YAZARLAR

Sorunun erkek tarafı çözümün de parçası olmalı

Bisiklet lastiğine hava basar gibi özgüven pompalanmış bu garip erkeklik algısını dönüştürmeden, kadına yönelik şiddetle mücadele başarısız kalmakta. Yine de şiddete karşı çıkan, ataerkiyi aşmış erkek bireylerin bile mücadelemize katılmasını engelleme eğilimindeyiz.

Adettendir hep haydi kadınlar nidasıyla başlar şiddet karşıtı çağrılar. Ben de şimdi haydi sevgili kadınlar, bu çağrıların neden sadece kadınlara yapıldığını tartışalım diyorum. Hani eve, aileye, çocuğa ilişkin bütün sorumlulukların sadece kadının işi sayılmasını reddeder, bu anlayışın kadını, eve, aileye, çocuğa eklemleyip nesneleştirdiğinden yakınırız. Ki, çok da haklıyız, durum budur. Kadına yönelik şiddet sorunu da önümüzde aynen böyle bir engel yaratmış durumda.

Şiddete uğrayan kadınlar. Mücadele etmesi gereken kadınlar. Şiddetle mücadele yöntemleri geliştirmekte olanlar kadınlar. Kadına yönelik şiddeti salt bir kadın sorunu olarak görme alışkanlığımız ne kadar yerinde ve ne kadar yeterli, soruları üzerine biraz durup düşünmeliyiz.  Evin tüm yükünü kendi üstümüze almaktan vaz geçtiğimiz gibi şiddetle mücadelenin tüm yükünü sırtlanmaktan vaz geçmek de gerekli olabilir. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin yolunu belki de artık şiddetin öznesine düşürmenin zamanı gelmiştir.

Hep öznesiz cümlelerle kadına yönelik şiddetin haberleştirilmesinden yakınırız. Biz kadınlar çoğunlukla buna adıyla sanıyla erkek şiddeti demeyi tercih ederiz. Erkek şiddeti ya da eril şiddet ifadeleri bize göre sorunu daha net biçimde ortaya koyar ve mücadele yolunu bir hayli kısaltır. Toplumun erkek yarısı ise ekseriyetle karşı çıkar erkek şiddeti kavramına. Eskilerin deyişiyle kahir-i azamı meselenin tek tek toplumun erkek bireyleri değil de zihniyet olduğunu anlamazdan gelir. Bilinçli ya da bilinçsiz bir tercih tabi bu tavır aksi takdirde sorumluluk üstelenmek gerekeceğinin farkında erkek tarafı… Şiddetin kaynağı eşitsiz güç ilişkisi olduğundan, şiddete şeksiz şüphesiz karşı çıkışın toplumsal cinsiyet eşitliğini kabullenmeye uzandığının da farkında. Kocaman birer oğlan çocuğu gibi kadına yönelik şiddet sorununu uzaktan, havaya bakıp ıslık çalarak izleyişleri de bundan.

Bisiklet lastiğine hava basar gibi özgüven pompalanmış bu garip erkeklik algısını dönüştürmeden, kadına yönelik şiddetle mücadele başarısız kalmakta. Hepimiz farkındayız sanırım. Yine de şiddete karşı çıkan, ataerkiyi aşmış erkek bireylerin bile mücadelemize katılmasını engelleme eğilimindeyiz. Oysa kadınları bir yudum özgür nefes için ölümü göze almaya iten ve kadın örgütlerini diğer kadın sorunlarına bakamaz hale getiren şiddet, erkeklerin, birbirlerinin dip dalgalarını hareket geçirme maharetlerinin ürünü. Aynı mahareti şiddeti önlemek için kullanmak da topluma karşı temel görevleri olmalı..


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.