YAZARLAR

Uzman sorusu: Memleket neresi?

Bir kere memleket tanımadığımız erkeklerin çizdiği çizgilerin içinde bırakılmış yer olamaz. Bu kadar dar ve net bir “şey” olmasını kabul edemem.

Soru fena değil de benim pek bir cevabım yok. Şöyle ki, Konya’da doğdum, annem Rize Fındıklı’lı (Viçe) bir Laz, -hiç ilişkim olmayan babam Artvin Ardanuç’lu muhtemel bir Gürcü, Ankara’da büyüdüm, uyku tulumunda geçen yıllara ek olarak Ankara, İstanbul, Bodrum, Fethiye ve Kıbrıs’ta yaşadım. Devlete sorarsanız Ardanuç’luyum. Bir kütük taşıyorum ve devlet onu hiç gitmediğim Ardanuç’a bağlamış. Memleketi karış karış gezdim, kütüğümün saklandığı yeri gezmedim (Sağlıklı bir insanım, kütüğe değil meraka bağlı olarak geziyorum).

“Memleket neresi?” soru olarak fena değil. Ama daha güzeli şu olabilir: Memleket nedir?

Bir kere memleket tanımadığımız erkeklerin çizdiği çizgilerin içinde bırakılmış yer olamaz. Bu kadar dar ve net bir “şey” olmasını kabul edemem. Elimizde bunun için kullanılan yurt ve vatan gibi iki tane kelime zaten var. Bu tanım memleket tarifi için çok saçma. Ne bileyim, gidin Lefkoşa’ya, Sarp/Sarpi’ye, aynı sokağın bir yanı o memleket, bir yanı bu memleket. Öyle şey olur mu? Araya birisi çizgi çekti diye bunlar neden ayrı memleketler olsun?

O Sarp öbür yarısıyla tırnak içinde düşman, Edirne’yle Mersin’le memleket... Böyle saçmalık olur mu?

Ha bir de sınır kutsallığı var. Her iki taraf da bu çizgileri “kanı pahasına” ve orada yaşayanlara rağmen korumakta. Kediler popolarını sallaya sallaya dilediği zaman geçmekte ama insanlar için bekleyen polisler var. Üstelik her iki tarafın da “iyi ki bu taraftayım” diye sevinmesi bekleniyor. Bütünüyle rastlantısal, birer minik sperm ve yumurtanın vuslat yeriyle ilgili bir durumdan dolayı… Fantastik film gibi. İrrasyonel.

Ama işte milyarlarca insan bu fantastik filmi yaşıyor. Şimdi şaşırıyoruz ya “Yahu yamyamlar varmış insan yiyorlarmış” diye. Buna da şaşıracaklar elbet bir gün. 4,5 milyar yıllık dünyada çoğu yüz yıllık bile olmayan çizgilerin nasıl bir önemi olabilir? Bir çok yerde de gayrı ciddi bu çizgiler. Baksanıza Afrika’ya. Birileri cetvelle çizmiş.

Memleketin ne olmadığını kurcaladık. Şimdi ne olduğuna gelebiliriz.

Bence memleket buralardır. Buralar herkes için ayrı ayrı yerlerdir. Benim için buraları da ben, keyfim ve kahyası oturur belirleriz. “Yaşayabileceğin, yahut yaşadığın, sana yabancı olmayan yer memleketindir.” diye bir laf atabiliriz ortaya.

Açmaya çalışalım. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın, Ege ve Akdeniz kıyıları, kısmen Kıbrıs, İstanbul bazen Ankara, benim memleketimdir. İzmir, Mardin ve Sinop’u çok severim ama memleketim değildir. Dedim ya epey dinamik bir liste bu. Eskiden Kerala, San Cristobal, Zagreb, Thasos, Barcelona ve Varna’ya da memleket derdim. Artık öyle düşünmüyorum.

….

"Gitmeyin bu ülke peşinizden gelir" yazısı çok teveccüh gördü.

Belli ki çok insanın nasırına dokundu.

Yazının çok teveccüh görmesindeki hazin taraf şu: Bu ülkenin mürekkep yalamış insanlarının nihayet ortak bir hayali var: Bu ülkeden kaçıp çil yavrusu gibi dağılmak. Ortak muhayyele sahipleri eliyle kendi sonunu hazırlayan ülke…

Ülke demişken orada duralım.

