YAZARLAR

Gerçek ortaya çıkmazsa bu karanlık herkesi kör eder!

İçinden geçtiğimiz karanlık tünelde gerçekleri aydınlatmak isteyen özgür medyanın kapısına kilit vuruluyor. Sorular gündeme geldikçe, bu ülkede karanlık daha da artıyor.

Haberler dehşet verici.

Birinin başlığı "FETÖ generalinden kahreden ihanet'.

Haberin içeriği daha da ürkütüyor insanı:

"Mardin Nusaybin'de terör örgütü PKK'lılara yönelik yürütülen operasyonlarda FETÖ'nün darbe girişiminde rol oynayan ve tutuklanan Tuğgenaral Salih Kırhan'ın askerleri bile bile ölüme gönderdiği ortaya çıktı. Sadece iki ayda teröristlerin EYP ile tuzakladığı sokaklara zırhlı araçlar yerine Kırhan'ın emriyle yaya gönderilen 60 asker şehit oldu."

Haberin sonunda bir bilgi notu da var:

"Hükümeti terörle mücadelede zayıf göstermeyi ve artan şehit cenazeleriyle toplumsal kavgayı körüklemeyi amaçlayan hain, darbe sonrası tutuklanmış."

Habere göre şikayetler artınca Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Nusaybin'e gitmiş ve incelemesinin ardından görev değişikliği yapılıp Kırhan'ın yerine başka bir general atamış.

Madem öyle bile bile ölüme gönderildikleri iddia edilen bu 60 askerin hesabı soruldu mu?

Sadece "görev değişikliği" mi oldu?

Şimdi ölüme gönderilen bu 60 askerin hesabını kim verecek, ailelerine kim hesap verecek?

Eğer 15 Temmuz darbesi olmasaydı bu "gerçek" gizli mi kalacaktı, kimse tarafından yazılacak mıydı?

KİLİS'TE ÖLDÜRÜLEN SİVİLLERİN HESABINI VERİN

Bir başka haber:

"FETÖ nokta verdi DAEŞ Kilis'i vurdu".

Ayrıntılar daha da ürkütücü:

"Kahraman Astsubay Halisdemir'in öldürdüğü FETÖ'nün generali Semih Terzi'nin, görev yaptığı Suriye sınırında tam altı ay boyunca DAEŞ'e koordinatlar verip Kilis'i bombalattığı ortaya çıktı."

Sırf Kilis merkezinde 22 kişinin yaşamını yitirdiği bu saldırıların amacı habere göre "Hükümeti aciz göstermek ve sınırdan başlayarak bir kaos oluşturmak için çalıştılar. 'Bakın hükümet ne kadar aciz kendi vatandaşını koruyamıyor. İl merkezlerine bomba atılıyor ama hiç kimse birşey yapmıyor' algısı oluşturmak için çalıştılar."

Eğer doğruysa iki haber de çok vahim.

"Eğer doğruysa" diyorum, çünkü bu iki haber de dün ve önceki gün "havuz medyası"nda yayınlandı.

AKP iktidarının sürdürülmesi için hiçbir yalan habere imza atmaktan çekinmeyen, yalan yanlış bilgilerle insanları hedef gösteren, gerçekleri ters yüz eden "havuz medyası" zaten bu iki olayda yitip giden canların hesabını sormak için yazmamış bu haberleri, eski ortağı "FETÖ"nün ne kadar eli kanlı, kendi askerlerini, yurttaşlarını amacına varmak için gözünü kırpmadan öldüren bir örgüt olduğunu kanıtlamak için gündeme getirmiş.

Haberler de bu işlevi gördüğüne göre, ne Nusaybin'de bile bile ölüme gönderilen 60 askerin, ne de Kilis'te bombalattıran 22 Kilisli sivilin hesabı sorulacaktır.

Dönem tersine dönse bu kez de bu generalleri "kahraman" bile ilan edebilir "havuz medyası". Yapmadığı birşey değil. "FETÖ" ile AKP ortak yapımı "Ergenekon" davası kocaman kirli bir çuvala dönüştürülürken, nasıl o zamanki subaylar "darbeci hainler" olduysa... AKP ortak değiştirip Ergenekoncularla ittifak yapınca da nasıl bu subayları "kumpas kurulmuş kahramanlar" yaptıysa...

İşte bu karanlıkta kalan gerçekleri ortaya çıkarmak için KHK'larla yönetilmeyen bir ülkeye, demokratik sivil siyasete, etkin bir parlamentoya ve en önemlisi bir de gerçek gazetecilere, "havuzdan beslenmeyen" özgür gazetelere, televizyonlara, haber sitelerine ihtiyaç var.

Çünkü Türkiye gerçekten karanlık bir tünelden geçiyor uzun süredir. Parlamentonun etkinliği azaldıkça, demokratik siyasetin kanalları tıkandıkça, iktidar güdümünde olmayan, soru soran, halkın gerçekleri öğrenme hakkı için gazetecilik yapanların sayısı azaldıkça bu karanlık daha da koyulaşıyor; üzerine gittikçe, sorulan sorulara alınan yanıtlar çoğaldıkça yeni karanlıklar, daha zifiri süreçler çıkıyor önümüze.

