YAZARLAR

Yaşasın kadın mücadelemiz, yaşasın kadınlar!

Şiddetin artması tesadüf değil. Şiddet fiilinin öncesinde ve sonrasında yapılması gerekenler tam anlamıyla yapılmıyor. İstanbul Sözleşmesi’nde tüm detaylarıyla sıralanmış olan önleyici tedbirler uygulanmıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri toplumun her kesimine verilmiyor. Genelde ve yerelde alınması gereken önlemler alınmıyor.

Öncelikle, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve Haftamız kutlu olsun.

Tam da bu anlamlı güne üst üste denk gelen ağır şiddet vakalarına şahit olduk ne yazık ki. Samsun’da İbrahim Zarap adlı şahsın uyguladığı ağır şiddet ve görüntüler, Aydın’da önce cinsel saldırıya maruz bırakılıp sonra öldürülen 92 yaşındaki kadın, Bursa’da 10 yaşındaki çocuğun camide istismar edildiği vaka, kadınların ve LGBT+ bireylerin darp edilerek gözaltına alınması…

Bunlar duyup gördüklerimiz. Bir de haberimiz olmayanlar var…

Bu ülkede her gün ana gündem kadına yönelik şiddet aslında.

Bu artan şiddet tablosunun ortasında coşkuyla ve sevinçle 8 Mart’ı kutlamak pek mümkün olmasa da öfkemizle alanlarda buluşuyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz, isyan ediyoruz.

Hakkımız! Çünkü yaşam hakkımıza kast ediyorlar. Yaşam hakkımızı siyasi iktidarlarının bekasına alet edenlere karşı mücadele veriyoruz. İşimiz zor, hiçbir zaman da kolay olmadı. Buna rağmen daima kazanımlarla ilerledi kadın hareketi. Bundan sonra da böyle olacak. Bir kere bunu baştan söyleyelim.

Söylemekten dilimizde tüy bitti ama bir kez daha özetle belirtelim, neticede bu bir 8 Mart yazısı:

Şiddetin artması tesadüf değil. Şiddet fiilinin öncesinde ve sonrasında yapılması gerekenler tam anlamıyla yapılmıyor. İstanbul Sözleşmesi’nde tüm detaylarıyla sıralanmış olan önleyici tedbirler uygulanmıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimleri toplumun her kesimine verilmiyor. Genelde ve yerelde alınması gereken önlemler alınmıyor. Şiddeti önlemede sıfır toleransla kararlı olunduğuna ilişkin yine İstanbul Sözleşmesi’nin emrettiği gibi bütünlüklü bir duruş sergilenmiyor.

Örneğin; elektronik kelepçe uygulaması. 9 yılda yalnızca 210 şiddet faili için uygulanmış. 2018 yılında yaklaşık 359 bin koruma kararı alınmış fakat aynı yıl elektronik kelepçe uygulaması için pilot bölge seçilen İstanbul’da yalnızca 5 şiddet faili için elektronik kelepçe uygulanmış. Oysa, bu yıl Boğaziçi direnişinde 25 ev hapsi verildi. Yani, bir anda 25 elektronik kelepçe uygulaması yapıldı. 2015 yılında yine bir 8 Mart günü Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Çalışmalar Bakanlığı’nın ortak kararıyla imzalanan protokolle kadına yönelik şiddet için uygulanması öngörülen elektronik kelepçe uygulaması, tamamen anayasal haklarını kullanan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve destekçileri için kullanıldı. Demek ki isteyince kullanılabiliyormuş. Ama esas amacında değil, siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen durumlarda. Tıpkı idam gibi. Cinsel istismar failleri için idam gelsin diye çığırtkanlık yapanlara hep dedik ki, istismar failleri için getirdikleri idam cezasını hoşlarına gitmeyen durumlar için kullanacaklar. Bugün yaşadığımız durum, tam olarak bunun ispatıdır.

2 elektronik kelepçe de 8 Mart eyleminde gözaltına alınan iki LGBT+ birey için kullanıldı. Yazıklar olsun, yazıklar olsun…

BU ARADA YARGI BAĞIMSIZLIĞI MI? O DA NE?

Biz yine de soralım: 2021 yılında kaç şiddet faili için elektronik kelepçe uyguladınız?

