YAZARLAR

Muz cumhuriyeti ve kararname cumhuriyeti

Batılılar anlamıyor meseleyi, kabul. Anlamak onların işi değil, çıkarlarını korumak onların işi. Peki “bizim çıkarımız”ın demokrasi ve hukuk dışına çıkmakta olduğundan emin miyiz?

Gözaltı sayısı 40 bini geçti. Kamuda işten el çektirilenler 80 bini buldu, görevden çıkarılanlar 5 bini aştı. Tutuklananların sayısı 20 binin üstünde. Sayılar artacak.

Kabus gecesinden sonra olağanüstü şeyler olması kaçınılmazdı. Olağanüstü hal ilanı, eleştirilerdeki tüm haklılık paylarına rağmen, makul bulunabilir. Doğan Akın’ın t24’teki ifadesini tekrar etmek gerek yine de, önemli bir vurguydu:

“… demokratik hakları askıya alacak bir olağanüstü hâl uygulaması, darbe girişimini demokratik güçleriyle bastıran Türkiye'nin tarihsel tavrına karşı tutarlı bir cevap olmayacak. Devlete sokağa çıkma kısıtlamalarından haberleşmeye el koyma imkânlarına uzanan bir dizi antidemokratik uygulama için yasal zemin sağlayan olağanüstü hâl uygulaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin halka direnme çağrısı yaptığı medyadan ve darbeye direnen meydanlara uzanan çok geniş bir alanda ciddi kısıtlamalar getirecek.”

OHAL GEREKLİ MİYDİ?

Tekrar edelim: Darbe girişimini demokratik (olağan da diyebiliriz, yazarın izniyle) güçleriyle bastıran Türkiye’nin tarihsel tavrına karşı tutarlı bir cevap olmayacak.”

OHAL konusunda önemli sözler söyleyen bir isim de Diken’de yazan sevgili Murat (Sevinç) hoca oldu; özellikle “OHAL kararnameleri ya da kararnameyle yönetilmek…” başlıklı makalesi önemli vurgular içeriyor.

Evet, olağan güçlerle, silahlı darbe girişimi bile bastırılabildiyse, devamını olağanüstü hal ile getirmek hiç de gerekli değildi. Fakat gerekli görüldü, o halde artık doğru kabul edip devam edelim.

HUKUKSUZ HUKUK

Hukuki olağan üstü hal, fiili olağanüstü hale karşı sistemin öngördüğü cevaplardan biri.

Öne sürüldüğü gibi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni askıya aldığı filan da yok, o sözleşmede de öngörülen özel bir hukuk rejimine geçmek demek. Sözleşme, yaşam hakkının, masumiyet karinesinin, kanunilik ilkesinin, orantılılık gereğinin askıya alınması ya da kısıtlanmasına cevaz vermiyor; işkence yasağı da mutlak koruma altında. Demek ki (Anayasa 90’ıncı maddenin de delaletiyle) evrensel hukuk prensipleri ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler ve iç hukukun üstün prensipleri olduğu gibi duruyor. Uyulmak mecburiyeti var. Kafanıza göre iş yapamazsınız.

*

OHAL ilanından bu yana gözlediğimiz uygulamalar, uluslararası sözleşme, Anayasa ve yasalarda düzenlenen OHAL ilkelerine uymuyor.

İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin görüntüler, bizzat resmi haber ajansı ile hükümete müzahir yayın organlarından yayıldı, o görüntülerin kendileri de ayrıca yasak! Gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, tek başına işkence yasağına girebilecek bir karar.

Bir gün yetmez, anladık; hadi her şeyi zorlayıp dört gün de yetmesin diyelim (çünkü yargıç ve savcıların üçte birine el çektirmişseniz ve 40 bin kişiyi göz altına almışsanız, hiçbirine bir şey sormadan dört gün içinde bürokratik işlemleri bile doğru düzgün yapamayabilirsiniz) fakat 30 gün ne? Üç aylık OHAL’in üçte biri kadar uzun bir gözaltı süresinin anlamı, mantığı ne? O zaman niye o da üç ay değil? Bu bir “gözaltı” değil, bu bir tutuklama. Hakim kararı olmadan 30 gün tutuklama, kararnameyle.

TBMM’SİZ DÜZEN HAYIRLI OLUR MU?

OHAL, OHAL ilanına yol açan durumun ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirleri alma ve uygulama yetkisi demek. Ölçülü biçimde. CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun infaz indirimi kararları nedeniyle haklı biçimde feryat ettiği gibi TBMM’nin yetkisini gasp etmek, kararname yetkisini aşmak, OHAL hukukunu da çiğnemek demek. Tek “gasp” bu da değil, ordunun yapısının değiştirilmesinden, kimyasal hadıma varana kadar çok sayıda yasa gerektiren ya da yasası zaten var olan ve değişikliklerin de ancak yine yasayla yapılması gereken iş, kararnamelerle hal edildi, ediliyor. Genelkurmay Başkanlığı'nı yasama isterse Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi’ne bağlar, Kararname ile bunu yapmak ihlal. TBMM’siz düzen hayırlı olsun mu diyelim? Desek de olur mu?