DEMİR, KAÇ GÜN CİZRE EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ YAPTI?

Bu karanlıklardan biri de Cizre'de 6-8 Ekim 2014 olaylarından sonra yaşanan cinayetlere, kazılan hendeklerin, örülen barikatların ortaya çıkış sebeplerine ilişkindi.

16 ve 17 Ağustos'ta yazdığım "Cizre'deki hendekte de, Dink cinayetinde de aynı parmak izi" başlıklı yazılarda bu sürecin karanlık noktalarına ilişkin soru işaretlerini gündeme getirmiştim.

İlk günkü yazının başlığı "Hendekler kapandıkça çocuklar öldürüldü"ydü. (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/08/16/hendekler-kapandikca-cocuklar-olduruldu/)

İkinci gün ise Cizre'de yaşanan karanlık sürece ilişkin soruyu başlıktan dile getirmiştim:

"Dink cinayeti zanlısı nasıl Cizre Emniyet Müdürü Yapıldı!" (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/08/17/dink-cinayeti-zanlisi-nasil-cizre-emniyet-muduru-yapildi/)

Yazıda sözü edilen Cizre'nin eski Emniyet Müdürü, aynı zamanda Dink davasının sanığı Ercan Demir'di.

Yazı üzerine Demir'in avukatı İsmail Emre Telci aradı. Görünen gerçekle, yaşanan olayların altında yatan soru işaretlerine ilişkin daha doğru yanıtların verilmesini istiyordu müvekkili için.

Avukat Telci görüşmemizde Dink davasında Demir'e yapılan suçlamalardan birinin FETÖ/PDY üyeliği olduğunu ancak müvekkilinin de söz konusu örgüt tarafından mağdur edildiğini, "FETÖ' dinleme dosyasında" yer alan bilgilere göre telefonunun "Hizbullahçı" olduğu gerekçesiyle bu örgüt tarafından dinlendiğini, yine bu yapılanmayla ilişkili polis şefleri tarafından İstihbarat Daire'den çıkışının verildiğini anlattı.

Avukat Telci'ye göre, 30 Aralık'ta Cizre Emniyet Müdürü olarak atanan Demir, araya yılbaşı ve hafta sonu tatili girmesi nedeniyle ancak 5 Ocak Pazartesi günü göreve başlayabiliyor. Zaten bir gün sonra da yani "personelle tanışma fırsatı bile bulamadan", 6 Ocak'ta Ümit Kurt cinayeti işleniyor.

9 Ocak'ta müvekkilinin izne ayrılarak Ankara'daki ailesinin yanına gittiğini, 12 Ocak günü Dink davasıyla ilgili olarak savcılığa ifade vermek için İstanbul'a gittiğini, Ankara'dan Cizre'ye dönmek üzereyken de Demir'in tutuklandığını anlatıyor Avukat Telci. Zaten müvekkilinin Cizre dışında olduğu tarihte yani 16 Ocak 2015'te de Nihat Kazanhan cinayetinin işlendiğini söylüyor.

Bu noktada birkaç soru geliyor akla.

Birincisi, Dink cinayeti zanlısı bir kişi, Türkiye'nin en gergin, en sorunlu kentlerinden biri olan Cizre'ye neden emniyet müdürü olarak atandı?

Bu soruya avukat Telci'nin verdiği yanıt dikkat çekici:

"Müvekkilimi oraya kimin tayin ettiğini, bu tayinin nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Ama inanın cevabını biz de çok merak ediyoruz."

Bu yanıt karşısında polis kökenli köşe yazarı Emre Uslu'nun 6 Şubat 2015'te Taraf'taki köşesinde yazdığı kuşku akla geliyor ister istemez. Şöyle diyor o yazısında Uslu:

"Belki de Demir'in hiç bu olaylardan haberi yoktur, adamın başına birileri bir şey sarıyordur. Mahkeme araştırmalı."

Gerçekten Demir'i emniyet müdürü olarak Cizre'ye gönderen o güç birşeyleri üzerine yıkmayı, gerçek sorumluları gözden kaçırıp onu mu hedef haline getirmeyi amaçlamıştı?

Konunun bu noktası karanlık.

İkinci soru da şu:

Cizre'ye tayin edilen Ercan Demir'e, Ankara'ya ailesinin yanına, İstanbul'a ifade vermeye gittiğinde, 10 günlük izne ayrıldığında kim vekalet etti, yani yokluğunda Cizre Emniyet Müdürlüğü'nün en tepe noktasındaki karar verici kimdi?

Belki de bu soruların yanıtları Cizre'de yaşanan karanlık süreci bir nebze olsun aydınlatacak, yeni ve daha can alıcı soruları gündeme getirecek.

