YAZARLAR

Bob Dylan, Esad, Aliye Rona, Duvar

Feyruz dedim de aklıma sert bakışlı Aliye Rona geldi. Aliye Rona Suriye isyanının başladığı şehirden. Yani Deralı. Rona da "Tamtürk" değil ama 'Anadolu ana'sını onun kadar kim anlatabilirdi bize? Genetik acılarımız ortak mı ne? Gerçi onu da huzurevine terk etmiştik ama bu, bizim sanatçıya değer vermediğimiz anlamına gelmez elbette.

Robert Allen Zimmerman Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Şu bizim hemşerimiz Bob yahu. Ne kadar sevinsek azdır. Bob babaannesinin Türkiye’den göçtüğünü anlattığında da pek bir sevinmiştik. Babaanne Türkiye’de kalsaydı ve Bob Türkiye’de dünyaya gelseydi bu sözleri üretebilir miydi, üretseydi başına kimbilir neler gelirdi tartışmak yersiz.

Bob muhtemelen Kağızman türküleri de dinlemiştir babaanneden. Ritchie Valens’in “in a Turkish Town”ını da çok severmiş. Genetiğini korumaya yardımcı olmuştur elbet.

Nobellik dizelere Kızılderili Joan Baez yengenin katkısını da unutmayalım. Kızılderililer de Türk değil mi zaten? Bu, tesadüf olamaz!

Anneanne Litvanyalı Yahudi ama olsun bu yine de Bob’un Türklüğüne halel getirmez. Dinen de “Tamtürk” olmasa da adam başarılı bir de üstüne Nobel almış sahiplenmek zamanıdır. Bu başarıyı elin gavuruna kaptıracak halimiz yok ya.

Aziz Sancar da hücrelerin hasar gören DNA’larını nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandırmıştı ya, o da Nobel’i almıştı geçen yıl. Bob’u incelemiş midir bilinmez ama Sancar ödülü Atatürk Türkiyesi’nin sayesinde aldığını söylemişti. “Kısa bir arada” nasıl da fırsat bulup çalışmış hayret doğrusu. Gerçi ABD’ye gitmeseydi bir belediyede mezarlıklar müdürü bile olabilirdi. Ama kadir kıymet bilmemiş işte.

Peki Sancar kendi genetiğini koruyabilmiş mi? Bunu saptamak çok önemli çünkü. Ya “Tamtürk” değilse, Kürtse, Arapsa? Felaket! Nitekim o da tehlikeyi hissetmiş olmalı ki tartışmalar başlar başlamaz “genetiğim sağlam, Türk’üm, doğruyum” diyerek kesip attı.

Şimdi aklıma düştü, Allah uzun ömürler versin Feyruz öldüğünde yarın yine aynı tartışmayı yapacağız. Biliyorsunuz Feyruz’un babası da Aziz Sancar gibi Mardinli. Gerçi o da Süryani ama olsun. Bu kadar kusur Feyruz’da da olur. Hem Arapça’da Feyruz “turkuaz” demek. Bu, Feyruz’un Türk olduğunun ispatı değil mi? Zamanında yıllar boyunca kapalı gişe oynamış “Osmanlı zulmünü anlatan” müzikalini de görmezden geliriz olur biter.

Feyruz dedim de aklıma sert bakışlı Aliye Rona geldi. Aliye Rona Suriye isyanının başladığı şehirden. Yani Deralı. Rona da “Tamtürk” değil ama ‘Anadolu ana’sını onun kadar kim anlatabilirdi bize? Genetik acılarımız ortak mı ne? Gerçi onu da huzurevine terk etmiştik ama bu, bizim sanatçıya değer vermediğimiz anlamına gelmez elbette. Öyle olsaydı Atlantik ötesinden bir folk şarkıcısının Nobel alması bizi bu kadar sevindirmezdi değil mi?

Bu Suriyeliler de az değil ha. Steve Jobs da aslen Humuslu. O da gitmeseydi ABD’ye kimbilir şimdi elinde keleş ile neler yapıyordu.

Peki ya “El Turco” Carlos Menem? O da Şam kırsalının Yabrud bölgesinden. Sen kalk git Arjantinlere devlet başkanı ol.

Bob Dylan’ın konser verdiği yerlerden biri de “Syria Mosque” adli meşhur binaymış, Wiki’ye sordum anlattı. Kimler konser vermemiş ki bu binada? Pink Floyd, Deep Purple, Frank Zappa, Jimmy Page ve dahi birçok ünlü. Binanın üstünde çepeçevre Arapça “la galib illa allah – Allah’tan başka galip yoktur” yazıyor. Konser verenler de konsere gidenlerde de o zamanlar İslamofobi yokmuş belli ki. Muhtemelen ne yazdığını da bilmiyorlardı.

Miles Copeland CIA’nın kurucularından biri. Suriye’de 1949 Hüsni Zaim darbesi ile İran’da Müsaddik’in devrilmesi operasyonlarında yer almış.

Bu başarılı ajanın oğlu Stewart ise, “The Police” grubunun davulcusu. Grubun lideri Sting ise bir zamanlar Esad ile bayağı bir arkadaşmış. Birlikte fotoğraf çektirmişlikleri bile var. Esad the Police dinler miymiş? Niye olmasın? Grubun adı da uygun.

Bir zaman Roger Waters bile geçmiş bu topraklardan. Çıkmış Suriye’den Vosvos’u ile gelmiş geçmiş işte. Gerçi Pink Floyd da az değil. Ne o öyle sisteme karşı olmak? The Wall diye şarkı mı olur? Devlet bu, istediğinde örer istediğinde yıkar. Duvar’a karşı mısın yoksa?


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.