Bu ne? Devlet yeniden yapılandırılıyor. Nasıl? Kararnameyle. Peki Meclis’teki “Anayasa görüşmeleri” ne işe yarar? Hiç. Kararnameleri seyretmeye. Meclis? Darbeciler bombalayınca Meclis öldü mü sayıldı? Galiba. Ama darbeciler vurmadan da Meclis hayli işlevsizleştirilmemiş miydi?

Neyse, kararname meselesine dönelim.

ÖYLE BİR TORBA Kİ

Resmi Gazete’de 23 Temmuz 2016 Cumartesi günü yayınlanan “OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA ALINAN TEDBİRLERE İLİŞKİN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME” de bir ifade ikinci maddede karşımıza çıktıktan sonra sık sık tekrarlanıyor:

“Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen…” kişi, kurum ve kuruluşlar, OHAL’in hedefi.

Bu ifadelerin yol açabileceği sorunlara Tarhan Erdem ve Murat Özveri dikkat çektiler. Tarhan Erdem t24’te, Murat Özveri, Evrensel’de yazdı.

*

Bu ifada neden bu kadar çok kişinin kamuda açığa alındığını, neden bu kadar çok kişinin gözaltında olduğunu, neden bu kadar çok kişinin tutuklandığını anlatıyor. İlan ediyor. Öyle bir “torba” açıyor ki, içine kimi koysanız, uyar.

Şöyle diyor Kararname’deki akıl: Aidiyet (üyelik diyelim), iltisak (üye değil ama yakın ilişki içinde) ve irtibat (üye değil, yakın ilişkide de değil ama bağ var) herkes, benim hedefim. Yakalarım. Sorgularım. Tutarım. Tutuklarım.

NASIL AYIRACAĞIZ?

OHAL bir hukuki müessese ise, ne kadar olağanüstü olursa olsun, hukukiliği gözetmek zorunda. Darbecilere ceza verilecek. Verilmeli. Darbe fiilinde yer alanlar muhakkak bulunmalı. Cezalandırılmalı. Darbenin arkasında bir (Sadece bir mi? Sahi?) örgüt varsa, örgüt çökertilmeli. Tartışmak bile abes.

Peki, hukuki olmayan iltisak ve irtibat kavramlarıyla ne yapılabilir? Yıllar yılı, “meşru bir toplumsal oluşum, bir dinsel cemaat, ılımlı, diyalogcu bir yapı, devletten haksız yere uzak tutulan dindarlardan müteşekkil bir iyilik abidesi” diye propagandası yapılıp, bu propagandası devletlular nezdinde de itibar görmüş bir yapıyla “irtibat ve iltisak” içinde olmak, “darbeci olmak”la eşitlenebilir mi? Eşitlenirse geriye kim kalır? Vaktiyle yanılıp övmüş olanlar, ilişkiye geçmiş olanlar, bağ kuranlar, selamını alanlar, selam verenler, nasıl ayrılacak? “Aidiyet” anladık diyelim, “iltisak ve irtibat”ı nasıl ayıracağız?

Esasen ayırma yolu basit: Darbe fiiline girişenler, darbe fiiline girişenlere yardım edenler, darbe fiilinin gerçekleşmesi için görev alanlar, delilleri de ortaya konularak alınır. Hukuk çünkü fiillerle ilgilenir. Düşünceler ve duygular, hele de geçmişteki düşünceler ve duygular, kendi başına ceza soruşturması ve kovuşturması konusu olamaz, olursa kimse altından kalkamaz.

BATI ANLAMIYOR DA…

Ne oluyor? Kararname ile yeni yapı kuruluyor. FETÖ/PDY olarak adlandırılan örgütle mücadele ve darbecilerin cezalandırılması başlığı altında, kanun hükmünde kararnamelerle yapılamayacak işler yapılıyor. Darbe karşıtlığının birleştirdiği geniş bir toplumsal ve siyasal mutabakat, demokratikleşme yolundan hızla çıkmanın bahanesi haline getiriliyor.

Batılılar anlamıyor meseleyi, kabul. Anlamak onların işi değil, çıkarlarını korumak onların işi. Peki “bizim çıkarımız”ın demokrasi ve hukuk dışına çıkmakta olduğundan emin miyiz? Bu yol darbecileri cezalandırma yolu mu, gelecek günlerde masumlarla eşitleyip aklama yolu mu?

Darbeciler, “muz cumhuriyeti” kuracaktı; darbe girişimi muz orta olarak görülüp “kararname cumhuriyeti” kuruluyor.