Ancak bu soruları cesaretle soracak gerçek muhalefete, demokratik siyasete, kamu yararına yayın yapan bağımsız gazetecilere, gazetelere, sitelere ihtiyaç var.

'BU ATEŞ SİZİ DE YAKAR'

Gerçekten özgür basına ihtiyacın daha çok arttığı ama iktidarın bağımsız medyaya hiç tahammül edemediği bir süreçte Özgür Gündem Gazetesi basılmış, "arama" adı altında bilgisayarları, fotoğraf makineleri, arşivleri, kitaplıkları talan edilmiş, çalışanları yaka paça ters kelepçelerle gözaltına alınmıştı.

Çünkü AKP iktidarı bu ve benzeri konularda soru sorulmasını, karanlık olayların aydınlatılmasını istemiyordu.

Bu Roboski'de de böyleydi; "Çözüm Süreci"nin bittiği nokta olarak gösterilen Ceylanpınar'daki iki polisin öldürülmesi olayında da... Hatta, polis cinayetlerini PKK'nin işlediğini öne süren AKP, konu hakkında HDP'nin verdiği araştırma önergesini MHP ile birlikte reddediyordu. Aynı AKP, 15 Temmuz darbesini araştırmak için TBMM'de kurulması kararlaştırılan komisyona üye vermeyerek çalışmasını engelliyordu.

Çünkü bu karanlıktan yararlanan bir iktidar olma anlayışıyla karşı karşıyayız. Bu yüzden de HDP'li vekiller de özgür medya da AKP'nin hedefinde.

Bunu en güzel anlatan fotoğraf Özgür Gündem Gazetesi'nin Taksim'deki binasında vardı. İndirilmiş bir günlük gazete kepengi ve üzerine vurulmuş mühür.

Bu aslında sadece bir günlük gazeteye değil, yaşadığımız kanlı gerçeklerin de üzerine vurulmuş bir mühürdü.

1992'den bu yana 50 defa yayını durdurulan; yazarından dağıtımcısına 24 yılda 89 çalışanı öldürülen, binası bombalanan, farklı isimlerle yayın hayatını sürdürmek zorunda kalan bir günlük gazeteye vurulan kim bilir kaçıncı darbeydi bu. Ama Özgür Gündem çizgisi, her seferinde küllerinden daha güçlü bir biçimde yarattı kendisini.

1994'de kapatılan ve isim değiştirmek zorunda kalan Özgür Gündem gazetesi 17 yıl aradan sonra, 2011 Nisan'ında yeniden eski adıyla yayın hayatına başlarken rahmetli Mehmet Ali Birand köşesinde "Şimdi günah çıkarma zamanı" demişti:

"Özgür Gündem'i korumalıyız...

Kürt basınının simgesi sayılan Özgür Gündem, yeniden yayın hayatına döndü.

Hoşgeldi... Ancak, sempati mesajlarının ötesinde şimdi hepimize bir görev düşüyor. Bu gazete çalışanlarına borcumuzu ödeme zamanı geldi.

1990'ların o korkunç savaş ortamında, Özgür Gündem'in 76 çalışanı devlet tarafından öldürüldü. Muhabir ve editörleri 150 yıla varan cezalara çarptırıldı. 1994'te kapatıldı.

Tek suçu, Kürt sorununda resmi ideoloji yerine, PKK ve ona sempati duyanları desteklemesiydi. Ne fikir özgürlüğü, ne özgür basın ilkeleri önemsendi. Devlet bu gazeteyi resmen parçaladı.

Daha da ağır olanı, bizler Türk medyası olarak, bu cinayeti sadece seyrettik. Bazılarımız alkışladı ve susturulması gerektiğini yazdı.

Şimdi, günah çıkarma zamanı. Koşullar değişti, yeni bir Türkiye kuruluyor. Bundan böyle Özgür Gündem'lere kol kanat germemiz gerekiyor."

Nerde... Şu anda koşullar, biat etmiş merkez medyada Mehmet Ali Birand gibi gerçek gazetecileri barındırmayacak kadar ağır.

Başarısız darbe girişimlerini, ilan edilen OHAL'i bahane ederek Özgür Medyayı susturmak isteyen bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız.

Bu anlayışa teslim olmak demek, aynı zamanda Roboski'de bombalanan sivillerin, Ceylanpınar'da öldürülen polislerin; Sur'dan Şırnak'a yakılan yıkılan kentlerin, öldürülen yüzlerce insanın, Nusaybin'de göz göre ölüme gönderilen 60 askerin, Kilis'te bombalatılan sivillerin, Türkiye'yi uçuruma sürükleyecek olan 15 Temmuz darbesinin de karanlıkta kalmasını sağlamak demektir.

AKP de zaten iktidarını sürdürebilmek için herkesi kör eden bir karanlığın peşinde.

Haydi bunu, Özgür Gündem Gazetesi'nin, Özgür Ülke adıyla yayınını sürdürürken 1994'te bombalanmasının hemen ertesi günü çıktığı manşetle anlatalım bir de:

"Bu ateş sizi de yakar!"