YAZARLAR

Cehennemin yolu darbelerle döşendi

Ergenekon ve askeri darbelerle yargı önünde hesaplaşmak için oluşan iradeyi baltalamak, cemaatin demokratikleşme çabalarımıza indirdiği ilk darbe olmuştu. Davaları bir hukuk çalımıyla kirletti, saygınlığını zedeledi.

-şehit ve gazilere, 15 Temmuz gecesi sokakta olan herkese saygı ve minnetle- 

15 Temmuz gecesi kanlı kalkışmaya girişen örgüt, nasıl bu denli güçlendi ve kökleşti, hangi kaynaklardan beslendi sorusuna çok çeşitli cevaplar verildi. Ancak darbelerle ilişkisi pek kurulmadı. Gülen grubundan Gülen cemaatine, hizmet hareketine ve paralel devlet yapılanmasına evirilen örgütün oluşum ve gelişim süreci, ülkemizin darbeler tarihine denk düşmekte. Düzen(!) kuran, kendini “kurucu irade” olarak isimlendirme cüreti gösteren darbecilerin Fethullah Gülen ve örgütüne “himmet” ettikleri gözden kaçmamalı.

15 Temmuz cehenneminin yolu 27 Mayıs 1960 darbesiyle döşenmeye başlandı. Darbeden sonra yazılan anayasa ile demokratik denge denetleme mekanizmaları kurmak yerine demokrasinin ruhuna tümüyle aykırı olarak seçilmişler üzerine atanmışların vesayeti getirildi. Seçmen iradesini parçalamak için de sağ siyaseti bölme yoluna gidildi. Statükonun korkulu rüyası olan çoğunluk iradesinin, Demokrat parti benzeri bir tek parti üzerinde toplanmasını engelleyen özgürlükleri kısıtlayarak parti kapatmaları kolaylaştıran bir siyasal düzen geldi. Seçilmiş iktidarın, ordu, yargı, senato ve cumhurbaşkanlığı makamından oluşan vesayet odaklarınca kısıtlandığını hepimiz biliyoruz. Bu süreçte milli görüş çizgisinin dışlandığını ama bu çizgiyle de hiçbir zaman uyuşmamış, riyakârca siyasal taleplerini ve kendilerini gizlemeyi seçmiş Gülen grubunun makbul dindarlar olarak devlet kadrolarında yer bulduğunu aklımızdan çıkarmayalım.

12 Mart muhtırasıyla Türkiye’de sol sosyalist grupların da tırpanlanarak ayrıştırıldığını hatırlayalım. Kürt siyasallaşma taleplerinin de aynı yöntemlerle baskılandığını da hatırlarsak dindarların ayrıştırılması, Gülen hareketi ve 15 Temmuz kalkışmasıyla askeri darbe zihniyeti arasındaki ilişkiyi kolayca kurabiliriz. 12 Eylül de milliyetçi kesimin içinden dindarların dışlanıp, devletçilerin makbul hale getirilmesi işlevini üstlenmişti. Vesayet odaklarına, YÖK gibi anayasal kurumları da ekleyerek, siyasetin dışında kalan alanları da statüko adına temizlemeyi(!) mümkün kıldığını zaten biliyoruz. Ancak 80 darbesinin, güya din algısını Arap etkisinden kurtarmak adına, kendini artık Türk İslam’ı(?) kılıfıyla sunan Gülen’i, hizmet hareketine dönüştürdüğünü pek az kişi fark etmekte. 28 Şubatla doruğa çıkan dindar avında Gülenle ilişkisi olmayan dindarların üniversiteden, kamudan, ordudan ihraç edildiğini de bilmezden gelen pek çok. Darbeye “hayırlı olsun”, başörtüsüne “fürûat” deme kıvraklığıyla mensuplarının atılmak bir yana kamuda yerini sağlamlaştırması günümüz için mutlaka hatırlanması gereken bir gerçek.

1961 anayasasından günümüze siyasal alanda çoğu zaman iktidar olup da muktedir olamayan sağ siyasete mensup hükümetlerse hep darbecilerin kurduğu düzene rıza ile vesayetçilerin kolladığı mevcut kadrolarla çalışmak durumundaydı. Ak Parti iktidarıyla cemaat arasındaki çatışmanın, iktidarın vesayet mekanizmalarını bertaraf etmeye giriştiği yıllarda başladığını hatırlanmalı. Güce tapan hizmet hareketinin, hangi parti ve hangi siyasal eğilim olduğu fark etmeksizin iktidara yapışarak büyümeyi sevdiği halde 2008 sonrası gücünün doruğuna yükselmekte olan Ak Parti iktidarıyla çatışmasının bir izahı olmalı. Büyük ihtimalle eski vesayet döneminin darbecileriyle kurduğu ilişkiyi Ak Partiyle devam ettiremeyeceğini bilmesi, nedenlerden biri. Aynı zamanda 15 Temmuz kalkışmasının nedenlerinden birisi de...

15 Temmuz FETÖ kalkışması, Gülen’in ilk darbesi değil. Soğuk savaşın gizil gücü, Ergenekon adıyla kamuoyu hafızasına yerleşen kontrgerilla yapılanması ve askeri darbelerle yargı önünde hesaplaşmak için oluşan siyasal ve toplumsal iradeyi baltalamak, cemaatin demokratikleşme çabalarımıza indirdiği ilk darbe olmuştu. Darbe ve darbe teşebbüsü davalarını bir hukuk çalımıyla kirletti, saygınlığını ve davalara olan güveni zedeledi. Bir başka hukuk çalımıyla da hüküm giymiş darbecilerin salıverildiğini biliyoruz. Darbeci zihniyetle hesaplaşarak askeri darbe üreten mekanizmaları tarihe gömmemiz Gülen’in paralel devlet yapılanmasınca engellendi.

ETÖ ile FETÖ arasındaki çarpık ilişki, şimdilerde, temyizi bekleyerek aklanmak yerine nedense usulsüzlükten salıverilmeyi tercih etmiş hükümlü generallerin, masum ve mağdur melekler(!) olarak takdimine yol açıyor. Kumarda her zaman masa kazanırmış. Ülkemizde de karlı çıkan hep darbeciler oluyor. Kurulan masayı, darbe anayasasını, değiştirmediğimiz için böyle elbette.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.