YAZARLAR

Ortak düşman karşıtlığında gelişen barış

Geniş kitlelerin en azından temsilcilerinin bir kısmının yan yana gelebilmesi de kutuplaşma iklimi açısından umut barındırabilir.

15 Temmuz’dan bu yana herkes kendince büyük resme işaret etti. Benim neyim eksik, ben de büyük resme işaret edeceğim. Muhtemelen şimdiye kadar işaret edilmiş en büyük resim de bu olacak.

İnsanlık tarihi boyunca teknolojinin lokomotifi silah üretimi olmuş, silah yapmak için geliştirdiği teknikler başka gereçlerin de üretilmesine yardımcı olmuş çoğunlukla. İlki taş baltadan uzay teknolojisine kadar bu durum geçerli. 2001: Bir Uzay Macerası filmindeki insansının ilk silah olarak havaya fırlattığı kemiğin üzerine binen uzay gemisi imgesi tesadüf değil yani.

OLDOWAN TAŞ BALTA

En önemli icat denince akıllara iyi ihtimalle tekerler kötü olasılıkla cep telefonu geliyor ama ilk oldowan taş balta insanın tarihini geri dönüşsüz biçimde etkiledi. Paleolitik ve Mezolitik çağlar boyunca insan eliyle gerçekleşmiş toplu cinayetler insanlık tarihindeki kırılmanın başlangıcına işaret ediyordu. İnsan artık kendi fiziksel kapasitesinin fersah fersah ötesinde öldürme kapasitesi ile donanmıştı. Buradaki “kendi fiziksel kapasitesi” ifadesi göründüğünden daha önemli olabilir. İnsan türü en azından birkaç yüzyıl boyunca fiziksel olarak şimdikinden pek az farklıydı. Orta Afrika’nın doğusunda çok ciddi bir fiziksel çabanın gerekmeden hayatın sürdürülebildiği o verimli topraklarda (o zamanlar verimliydi) yaşayan pofuduk bir primat grubu işte. Ciddi bir silahı yok. Kas gücü diğer primatlarla karşılaştırıldığında komik durumda. Gorillerle hiç karşılaştırmayalım, ufak tefek görünen şempanzeler bile bugün profesyonel bir sporcunun yaklaşık 2 katı kas gücüne sahip. Böyle olduğu için de saldırganlığı ketleyen mekanizmaları çok da gelişmemiş. Bir çatışma olduğunda itişip kakışıyor, birbirine bir iki şaplak atıyorlar en fazla. Ünlü etolog Konrad Lorenz ciddi silahlarla donanmış türlerin saldırganlığının sonuçları ciddi olacağından saldırganlıklarını ketleyen mekanizmaların zaman içinde kuvvetlenmek zorunda kaldığından bahseder. Kuzgun bakımı sırasında sarsak davranırsa yavrusuna ölümcül bir hasar verebilir ama güvercin evrimsel olarak o kadar da ketlenmek zorunda değildir Lorenz’e göre. Peki ya insan?

DENGE İÇİN DESPOTİZM!

İnsan evrimsel olarak hazır olmadığı silahlarla donatmış olarak buldu kendini. Bu silahların kendi türüne karşı kullanımı da insanlık tarihini büyük ölçüde belirledi. Tür için oldukça tekinsiz olan bu durumu dengeleyen başka düzenekler de mevcut aslında. Bunlardan birisi -kulağa garip gelse de- despotizmdir. Evrimsel açıdan insan gruplarının goril gruplarını andırır bir sosyal hiyerarşiye sahip olmasından bahsediyorum. Oldukça dikey ve geçişkenlik barındırmayan bir hiyerarşi. Bu yapı nedeniyle goril grupları uzaktan oldukça çatışmasız görünürler. Çatışacak bir konu yoktur çünkü alfa dominant goril tüm otoriteye sahiptir. Otoritesinin tesisi ve idamesi için şempanzelerdeki gibi koalisyonlar kurmasına da gerek yoktur. Alfa dominant goril darbeyle gelir ve darbeyle gider. Bu darbelerin arasında da grupta çatışma olmaz çünkü kaynak dağıtımı ve diğer bütün inisiyatif şefin elindedir. Kaza ile grup içinde bir çatışma yaşanacak olsa da şefin çatışanları bizzat cezalandırmasıyla sonlanacağından çatışma iyice anlamsızdır. Grup şefin baskınlık sinyallerine sadece şefle değil kendi aralarında da çatışmadan kaçınarak yanıt verir. Anlayacağınız goril topluluklarında suç oranları çok düşüktür. Çok sorunlu bir seçim olmasına karşın 1982 anayasasının toplumun büyük kesimince kabul görmesini belki bu açıdan okuyabiliriz. Diğer herkesi sindiren tek ve mutlak bir otorite tesis olunca grup içindeki çatışma azaldı ve insanların bazıları bunu yeğleyebildi.

GÜNAH KEÇİSİ

Grup içi çatışma ve dolayısıyla saldırganlığın engellenmesine yönelik bir başka mekanizma da “günah keçisi” fenomenidir. Çeşitli sosyal atomların birbiriyle itiş kakış halinde olduğu karmaşık bir çatışma matriksinde (at izinin it izine karıştığı durumu tarif etmeye çalışıyorum) tehdidin nereden geldiğini öngörmek kolay olmadığından bir toplumdaki her grup çeşitli kombinasyonlar halinde başka gruplarla çatışır. Suriye ve ortadoğu coğrafyasındaki karmaşık ittifak ve husumet kombinasyonları bu duruma iyi bir örnek olabilir. Ülkemizin reel politik arenası da bu karmaşık ve geçişken ittifak-husumet matriksine fena bir model olmayabilir. İşte bu çoklu çatışma ortamında bir gruba işaret edilip bütün husumetin kaynağı olarak etiketlenmesi grubun geri kalanına huzur getirebilir. Tarih boyunca Afro-amerikalılar, kadınlar, eşcinseller, Yahudiler bir toplumun içerisinde etnik ya da sınıfsal gerilimleri paratoner gibi üzerlerinde toplayarak toplumun geri kalanı arasında geçici bir barış vesilesi olmuşlardır.

Türkiye’de darbe girişimi sonrasında görünen birlik duygusu da benzer bir dinamiğe sahip. Üstelik bu sefer günah keçisinin gerçekten günahı var. Hem de epeyce günahı… Böylelikle ancak ortaklaşabildikleri bir düşman vasıtasıyla birbirlerine duydukları düşmanlıktan kurtulabilen grupların -en azından- yan yana durabilmelerine tanıklık ediyoruz. Bu da işe yaramazsa sıradaki günah keçisi alanlara davet edilmeyerek rezerve edilmiş durumda hem de.

Bu tabloda umuda yer var mı peki? Var elbete. Öncelikle şunun adını koyalım, ülkede bir darbe girişimi halkın kahramanca gayreti ve canı pahasına fedakarlığı ile engellendi. Bu iradenin arkasındaki saik ne olursa olsun umuda kontenjan barındırır. Geniş kitlelerin en azından temsilcilerinin bir kısmının yan yana gelebilmesi de kutuplaşma iklimi açısından umut barındırabilir. Son olarak bu analiz iktisat ve dış politika gibi son derece belirleyici paradigmalara temas etmediğinden eksiktir ve durumu tam olarak açıklamaz. İnsan türünün başka bir özelliği de budur işte, tam olarak anlamadığında umut etmeye meyyaldir. Umalım ki bu analizin eksik parçaları bu dinamikleri toplumsal barış lehine kullanma iradesini göstersinler.