Yaşama uğraşı ya da ‘hayatı riske atmak’

Anne Dufourmantelle'nin 'Riske Övgü' kitabı Kolektif Kitap tarafından yayımlandı. Dufourmantelle, okuru “konfor” alanlarından çıkarak yaşamanın riskini almak için adım atmaya çağırıyor.

Google Haberlere Abone ol

Bir korku ikliminde yaşayıp özgürlüklerimizden vazgeçerek kendimizi güvenlik çemberine hapsettiğimiz bu dönemde mutlu olduğumuzu sanıyoruz. “Mutluluğumuzu” pekiştiren şeyler de var elbette: “Başarı”, “verimlilik”, “performans” ve “tüketim.” Bunların tamamı bize bir “konfor” alanı sunuyor ve oradan çıkmayı kolay kolay düşünmüyoruz bile. Üstelik bu alanı, kötü hatıralarımızı zihnimizden uzaklaştırmak, yalnızlığımızı perdelemek, itaatimizi görünmez kılmak, kayıp ve kaygılarımızı maskelemek için kullanıyoruz. Tabii bu arada yaşamayı unutuyoruz; herhangi bir bilinmeze ve farklı olana kapımızı kapatıp kendimizi dönüştürmeyi reddettiğimiz “konfor” alanımızda sıkışıp kalıyoruz.

Günümüzdeki bu gerçekliğe kafa yoran filozof ve psikanalist Anne Dufourmantelle, Riske Övgü’de yaşamdan yana zar atmayı önerirken risk almanın, hayatı ve herhangi bir şeyi tehlikeye atma anlamına gelmediğini hatırlatıyor.

DİKENSİZ GÜL BAHÇESİNİN REDDİ

Dufourmantelle, “tedbir ilkesinin norm hâline geldiği” bir dünyada, “hayat biz canlıların pervasızca aldığı bir risktir” diyerek başlıyor söze. Bu risk, bilinmez olana ve yeniye bir atıf aslında; ölümle ya da herhangi bir felaketle değil, yaşamla bağlantılı bir riskten bahsediyor yazar: “Hayatını riske atmak her şeyden önce, belki de ölmemektir. Vazgeçişin, boşluk depresyonunun, feda etmenin tüm biçimleriyle yaşarken ölmektir. Varoluşumuzun tayin edici anlarında, hayatını riske atmak, mahrem bir kehanet gibi bizim için henüz meçhul bir bilgiden hareketle bizi öne doğru iten bir eylemdir; bir dönüşüm ânıdır.”

Riske Övgü, Anne Dufourmantelle, Çevirmen: Murat Erşen, 238 syf., Kolektif Kitap, 2021.

Dufourmantelle’e göre risk, eyleme geçilebilecek en doğru zamana denk geliyor, hatta bir bakıma eylemin kendisi oluyor; “başka bir zamanı başlatan olumlu bir travma”ya dönüşüyor.

Riskle başlayan ölmeme çabası, bir yaşama uğraşı olarak da nitelenebilir. Yaşama uğraşı da bir tür bağımlılık yazara göre: Sevgi, bedenin ve ruhun sağlığı, yenilgi ve kazanımları görmek için “konfor” alanından çıkmayı göze almak demek bu. Bu noktada yazar, bağımlılığı tiryakilikten ayırarak iki kavram arasındaki olası geçişkenliği engelleyip bağımlılığı bağlılıkla eşleştiriyor ve onun bir şeye körü körüne teslim olma anlamına gelemeyeceğini vurguluyor.

Risk alarak yaşama uğraşı; ergonomiyi, olasılık hesaplarını, hiç kimseye ve hiçbir şeye bulaşmadan yol almayı içeren azami güvenlikten doğan körlüğü fark etmeyi sağlayan bir eylem. Aynı zamanda küstahlık ve mizahi patavatsızlık barındıran, karar alma ile onu uygulama arasındaki zaman diliminde kişiye muallakta kalma ve şüphe duyma özgürlüğü sunan bir edim.