Elimizde bir ülke olduğu ve epey bir şeyi ülke belirlediği için, yazı ‘o şekilde’ yazıldı. Yoksa benim sınır sepet merakımdan değil elbette.

Nişanyan sözlüğe göre ülke, (Moğ. ülige/ölige) bölge, memleket demek. Ve yukarıda tarif etmeye çalıştığım üzere bence yabancılık çekilmeyecek her yer memlekettir. Memleket de her an güncellenebilir bir yere, şeye, hissiyata işaret eder. Muğlak bir tanımı vardır. Kimi için bir evdir, kimi için mahalle, ülke, kıta…

İşin bir ikinci veçhesi de memleketini dünya bellemiş olmak. Yani, bir yere ait olmamak, bir yere ait olmamayı ilke edinmek. Ben insanın bir memleketi, evi olması fikrini seviyorum. Gezmek kadar dönmenin de güzel olduğunu düşünüyorum.

Hayatımın bir bölümünü back-packer denilen gezginlerin arasında, dünyanın dört bir yanında geçirdim. İlk yıllarımda, bir yandan gençlik bir yandan da yolun cazibesi sebebiyle back-packer’lara üstün ırk muamelesi yapardım. Aidiyet duygusu olmayan, cıvık orta sınıf ahlakını aşmış insanlar sanırdım. Onlardan birisi olmak şerefti benim için.

Bunun sebebini İngilizcem ilerledikçe çözdüm. Meğer doğru düzgün anlamıyormuşum konuşulan sözü. Yoksa onların da ettiği kelamın çoğu boş lafmış. Bir kere çok sınırlıymış. İlk karşılaşınca karşılıklı rapor vermek: Ne zamandır yoldasın, nerelere gittin vb. Sonra müştereken turistleri, ücretlileri aşağılamak. Temizlikten sekse, tahakkümden kıskançlığa insanın doğasında olan kepazelikleri görmeden yürüyen bir aşırı “doğal hayat” aşkı. Osho’dan yogaya nöbet halinde bir ruhanilik. Alay edilmeye pek müsait, aşağılamakla/kibirle hayranlık arasında gidip gelen bir yerel hayat sevgisi. Ve bana sorarsanız bolca kimsesizlik, yaratıcılığa uzaklık filan… Ciddi bir bölümünün birkaç yıl gezdikten sonra aşağıladığı hayatı yaşamasını hiç karıştırmıyorum bile.

O yüzden memleketini dünya bellemek çok romantik bir fikir olmakla birlikte, pek az bunu başarabilmiş insan tanıdım. Tanıdıklarımı da çok sevdim. Gezmeyi periyodik olarak değil, hayatın kendisi olarak benimsemiş bir çeşit yol ermişleri bunlar. Ama ben dönebileceğim bir evim olmasına bayılıyorum.

Son olarak. Geçen yazının bir eksiğini daha tamamlayalım. İnsan neyse odur. Giderken kendisini de götürdüğü için gittiği yerde de odur. Gerisini güzel arkadaşım Ogan Güner’in benim yazıma yaptığı yoruma bırakalım: “Buradaki politik, sosyal mevzulardan gına getirip başka ülkeye gidenler temelde ikiye ayrılıyor. Eğer gittiğin ülkenin politik ve sosyal mevzularıyla hiç ilgilenmeyip sadece nimetlerinden faydalanacaksan işe yarayabilir. Ama böyle bir kişiysen burada da aynı tavrı gösterip "boğaz çok güzel, balıklar lezzetli vs." diyerek bir hayat sürdürebilirsin. Haber okumazsın, Facebook'a, Twitter'a girmezsin. Çok da bir şey kaybetmezsin. Yok eğer başka ülkeye göçüp de 2 ay sonra oradaki çarpıklıklara, eşitsizliklere isyan edeceksen, yine huzursuz, yine sıkkın bir tipe dönüşmen işten bile değil. Yani İngiltere'ye göçüp UKIP'i umursamayacaksan, Jeremy'e partisinin nasıl darbe yapmaya kalkıştığını görmeyeceksen, Fransa'ya gidip Le Pen'e kıl olmayacaksan, buradakilere de kıl olmamak mümkün. "Yok orası zaten başka memleket, bana ne diyorsan" orada büyük bir tezat mevcut.”

Son olarak, kimseye "git" yahut "kal" demek kimsenin haddi değil. Bizimkisi görüş beyanı… Kalın sağlıcakla. Yahut gidin sağlıcakla.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz