YAZARLAR

Bir varmış bir yokmuş

“Kendini utandıracak bir durum yaşıyor olmasına karşın bunun farkında olmayan kişi adına duyulan utanç.” Evet, Almanca’da bu durumu tarifleyen bir sözcük var: Fremdschämen. Tek bir sözcüğe ihtiyaç duyulacak kadar sık kullanılıyor oluşu illa ki Almanlık ile ilgili bir şeyler söylüyordur bize. Türkçe’nin de kendine özgü sözcüklerinin yanı sıra kendine özgü bir de zamanı var: Mişli geçmiş zaman. Acaba sadece bilginin nakledilmekte olduğunun vurgulanmasının gereksinimi Türkçe ve Türklük ile ilgili bir şeyler söylüyor mu bize?

Mişli geçmiş zaman adı üzerinde bir geçmiş zaman olmasına karşın kişinin kendisinin tanıklık etmediği ama naklettiği durumlar için kullanılır. Bu yüzden masal anlatımlarında sıklıkla tercih edilir. “Uzak diyarlardan birinde yaşayan bir oğlancağız varmış. Bu oğlancağız hayvanlarla konuşabilirmiş.” Böylelikle bu bilginin bize bir başkası tarafından aktarıldığı parantezi içerisinde devam edebilir bu anlatı. Günlük yaşam pratiğinde de karşılığı benzer şekildedir. “Dün maç varmış” diyen kişi maçta değildir ya da maç olduğunu sonradan başka birisinden öğrenmiştir. “Dün maç vardı” diyen kişi ise dün o maçın olacağını zaten biliyordur.

Özne birinci tekil olduğunda mişli geçmiş zaman garipleşmeye başlar. En doğal hali “1977 yılında doğmuşum” cümlesindeki gibi cümlenin öznesi olmasına karşın bilinçli olarak algılayamayacağı ve hatırlayamayacağı durumlar için kullanılmasıdır. “Dün gece çok içmişim” cümlesinden öznenin dün geceki halinin çok içmekte olduğu gerçeğini idrak edememiş olduğunu çıkarsarız. “Uyuya kalmışım” cümlesi de benzer şekilde uyuya kalırken durumun ayırdında olamadığından öznenin kabahatini azaltabilir.

Kişinin bir yaşantısını dili geçmiş zamanda naklederken mişli geçmiş zamana çark etmesi tam da kabahatli çıkmaktan endişelendiği noktadır genelde. “Ben ona insan gibi sordum, bana sana ne dedi. Tekrar uyardım, yüzüme bakıp küfredince ben de elimin tersiyle dürtüvermişim.” Bu kişi  karşısındakini darp ettiyse de bu kısa bir bilinç bulanıklığı anında olduğunu, kendi de sonradan idrak ettiği için söz konusu fiilin sorumluluğu bütünüyle kendisine yüklenemeyeceğini anlatmaktadır. Gördüğünüz gibi bir -miş eki ne kadar çok şey anlatabiliyor. Öyle üç harften oluştuğuna bakmayın, kudretli bir zaman kipidir.

Mişli geçmiş zamanın müstakil bir zaman olarak Türkçe’de yer bulabilmesi de kültür ile ilgili bize bir şeyler anlatıyordur belki. Kişinin ifadesinin sorumluluğundan nasıl kaçındığı bunlardan biri olabilir. “Ben başkasının yalancısıyım” ifadesinin vücut bulmuş hali mişli geçmiş zaman. “Aktarırım ama sorumluluğunu kabul etmem” deme ihtiyacının müstakil bir geçmiş zaman türetecek kadar sık karşılaşıldığını gösteriyor muhtemelen. Ayrıca bireylerin bir özne olarak sadece bilgiyi aktarmaya değil bizzat fiili gerçekleştirmeye dair de sorumluluktan kaçınma eğilimine işaret ediyor olabilir. Perran Kutman tarafından basılan Şener Şen iç çamaşırları ile bacak bacak üstüne atıp sekreterine siparişleri daktilo ettirirken bozuntuya vermese de hesabını verirken soyunmuşum diyecektir. Hesabını vermeyecektir daha doğrusu, verir-miş gibi yapacaktır.

Bu aralar kandırılmak fiilinin birinci tekil ve çoğul hallerinin mişli geçmiş zamanda kullanıldığına o kadar çok tanık oluyoruz ki, aklıma geliverdi… “Tükür çocuğum babanın suratına”…