Yaz kitapları: Kişisel gelişimle yeni bir dine doğru mu?

Yeni dönem kitaplar tanrılaşma-ortak yaratıcı olma ve bu gücü kendinde taşıma, şimdi’de bulunma, kabullenme ve bırakma ile her şeyin geçiciliği çerçevesinde şekilleniyor.

Google Haberlere Abone ol

Ülker Şener

Eskiden gazetelerin kitap eklerinde yazın-tatilde okunacak kitap önerileri yapılırdı. Demek ki yazın okunacak kitaplar ile kışın okunacak kitaplar farklı oluyor derdim. Birkaç gün önce büyük kitapevlerinin birkaçına baktım, haftalık bir iki gazeteye, hâlâ öneride bulunanlar var. Bu önerilerin bir etkisi olduğunu düşünüyor muyum, belki geçmişte, ama şimdi değil. Yaz için önerilen kitaplara baktığımda gördüğüm kolay okunabilen, eğlenceli, polisiye ya da aşk romanları. Kimse yazın Dostoyevski okuyun demez. Onun için kışı beklemeniz gerekir.

Dışarıda yağmur yağıyor, hava soğuk, çay demleniyor ve siz Kirilov’un(1) tanrılaşmak üzerine tartışmalarını okuyorsunuz. Bu tanrılaşma meselesi yeni dönem kitapların da popüler konularından, tamamen farklı bir biçimde ele alınsa da. Artık kimse tanrıyla tartışmıyor, onu öldürmeye kalkışmıyor ya da ondan hesap sormuyor… "Neden tanrım, neden bunca acı?" demiyor. Onunla son derece uyumlu bir tanrılaşma söz konusu, tanrıyla bir olma hali. Elbette tanrıyla bu bir-bütün olma haline, Hallac-ı Mansur’un Ene’l Hakk (Ben Hakk’ım, Haktan Gayrı bir şey değilim) ya da Beyazid Bistami’nin "Hakk’ta yok olmak" dediğimiz bir felsefi temel eşlik etmiyor. Bu Tanrının, Spinoza’nın doğayla, evrenle yaşamla bir tuttuğu sonsuzca olan Tanrıyla da pek bir ilgisi yok. Yeni tanrılaşma eğiliminin temel özelliği, tanrıyla birlikte yaratma ve ortak yaratıcı olma. Durum bu olunca birey için çıkan sonuç da şu oluyor: Madem ben yaratım sürecinin ortağıyım, benim istemediğim hiçbir şey olmaz, tüm gerçekliğimin sorumlusu benim, ben çağırıyorum ve O-gerçeklik geliyor. Kendi kaderinin tek sorumlusu olan liberal bireyin, inancın diliyle yeniden dirilişi gibi. Gerçeklik, duygu-düşüncenin kurduğu hayallerin, çizdiği imajların ete kemiğe bürünmesi sadece. İyiliği de ben yaratıyorum, kötülüğü de… Böylelikle suç olmadığı gibi suçlu da olmuyor. Hesap soracak kimse de kalmıyor. Tanrı artık felsefi bir tartışmanın konusu değil, pragmatist bir isteğe-dileğe ulaşmanın yoluna dönüşüyor.

Günümüzde okunanlar üzerinde mevsimlerin bir etkisi yok. Her mevsimde en çok okunanlar ruhsal uyanış-kişisel gelişim-iyileşme yöntemlerinin iç içe geçtiği “kendine yardım/destek” veya “kendini gerçekleştirme” kitapları. Dışarıdan umudu kesen insanlar, kendilerine yöneldiler ve kendilerini iyileştirme, yardım etme işine giriştiler, bunu yaparken de yol gösterecek rehberler arıyorlar. Yeni dönem kitaplar işte bu rehber işlevini yerine getiriyorlar. Herhangi bir kitapevine gidin en fazla okunan kitaplar ile yeni yayınlanan kitapların bu kategorilerde olduğunu görebilirsiniz. Bu kitapların bir bölümü ABD’de çoksatan kitaplardan (bestseller) ve Türkçeye çevrilmişler. Çoğunun yazarı kendi kişisel deneyimleri üzerinden kitabı kaleme aldığını söylüyor, kendi “uyanışlarının” bir parçası ve içlerinde iyi olanlar da yok değil. Örneğin Eckhart Tolle yoğun bir acıdan sonra The Power of Now (Şimdinin Gücü) kitabını yazıyor. Acıyla ancak şimdi’de kalarak başa çıkabileceğimizi salık veriyor. Burada ve Şimdi. Bu çok bilinen, tekrar edilen bir söylem. Ama işte kitapları farklı kılan da çok bilinen söylemlerin nasıl dile getirildiği ve işlendiği. Hoş bana kalırsa 3 zaman dilimini geçmişi-şimdiyi-geleceği aynı anda yaşıyoruz ama bu düşünce günümüzün ana eğilimi değil. Psikoterapide de hastalara burada ve şimdi olması salık verilir. Beden Kayıt Tutar kitabından benim yaptığım son çıkarsama bu oldu. Geçmiş yaşandı, bedene kodlandı, şimdi bedene kodlananları çözerek geçmişi bırakmanın zamanı ya da mümkün olduğunca geçmişin bu an’ı belirlemesine izin vermemenin. Şimdi’de olmanın öğütlenmesi yeni bir şey de değil. Roma İmparatoru Marcus Aurelies, Meditations kitabında buna yer veriyor, kitabın 170-180 yılları arasında yazıldığını söylemek isterim. Aurelies gibi diğer Stoacılar da aynı şeyi öğütlüyor.

Çok satan kitapların bir diğer söylemi "bırak olsun, bırak gitsin" ve "müdahale etme".  Bunun da yeni bir söylem olmadığını tahmin edersiniz. Taoistlerin ve Stoacıların temel argümanlarından… Dışarıda olan biten hiçbir şey bizim kontörlümüzde değil. Biz ancak kendimizi kontrol edebiliriz, dışarıda olup bitenlere verdiğimiz tepkileri. Herkesin başına her şey gelebilir ama herkes farklı tepki verir ve bizim üzerimizde olanlar değil, olan bitene verdiğimiz tepkiler belirleyicidir. Bu ve benzeri cümleleri ilk okuduğumda, “oysa herkesin başına her şey gelmiyor, bazı insanların başına geliyor, bazı grupların, bazı coğrafyaların...” demiştim. Yine de etkileyici olduklarını itiraf etmem gerekiyor. Kötü bir durumla karşılaştığında acı çekersin bu olağandır, yasını tutarsın ve zamana bırakırsın. Durumu kabullenmediğinde ise acıyı ıstıraba dönüştürürsün. Marcus da, Taoistler de acıyı ıstıraba dönüştürmeyin diyor.  

Yeni dönemin bir diğer özelliği de geçiciliğin kabulü. Kierkegard "her şey geçiciliğin ve sonluluğun etrafında oluşur" diyor. Aynı şeyi Budist ve Taoist felsefede de bulmak mümkün. Değişimi kabul et, her şey gelir ve geçer. Bu cümleleri okurken insanın yüreğinde bir şey- bir yer cız eder gibi olmuyor değil. Sonuçta insan kalıcı olanın peşinde gidiyor, gitmek istiyor. Bazı şeyler kalmalı. Kalıcı olan nedir sorusuna Kierkegard da, Buda da bir karşılık veriyor aslında, evet her şey geçiciliğin etrafında dönüyor olsa da onlar için de kalıcı olan bir şey var. Kierkegard için bu iman, imanı etmek ve tevekkül; Buda için huzur, kendiyle barışık olmak, koşulsuz sevgi sanki. Bizim için kalıcı olan ne?

Yeni dönem kitaplar bu kavramlar, tanrılaşma-ortak yaratıcı olma ve bu gücü kendinde taşıma, şimdi’de bulunma, kabullenme ve bırakma ile her şeyin geçiciliği çerçevesinde şekilleniyor. Farklı felsefe okullarının, dinsel inanışların ifade ettiklerini günümüz koşullarına ve ilişkilerine uyarlayarak, esneterek, kimi zaman çekiştirerek, cımbızlayarak ve yeni cümlelere dökerek dile getiriyorlar. Bunu yaparken bilime özellikle kuantuma ve nörobilime referans verenler de yok değil. Başka bir yazıda ele almak üzere şimdilik bilimi bir kenara bırakıyorum. Evet, sonuçta insanlık tarihi süreklilik ve kopuş şeklinde deviniyor. Dönemin ruhu neye uygunsa geçmişten ona uygun olan söylemler çağrılıyor. Bu dönemin ruhu ise, gerçekten “ruhu” çağırıyor, daha doğrusu “ben etrafında dönen ruhaniliği”. Dönem Karmatileri(2) çağırma dönemi değil.

Ruhsal uyanış-kişisel gelişim-iyileşme kitaplarının hepsini aynı kefede değerlendirmek mümkün değil. Bir bölümünde Hıristiyan mistisizminin, Budizm’in, Doğu felsefesinin, süfliliğin iç içe geçtiği söylemler başat yerde duruyor, yeni karma bir dinin öncüleri gibiler. Kabullenmek, teslim olmak üzerinden ego’nun yaratmış olduğu hasarı tamir etmenin, iyileşmenin mümkün olduğunu ve mutluluğa, huzura erişileceğini söylüyorlar. Çok okunan romanlarda da bu düşüncelerin izlerini sürmek mümkün, örneğin Paulo Coelho’da. Diğerleri ise her şeyi isteyen, hemen isteyen, sahip olmak için yanıp tutuşanlar için başvuru kaynakları niteliğinde. İsteğime nasıl ulaşabilirim? Ne yapmalıyım, ne söylemeliyim?... İsteğe ulaşmak için yanıp tutuşan eğilimin bencilliğe günahlar arasında yer vermediğini, hatta erdem düzeyine çıkardığını söyleyelim. Bu dünyada insanın yapabileceği en iyi ve tek şey kendi isteklerine erişmek; kendi dışımızdaki insanları desteklemek, durumlarını düzeltmek mümkün değil, işimiz de değil. Dikkatimi çeken bir diğer husus çoğunun Mevlana’dan alıntı yapması. En popüler alıntı ise “Dün akıllıydım dünyayı değiştirmek istiyordum, bugün ise bilgeyim kendimi değiştirmek istiyorum”. Muhtemelen 19. ve 20. yy insanları bugün söylenenleri duysalar dehşete kapılırlardı. Dünyayı yeniden kurmaktan, olduğu gibi kabullenmeye geçiş…

Baştaki sorumuza dönecek olursak, bu kitaplar neden popüler, neden okuyoruz?

  • Sorunu tespit etmişler: İnsanlığın içinde bulunduğu kısır döngüyü görüyorlar. İnsanlar mutsuz ve mutsuz insanlara şevk ve heyecan verecek, umut verecek, elinden tutacak bir ütopyaları yok. Zor durumda kuracak bir düşleri yok. Uğruna acı çekilecek bir şey yok. Her şey sıradan, her şey geçici.
  • İnsanlar istiyor: Bu kitaplar ve onlarda cisimleşen düşünce, insanlara isteklerine erişebileceklerini, her şeyin mümkün olduğunu söylüyor. Daha da iyisi isteklerine ulaşmaları için herhangi bir şey yapmalarına gerek olmadığını da. İnan, iste ve bırak… Bırak Tanrı, doğa, enerji, evren artık ne diyorsan sana getirsin. Bundan daha rahatlayıcı bir cümle olabilir mi? Eğer isteğin olursa Allah nasip eylemiştir, eğer gerçekleşmezse hayırlısı budur. Allah’ın senin için daha iyi bir planı vardır, daha iyisini nasip eyleyecektir. Şükret.
  • Mutluluk vadediyorlar: Kitaplardaki biricik amaç acıdan kaçınmak. İster felsefi bir temele dayansın, okurken sizi kendine çeksin; isterse basitlikleriyle ve tekrarladıkları kalıp yargılarla siz de bulantıya benzer bir duygu yaratsın acıdan kaçınmanın yollarını “gösteriyorlar”. Yeni dönemin özelliği rahatlık ve mutluluk. Eskiden acının hayatın bir parçası olduğunu ve normal olduğunu düşünürdük. Bilirdik ki bu bir süre sürecek, sonra zaman devreye girecek ve geçecek… Yeni bir şey başlayacak ve devam edeceğiz. Acıyı bir an önce bitirmek, üstesinden gelmek için bu kadar çaba sarf edilmezdi.
  • Dilleri basit ve yol gösterici reçeteleri var: Kitapları okumak ve anlamak kolay, üstünde düşünmeyi gerektirecek bir yoğunluk yok. Kesin ve kendinden emin cümleler kuruyorlar. Kurtuluş için reçeteleri de hazır; olumlu düşün, düşüncenin gücüne inan, yargılama... Herhalde hiçbir dönemde “olumsuz” olandan bu kadar çok kaçılmamıştı. “Olumsuz” yoksa, olumluyu nasıl değerlendireceğiz, bileceğiz. Süreklileşmiş bir olumluluk cehennemin kendisi değil mi?
  • Teslim ol, kabul et, direnme: Sordukları soru şu sanki “Başkaldıranlar mutlu olabilir mi?” Başkaldırı, düşünmeyi, eylemeyi ve harekete geçmeyi öngörür. Oysa, teslim olduğunda, kabullendiğinde her şey yoluna girecek, hem de kendiliğinden.

Kısacası diz çök(3) diyorlar. İnsanın insan olması ayağa kalkmasıyla mümkün olmuşken…

NOTLAR:

(1) Ecinniler kitabının kahramanlarından.

(2) 9.ve 10.yy yüzyılda Suriye, Irak ve Bahreyn’de etkin olan, komünal yaşamı temel alan dini akım.

(3) Blaise Pascal (Düşünceler, 1670), “Diz çök, dua et, inanacaksın.”