İstanbul Sözleşmesi’nin 11. Maddesi, imzacı devletlere veri tutma ve kamuyu bilgilendirme yükümlülüğü verir. Görüyoruz ki bu verileri bir tek kendileri için tutuyorlar. Kendi tuttukları verilere göre kadın cinayetleri azalmışsa, şevkle açıklama yapıyorlar. Gelin görün ki kadın cinayetleri de azalmadı. Şüpheli ölümler arttı. Çünkü bu ülkede failler kendilerini savunmayı öğrendiler. Katlettikleri kadınlara, intihar etti, demeyi öğrendiler. Önce ellerine 3 hilal dövmesi yaptırdılar, Süleyman Soylu’yla veya Türk bayrağı önünde siyasi iktidar mensuplarıyla samimi pozlar verdiler. Sonra rahat rahat cinayet işlediler, kadınları sokak ortasında, çocuklarının gözü önünde öldüresiye darp ettiler.

İstanbul Sözleşmesi’nde, 6284 Sayılı Yasa’da geçen önleyici tedbirleri uygulamak bir yana, Sözleşme’den çekilmeyi tartıştılar. 6284’ü “Yuva Yıkan Yasa!” diye manşet yapan paçavralara zamanında tek bir kelam etmediler. Bunu gören failler cesaretlendi.

8 Mart eyleminde yalnızca haklarını haykıran bir kadını polislerin yaka paça, iki büklüm, saçlarından sürükleyerek gözaltına aldığını gören suç potansiyeli taşıyan fail, akşamına boşandığı eşini öldürmeye teşebbüs etti.

Failleri göz göre göre, gözümüze soka soka korudular.

Bizler dedik ki, vaka vuku bulmadan önce gerekenleri yapın. Ama onlar, şiddet gerçekleştikten sonra da gerekeni yapmadı. Etkin cezalandırmadılar. İndirimler uygulandı, takipsizlikler-beraatler verildi, dosyalar sürüncemede bırakıldı, gerçek failler araştırılmadı. Cezasızlık algısı yayıldıkça yayıldı. Failler daha da cesaretlendi, güçlendi.

Bu Samsun vakası mesela. Fail, mağdurun şikayetlerine rağmen, 7 kez serbest bırakılmış. Sistematik şiddet demek bu. Eziyet suçu yani. Tutuklama öngörür. Ayrıca öldürmeye teşebbüs fiili, malum hepimiz gördük. İşte bu suçların cezasının en üst sınırdan, indirimsiz verilmesi gerekir İstanbul Sözleşmesi’ne göre. Yine, Sözleşme’nin 46. Maddesi, şiddet fiilinin çocuğun gözü önünde işlenmesi halinde cezanın ağırlaştırılması gerektiğini söyler. Ve yine Türk Ceza Kanunu’na göre bu suçların eşe karşı işlenmesi de ağırlaştırıcı sebeptir. Yani bu failin 30 yıl gibi bir ceza alması gerekiyor yasalara göre. Alır mı peki? Emine Bulut vakasıyla cevaplayalım. O vaka, toplumsal bir travma yaratmıştı biliyorsunuz, anlatmaya gerek yok. Cinayetlerin en ağırı. Tasarlayarak ve canavarca hisle. Yine çocuğun gözü önünde. Tereddütsüz ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmeliydi. Müebbet hapis cezası verildi. Tasarlayarak işlenmemiş çünkü cinayet. Oysa fail yanında bıçakla gelmişti Emine Bulut’un peşinden.

Çocuğun ve toplumun travması yanımıza kaldı zaten. O kısım kapkaranlık.

Bir de korumayanların, işini yapmayanların cezasızlığı var. Emine Bulut’un sığındığı karakolda Emine’yi korumayan 4 polis memuru hakkında yapılan şikayet de sonuçsuz kaldı. Valilik, polisler hakkında soruşturma izni vermedi.

Polisler faillerin sırtını sıvazlamaya cesaretle devam ediyorlar (İşini iyi yapan, dürüst polisleri tenzih ederiz).

Cezasızlık örnekleri… Saymakla tükenmeyecek kadar çok…

Samimiyetsiz İnsan Hakları Eylem Planı falan istemiyoruz bu yüzden. Yasalarımızı uygulayın yeter. Anayasa’yı uygulayın en başta. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın. 6284’ü uygulayın. Geçen yıl göz boyamak için boy boy çıkardığınız genelgeleri, koordinasyon planlarını uygulayın. Hele bir bunları gönülden uygulayın. İnsan Hakları Eylem Planı'na ihtiyaç kalmaz zaten. Göz boyamaya da ihtiyaç kalmaz.

Uygulatana kadar mücadele edeceğiz. Uygulattıktan sonra da mücadelemize devam edeceğiz. Mücadelemiz gerçek eşitliğe ulaşana dek devam edecek. Yaşasın kadın mücadelemiz, yaşasın kadınlar!

 
 

Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.