Dufourmantelle, tutkunun da yaşama uğraşı riskine dâhil olduğunu, hatta onun tam merkezinde yer aldığını; kişinin bir bakıma kendisini koşulsuzca terk etmesi ve korkuya karşı koyması anlamına geldiğini belirtiyor. Başka bir deyişle dikensiz gül bahçesinin reddi bu; gerektiğinde unutmayı ve terk etmeyi başarabilmek demek: Bir sevgiden diğerine kaçmak, hatırlamak ve hatırlarken unutmak… Tabii yazarın uyarısını görmezden gelmeden değerlendirmeliyiz bunları: “Büyümeyi, sorumluluktan kendi payına düşeni almayı reddeden ve sorumluluğu da riski de sermayeleştirmeyi ve sizi kendi bilinçdışınıza karşı korumayı bilen başkalarına itaatkârlıkla emanet eden yetişkinler için modası geçmiş bir romantizmdir risk (...) Tehlikeyle karşı karşıya gelerek yüzleşmeliyiz. Bizi kurtarabilecek en küçük cesaret gösterisi bu. Bütün acıları, felaketleri, yasları atlatabiliriz ama kötülük her zaman payına sahip çıkacaktır. Asla peşinen kurtarılmayacağız.”

YAŞAMDAN KAÇMAMAK

“Korkularla yüzleşmek” artık bir klişe; bunun yerine Dufourmantelle, “korkularımızı dost edinmek” ifadesini öneriyor yaşama uğraşı için. Başka bir deyişle korkularımızın riskini almaktan, “onların çıplak sesini ehlileştirmekten” ve hikâyelere başvurmaktan bahsediyor. Korkarak ve üzülerek dünyada olduğumuzu kavrıyoruz yazara göre; yaşadığımızı anlıyoruz, sahte dengelerden ve koruma kalkanlarından sıyrılma imkânı buluyoruz, kazanmaya ve kaybetmeye indirgenen, daha doğrusu nicelleştirilen zamanın ayırdına varıyoruz.

Risklerle örülü yaşama uğraşı, bir bakıma insan olduğumuzu; ölüme karşı sigortalanamayacağımızı, yaşlanacağımızı ve bazı yeteneklerimizi kaybedeceğimizi hatırlatıyor hepimize. Bu bağlamda Dufourmantelle’in adını andığı bir başka risk daha var: “Kaygı hiçbirimizin atılmak istemediği bir risktir, zira ‘olmak’ denen şeyin anlamına saldırır. Hayalet gibi olduğundan uykuya taş koyan bir gece ziyaretçisidir. Unutmak istediğimiz bu çatışmanın şahidi olarak olayın, kendimizin bir parçasını bizim için meçhul bir düşmanın insafına bırakarak üstesinden geldiğimiz bir çocukluğun hafızasında durur. Nasıl da hep teminat talep eder. Kaygı bize, canlılığın bedelsiz olmadığını hatırlatır. Bu bedelin fahiş olduğunu. Her ölçünün ötesindedir, öyle ki elimizde asla onu ödeyecek kadarı bulunmayacaktır, belki de başkasının karşısında hep borçlu olmamız gerekecektir.”

Dufourmantelle’in bahsettiği riskleri alma cesareti, yaşamdan kaçmamaya denk geliyor. Ayrılışları yaşamak veya herhangi bir güçlüğü duyumsamak da bu cesaretle ilgili. Konuşmak, yeri geldiğinde susmak, yalnız kalmak, gülmekten ve ağlamaktan kaçınmamak, umudun tembelleştirici cereyanına kapılmamak da öyle…

Anlattıklarının toplamına bakıldığında Dufourmantelle’in yaşama dair bir şeyler söylediğini görüyoruz. Fakat bunların, “Nasıl yaşamalıyız?” sorusuna madde madde yanıt veren kişisel gelişim tüccarlığıyla ya da meditasyon vaazlarıyla ilgisi yok. Deneyimlerle, felsefeyle ve örnek vakalarla harmanlanmış risk almanın veya hayatı riske atmanın, sanılanın aksine kötü ve korkulacak bir şey olmadığını ortaya koyuyor yazar. Dolayısıyla hepimizi “konfor” alanlarımızdan çıkarak yaşamanın riskini almak için adım atmaya çağırıyor.