıyor. Bıdı bıdı ediyor da ne diyor? Hiç. “Biz onu biliriz” türünden, kinayeden ibaret bir cümle. Ben de üşenmeyip sordum. Nesini bilirsiniz? Kinayeye devam: “Biz biliriz.” Israr ettim: Ne bilirsiniz? Sonra suçlamalar. Ulusalcı, AKP’ci, şunu yapsaydı da görseydik… Bırakır mıyım? Tek bir cümle kanıt sordum bu söylediklerine. Bu sayısı az ama sesi çok çıkan dar çevresinden başka pek bir şeyi beğenmeyen “muhalifler” ne verdi suçlamalarına kanıt olarak? Hiç bir şey. Halbuki adamda malzeme bol. Sürekli televizyonda konuşuyor, yazılı basına, İnternet sitelerine söyleşi veriyor, yazı yazıyor, haber yapıyor. Suçlamaların bir mesnedi olsa Google efendi çıkarıverir kolayca.

Lakin kimsenin tek bir cümlesi yoktu iddialarının arkasına döşeyecek. Hep bir kendini beğenmiş eda: “Biz onu biliriz.”

Ben sizin neyi bildiğinizi biliyorum. Siz hepiniz durmuş saatsiniz. Arada bir doğruyu gösterince sevinçten o kadar kuvvetli bir şarj oluyorsunuz ki nerede yaşadığınızı, kim olduğunuzu, atmosferde kapladığınız yerin, yaktığınız oksijenin ederini unutuveriyorsunuz.

Kimse (kendini muhalif olarak dahi tanımlamayan) İsmail Saymaz’ı sevmek durumunda değil. Ama tek başına muhalefet partisi gibi davranan bu adama kocaman kocaman laflar püskürtmeden önce en azından bir dolgu malzemesi bulmak zorunda. İşkembe-i kübra bu kadar hor kullanılabilen bir referans kaynağı olmamalı.

Lafı uzattım biliyorum ama dediğim gibi bir örneğim daha var. Yılmaz Erdoğan.

Yılmaz Erdoğan bir nefret nesnesi yapıldı yine sesi çok çıkan neyse ki sayısı az bir grup insan tarafından. Ne yapmış? Hiç bir şey.

Malumunuz Yılmaz Erdoğan Köyceğiz’de köy hayatına girdi. Hatta sanırım vegan oldu. Bir sinirlendiler buna. “Voleyi vurdu köşesine çekildi tabii gitmiş bir de insanları doğaya çağırıyor.”

Adam sanki helikopterini kapan Las Vegas’a gelsin diyor. Köyceğiz’in dışına bir yere yerleşmiş yahu.

Pek çoğu kenarına nar ekşisi akıtılmış ve kraker saplanmış çoban salataya yirmibeş lira veren ve 2000 lira kiraya “Ayol sen de bedavaya oturuyorsun” diyen insanlar ev kirasının 400 lira olduğu bir yere yerleşmiş ve salatasını kendisi yapan Yılmaz Erdoğan’a kızıyor. Hem de tuzu kuru diye. Akıl alır şey değil.

Kendi Facebook profilime yazdım merak edip. “Neden Yılmaz Erdoğan’dan nefret etmemiz gerekiyormuş?” diye sordum.

Gelen cevaplar ibretlikti. Bir kere sadece bir kişi “Nefret etmemiz mi gerekiyormuş ki?” diye sordu. Sebep sahiplerinin pek çoğu “Sevmiyorum” dedi. Sanki soru buymuş gibi. Bir kısmı da Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin da katıldığı o meşhur demokrasi mitingine gidip Yavuz Bingöl’ün yanında çekirdek çitlemesine takıldı. Yahu sana ne? İster İlyas Salman’la bilardo oynar, ister Yavuz Bingöl’le çekirdek çitler, isterse Ajdar’la pilates yapar. Sana ne? Başka birileri efendim şiirleri bilmemneye benziyormuş... E okuma. Yahut de ki “Şiirleri bilmemneye benziyor.” Ama nefret ne iş?

Vizontele’nin, Mükremin Çıtır’ın, Feriştah’ın, Saldıray’ın hiç mi hatırı yok?

Velhasıl yaptığım sosyal medya turunda tıpkı Saymaz’da olduğu gibi Yılmaz Erdoğan’dan nefret edenleri, paylaşılmasına dahi tahammül edemeyenleri anlamaya çalıştım, onlara sorular sordum. Sonuç tabii ki fos.

. . .

Bir de oyunu değil oyuncuyu beğendirme turları var. AKP’ye oy vermiş birisi AKP eleştirsin hele… Alkış tutacağına hemen “aklın yeni mi başına geldi?”, “inanmayın takiye yapıyor”. Yahu asıl AKP’ye oy vermiş insanın AKP eleştirisi kıymetlidir. Benimkinden seninkinden daha kıymetlidir. Senin eleştiriye bir lafın varsa et. Sahibine niye laf ediyorsun.

Altan’lar hapiste diye sevinen insanlar var yahu.

Facebook algoritması önünüze çıkanı daha çok beğenesiniz diye daha önce beğendiğiniz türde içerikler çıkarır. Onları daha çok beğendikçe daha da tek tipleşir karşınızdaki içerik. İstemedikleriniz ayıklanır. Hayata Facebook’tan bakan birisinin kendi dar dünyasını hakiki dünya zannetme temayülü yüksek olabiliyor sanırım. Can Yücel ve Nazım Hikmet monteleriyle dolu ve sürekli öbürüne saydıran bir akışa kendisini fazla kaptırmış birisinin gerçekle ilişkisi kopmuş demektir.

Herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Hepimizin derdi kutuplaşma değil mi? Kutuplaşma nasıl aşılır? Kiminle kutuplaşıyorsan onunla muhabbet kurarak… Kutuplaşmadan şikayet edenin “öbürüne” ulaşması, ona laf anlatması gerekmiyor mu?

Hepimizin derdi şu başımızdaki fenalıklar değil mi? Fenalıklarla mücadele etmenin yolu kendini aynı dar çevreye kapatmaktan geçiyor olabilir mi?


Kapatılan "İsmail Saymaz CHP'nin başına geçsin" kampanyası


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz