YAZARLAR

Milletim sana söylüyorum…

İdam, Kerry’nin “NATO demokrasisi” çıkışına Ankara’nın cevabıdır. Yoksa, idamın Batı ile ittifaka son demek olduğunu Erdoğan herkesten iyi bilir. Onun için “Onaylarım” diyor zaten.

“İdam isteriz!” Coşkuyla. Neşeyle. Arzuyla. Hınçla haykırılıyor. “İdam isteriz.”

Meydanlarda ilk defa duymuyoruz. Siyasal otoritelerin bu haykırışlara sempatisi de yeni değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başbakanken, örneğin 2012’de de idamı gündemleştirmişti. Ondan da kısa süre evvel, 12 Haziran 2011 seçimindeki mitinglerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi idamı kaldırmaya onay vermekle, yani İmralı’da tutulan Abdullah Öcalan’ın asılmasını engellemekle “suçlamış”tı.

Fakat 15 Temmuz darbesinden sonra her meydandan yükseliyor ses, siyasi otorite de neden olmasın beyanlarıyla idamı (geri) getirmeye hazır gibi yapıyor. “Demokrasilerde halk bir şey isterse, parlamento konuşur.” Eh, Cumhurbaşkanı böyle demişse parlamentoya nasıl inmez? “Önüme gelirse onaylarım.” E o zaman önüne nasıl gitmez?

BATI İLK DEFA DUYUYOR

Fakat eskileri hatırlayınca biliyoruz ki, idam her konuşulduğunda Meclis’e gelmiyor. Gitseydi, selef Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Erdoğan’ın dediğinden farklı bir şey der miydi? Hadi birine seçim stratejisinin, diğerine Erdoğan ve kurmaylarının gündem belirleme taktik becerilerinin bir gereği diyelim; peki şimdi neden bu kadar sık dillendiriliyor? Neden sanki yine çıkarılacakmış gibi yapılıyor? Bu sefer öncekilerden farklı mı acaba?

En önemli fark, daha önce dillendirildiğinde Batı’dan pek ses duymamamızdı; o zamanlar ses etmeyen Batılı liderler şimdi pür dikkatler. İşte Yenikapı mitinginin Almanya’daki ilk yarattığı yankı idam oldu filan. Sanki ilk defa söylendi.

ANAYASA MADDE 90

Darbe var, cürüm büyük, kamuoyunun arzusu had safhada, bu sefer eskisi gibi değil, çıkar mı çıkar denilebilir. Fakat idam sadece parlamentoda alınacak bir karar anlamına gelmiyor. Öyle olsa kolay: AK Parti ile MHP’nin oy toplamı 357 yapıyor. (Konu idamsa, CHP ile HDP’nin itirazları teferruattır.) Doğrudan onaylanmaz ama referanduma gider. Sonucu kestirmek de kolay: Tabii ki onaylanır! Yüzde 65’i bulabilecek bir oranla.

Hemen denilecek ki, mesele Anayasa değişikliğinden ibaret değil, çünkü o yetmez! Evet, sadece bir maddenin değişmesi yetmez. Örneğin, çok iyi bilindiği ve sık sık söylendiği gibi, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de değişmeli. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi ise Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin hükümlerinin iç hukuk normlarıyla çatıştığı durumlarda, çatışma temel hak ve özgürlükler alanında ise, uluslararası hükümlerin esas alınacağını hükme bağlıyor. Özeti şu: Temel hak ve özgürlüklerde uluslararası anlaşmaların içeriği, iç hukuk değişiklikleriyle aşılamaz. En özeti: Uluslararası anlaşmalar (Örneğin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin hükümleri) yürürlükteyken, Anayasa toptan değişse de idam getirilemez.

ERDOĞAN SANKİ BİLMİYOR!

