YAZARLAR

Sıradan

“Biz iyiyiz, dimdik ayaktayız. Yine okumaya, yazmaya, iyi insan yetiştirmek için yaşamaya devam edeceğiz. Çocuğumuz bize güç verecek…”

“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey, hiçbir korku… aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur- artık hiçbir yerdesin.”

Tezer Özlü böyle demişti ‘Kalanlar’da. O her dem taze sesi, içi hiç boşalmayan kelimeleriyle. Gözümü açtığım anda duydum onu. Okuduğum değil de sanki bir sesin kulağıma fısıldadığıydı. Sıradan bir sabah da daha başlamıştı.

Sonra ‘Bu sabahların bir anlamı olmalı’ dedi Vega. Serbest çağrışım diyarında dalgalar kabardı söndü, boğdu, taşıdı beni. ‘Suçum neydi, neden böyle oldu…’

“Suçluymuşuz gibi davranıyorlar ama değiliz. Diyarbakır gibi bir yerde, ergenlik dönemindeki gençlere edebiyatı sevdirmek, kitaplarla yaşamalarını, hikâyeler yazmalarını, dergiler çıkarmalarını sağlamak hiç kolay bir iş değil. Biz nasıl bir ülkede yaşadığımızı biliyoruz. Bu bir süreç. Devletin verdiği ceza, işsiz bırakılmak, sindirilmek, bunlar bizi yıldırmıyor. Ben kendimi çok güçlü hissediyorum. Eşimden yana bir kaygım yok. O kötü bir şey yapmadı. Hiçbir zaman yapmaz. Derdi okumak ve yazmak olan bir insan ne yapmış olabilir? Biz iyiyiz, dimdik ayaktayız. Yine okumaya, yazmaya, iyi insan yetiştirmek için yaşamaya devam edeceğiz. Çocuğumuz bize güç verecek…”

Sözü Sibel Oral aldı içimde.  Edebiyat öğretmeni, yazar Murat Özyaşar, sabaha karşı, İstanbul’daki evlerine düzenlenen polis baskınıyla gözaltına alındı. Havaalanında gözaltında tutulan Özyaşar, Diyarbakır’dan gelen terörle mücadele ekipleri tarafından uçakla Diyarbakır’a götürüldü. Dosyada gizlilik kararı var ve Özyaşar, 5 gün boyunca avukatıyla görüşemeyecek. Özyaşar’ın eşi, gazeteci, yazar  K24 Yayın Yönetmeni Sibel Oral böyle anlattı işte esası. Az, öz, sarih.

21 günlük kızları Mavi Lorîn güçtür onlara. Kendi varlıkları güçtür bize. Barışa adanmış nice insanın sesinin, sözünün olduğu gibi. Barış, terörle eşdeğer anlama getirildiğinden beri, en katlanılmaz şeyler günlük hayat sıradanlığı olarak dayatılıyor. Sabaha karşı kırılan hane kapıları gibi dayatılıyor kafatasıma. Gri maddeleri kısa devre yapan beynime. Korku ile öfkenin iç içe geçtiği zamanlar. İMC dahil muhalif kanalların ve Kürtçe yayınların kapatıldığı bir tuhaf demokrasi şöleni.

At başı gidiyor. Kadıköy’de saat başı eski bir dükkân, küçük bir esnaf daha kapanıyor, tuhaf kafeler barlar açılıyor. Uğultulu bir kalabalık var sokaklarda. Vardırmayan bir insan seli. Ve gözümü açtığım anda evin içini dinliyorum. Birinciliği buzdolabı motoruna veriyorlar. Evin ve beynimin içini dinliyorum. Hangi kapılara dayanıldığını, hangi sevdiğim, benim hayatımda yeri, emeği, hakkı olan bir insana, bir mekâna daha dokunulduğunu anlamaya çalışarak.

Ve sonra sıradan güne başlayarak. Garip, hayat durmuyor. Ne zaman durmuş ki. Oysa insan dursun istiyor. Çatlasın hayat orta yerinden.  Otoyollarda arabalar, denizden vapurlar, motorlar, sokakta insanlar… dursun istiyor. Binlerce öğretmeni ihraç edilmiş o okullar açılmasın istiyor. Normal gibi gitmesin. Norm bu olmasın. Sıradan düzen beni her zamankinden de beter tiksindiriyor.

Kimse ve hiçbir şey durmuyor. Ben genelde yol kenarlarına oturuyorum bu ara. Bir sigara yakıyorum ve durmayan hayata bakıyorum bir süre. Birazdan savunma mekanizmalarından herhangi birini devreye sokacağım. Yatıp uyumak, çılgınlar gibi temizlik, toparlama yapmak ve sonra ille de çalışmak. İnat diye. Umut diye. Başka türlüsünü bilememekten.

Dışarda tatlı bir sonbahar. Güneşin insaflı davrandığı, hırkanın ürpermiş tene usulca geçtiği, ağaçların hayatın döngüsünü yaprakların rengi ve dokusuyla anlatmaya giriştiği bir sonbahar. Başlamalar ve bitirmeler dönemi. Rüzgârı gibi deli kararlar aldıran mevsim. Her şeye cesaret edebileceğin.

İsminden başlayarak her şeyi anımsattığın kendine. Kim olduğunu, nelere öncelik verdiğini. Hayatın manasını nasıl tarif ettiğini. Her gün bir sözdür, bir yemindir artık. Sana seni unutturamasınlar diye.

Bir de haykırasın diye. Sıradandan nefret edersin sen. İnsanlık dışının sıradanlaşmasıysa savaş ilanıdır var oluşuna. Hayatı bu kadar ucuzlaştıramazlar.  İzin vermezsin nefes aldıkça.

Ki ölülerin de ahı var bu topraklarda.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.