Erdoğan, başbakanlığı döneminde Bahçeli ile tartışırken de, grup toplantılarında konuşurken de, gazetecileri yanıtlarken de bütün bunları biliyordu elbette. Dolayısıyla, “İdam gelirse AB süreci biter” filan gibi kehanetlerin gerçekte hiç mi hiç anlamı yok. İdam gelse bile geriye yürüyemeyeceği, dolayısıyla darbeciler dahil kimseye uygulanamayacağını filan söylemek de pek anlamlı değil. Çünkü aynı şekilde bunları da çok iyi bilir Erdoğan ve kurmayları. Dertlerinin “kamuoyunu oyalamak, kandırmak, gündem değiştirmek” filan olduğunu söylemek de bir şey söylemek olmaz. İdam dışında çok yol ve yöntem bulabilirler bunun için, daha önce sayısız defa buldukları gibi. Kürtaj örneği yeterli. İdam konusunda halkı ikna etmek için dil dökmesine de gerek yok iktidarın; Erdoğan’ın karizmatik liderliğini hatırlatmamız bile gerekmez, idam toplum istediği için kalkmadı Türkiye’de. Oylatmak demek onaylanmış bilin demek. Meseleyi “Bu toplum idam ister”e getirip bağlamaya çalışmıyorum; sadece Türkiye’de değil “insan hak ve hürriyetleri”nde gıpta ile bakılan birçok toplumda idamı referanduma götürmek geri gelmesine yol açabilir! ABD’de götürseniz, kalkmasını sağlamanız mümkün olmayabilir filan.

MİLLETİM SANA SÖYLÜYORUM…

Toplarsak: Erdoğan’ın toplumu ikna edememek gibi bir derdi yok. Örneğin çözüm sürecine de, çözümü buzdolabına kaldırıldığını söylediği çatışmalı sürece de destek bulmayı başarabildi çok kısa süre içinde. AK Parti’nin parlamentoda idamı geçirmesinin önünde de bir engel yok; konu idamsa CHP ve HDP teferruattır, çünkü MHP var. En fazla referandum olur. Orada da Erdoğan’ın istediği olur.

O halde Erdoğan kime konuşuyor? Topluma konuşurken görüyoruz ama bu konuşmada bir sorun yok, fikirler bir, gönüller bir, hedefler bir. Konuşmaz yapar, mesele bu olsa.

Konuşuyorsa, işitmesini istediği birileri olduğu için konuşuyor elbette. Eğer bunlar meydanlardakiler değilse, kim? Erdoğan’ın sesini duyurmak istediği kişiler, idamın önündeki tek engelin sahip ve bekçileri aslında: “Taraf olunan uluslararası anlaşmalar”ın tarafları…  Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, NATO kamuflajıyla ABD… (NATO kamuflajı şart, çünkü zatın kendisi idam şampiyonlarından.)

Tekrar toparlayabiliriz o vakit: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı idamı gündemleştirirken, meydanlardaki kişilere konuşmuyor. Onları aldatmıyor hayır, onlarla birlikte siyaset yapıyor. Liderle meydan arasında yankılanan idam sözü, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve NATO yöneticilerine işittiriliyor. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit siyaseti. Özet: İdam, bu kurumlardan gelen eleştiri ve uyarıların tümüne bir cevap.

VE KERRY VE MOGHERİNİ VE…

18 Temmuz 2016’da Brüksel’de ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini gazetecilerin karşısına çıkıp ne demişti? “NATO üyesi olmak demokrasiye saygı gerektirir.” Kerry’nin oradaki sözleri, “NATO, Türkiye’nin üyeliğini gözden geçirebilir” tercümesiyle verilmiş, sonra da “Hatalı tercüme” denilerek iş kabak tadına bağlanmıştı.

Ankara da işte NATO elbiseli ABD, onun yanında sessiz bir gölge gibi duran AB’ye cevap veriyor: “O zaman sen yoluna, ben yoluma. Sen canının çektiğine demokrasi dersen, ben de canımın çektiğine derim.”

Bir zamanlar bu konuşma, herkesin birbirine ne kadar demokrat olduğunu söylediği küresel cilveleşme şeklindeydi. Şimdi fiskos masasının Batı tarafı, yıllar yılı demokrat diye iltifatlar yağdırdığı yerde diktatör görüyor. Erdoğan’sız Türkiye mi hayal ediyor? İktidar da öyle anlıyor ki cevap veriyor: Türkiye’siz yürürsün o zaman… (Mesela beraber çamurlandığımız Suriye yollarında)

İnsan yoksa Putin'e niye iki günde on defa “dostum Viladimir” der?