YAZARLAR

Yarınımızın sorusu: Çocuklarımız ilhamı nerede arayacak?

İngiltere’nin ünlü cerrahlarından Stephen Westaby, yolunu yedi yaşındayken seyrettiği bir televizyon programı sayesinde çizdiğini anlatıyor. “Hayatınız Onların Elinde” isimli, doktorların olmaz işler başardığı bir program seyretmiş ve kararını vermiş. “Ben de onlardan biri olacağım” demiş. Hayat böyle ilerlemez mi zaten? Birileri yapar, birileri ilham alır; kuşaklar değişir. Peki bizim çocuklarımız nereye bakacak?

İngiliz kalp cerrahı Stephen Westaby bugüne dek 12 bin ameliyata girdi. Kendi hesabına göre, hastalarının yüzde 97’sinin hayatını kurtardı.

Üstelik sadece ameliyatına bizzat girdiklerinin değil, dünyanın dört yanında binlerce hastanın hayatını da ayrıca kurtarabildi, kurtarmaya devam ediyor. Çünkü Westaby hekimliğinin yanında bir mucit de. Kalp pompası, yapay kalp, dolaşım destek üniteleri gibi buluşlara katkısı var.

Bugün 73 yaşında. İşinin başında. “Fragile Lives - A Heart Surgeon’s Stories of Life and Death on the Operating Table” (Hassas Yaşamlar - Bir Kalp Cerrahının Ameliyat Masasından Yaşam ve Ölüm Hikâyeleri) ve “The Knife’s Edge - The Heart and Mind of a Cardiac Surgeon (Bıçak Sırtı - Bir Kalp Cerrahının Kalbi ve Aklı) isimli iki kitap da kaleme aldı. Anılarını, tecrübesini aktardı.

Dr.Stephen Westaby

Öğrencileri, hastaları, okurları halen onun ağzının içine bakıyor.

Gazeteciler de öyle. Geçen ay bir BBC programında mesleğinin inceliklerini ve cilvelerini anlatıyordu.

Orada söylediklerinden biri insanı can evinden vuruyor. Westaby şu an yaptığı işi yapmaya meğer henüz yedi yaşındayken karar vermiş. Bir televizyon programını seyrettikten sonra… BBC’nin “Your Life in Their Hands” (Hayatınız Onların Elinde) programında, cerrahların neler yapabildiğini görünce, çocuk aklı bu mesleği kendi listesinin başına yazmış.

O günden bu yana altmış küsur yıl geçti. Biraz drama katarak söylememe izin verin: Binlerce insan bir çocuğun verdiği karar neticesinde hayatta kaldı. Bir televizyon programının verdiği ilhamla, ekrandaki cerrahlara hayran olarak kendi geleceğini çizen bir çocuğun kararı sayesinde.

***

Hayat zaten böyle ilerlemez mi?

İyi biten her şey iyidir. Ama bir şeylerin iyi bitmesi için iyi başlaması da gerekmez mi?

Harekete geçmek için birazcık ilham… Denge için, süreklilik için, kararlılık için, direnmek ve devam etmek için…

Yedi yaşında bir çocuk bazen bir televizyondan, bazen bir tanıdığından, bazen işittiği bir olaydan ilham alır ve o ilhamı beynine kazır. 

Hayat böyle de ilerler. Böyle hikâyeler sofralarda, sahnelerde, kitaplarda, ekranlarda anlatılır. Bu hikâyeler bir anlamda toplumun sigortasıdır.

O halde bir soru: Bizim yedi yaşındaki çocuklarımız nereye bakacak? Nerede ilham? Nerede sigorta?

***

Türkiye şu an ilhama müsait bir memleket değil. İlham verecek yerlerimiz ağrıyor.

Kimse değil ilham vermek, kendi hayatından memnun değil.

Bu ülkenin yetişmiş insanları hayatlarını uzayıp giden bir sıkıntı olarak görüyor. Temel olarak iki meseleden şikâyetçiler: Birincisi -ve herhalde en önemlisi- saygı görmemek; eğitimlerine, uzmanlıklarına değer verilmemesi. 

İkincisi, çabalarının karşılığını maddi olarak alamamak. Hayatlarını iyi kazanamamak. Bazı durumlarda, geçinememek.

Memnun değiller. Gidiyorlar. Gitmeyi seçiyorlar. Çünkü mümkün. Yaptıkları işin gelişmiş ülkelerde de karşılığı var. Bir yandan, gitmeyen, kalıp acılaşan da çok. Bu arada gidenlerden de kalanlardan da doğrusu biraz çiğ davranışlarda bulunanları çıkıyor. Kendi kazancının azlığına söylenirken, daha çok kazanan başkasının işini aşağılar gibi görünenler mesela… Giderayak, “Türkiye kaybetti x ülke kazandı” diyerek -bazen iyi niyetle de olsa- laf sokanlar ya da…

Gideniyle, kalanıyla, kızanı küseni katlananı direneniyle bu bizim yeni normalimiz.

Böyle çok meslek grubu var. Mühendisler, akademisyenler, genel olarak beyaz yakalılar… Ama tüm bu endişe son yıllarda esasen beyaz önlüklülerde, doktorlarda kristalize oluyor. Doktorlarımız gidiyor.

Bunun temelde bir maddiyat meselesi olmadığını anlamamız lazım.

Bu hafta Oksijen Gazetesi’nin Baran Can Sayın imzalı “Hekimler Göçü” manşet haberinde “gidenleri” okuyunca esas derdi görüyorsunuz. Yirmili, otuzlu yaşlarındaki genç insanların derdi… Üzerinde durdukları konu maddiyat değil. Hatta kimisi Türkiye’dekinden daha az kazanıyor. Ama gittikleri bu yeni yerde kendilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Haberden okuduğumuz üzere, farklı ülkelerden meslektaşlarıyla tanışmayı, kendilerini uluslararası bilimin bir parçası olarak hissetmeyi, saygı görmeyi istiyorlar.

Bunlar insanın işine yönelik en temel kaygıları değil midir zaten? Ama bizde onlara bile sıra gelmiyor.

Çünkü sosyal medyanın ve kayıt teknolojisinin yaygınlığı sayesinde son derece net görüyoruz: Doktorlar şiddete uğruyor. Korona dönemindeki birkaç cılız alkıştan sonra giderek artıyor şiddet. Her gün yeni bir vaka. Ekonomik kriz de tuz biber ekiyor. İnsanlar sinir küpü. Doktorlar kolay hedef.

Almanya'da buluşan "Türkiye'den göç etmiş doktorlar" "giderlerse gittik" mesajıyla bu fotoğrafı paylaştılar. 

Bu yüzden de gidiyor doktorlar. Gitmeyi seçiyorlar. Türk Tabipler Birliği’nin açıklamasına göre, pandemiyle gelen istifa yasağının sonlanmasıyla birlikte on bini aşkın doktor kamudan istifa etti. Birçoğu yurt dışına, özellikle de Almanya’ya gitti. Daha da düşündürücü olanı, uzmanlık sınavına bile girmeden, eğitimini tamamlayıp gidenler de var. Oksijen’in yazdığına göre her gün sekiz hekim gidiyor.

İktidar önemsemez gibi görünse de gidenin yerine gelecek yenilerin potansiyeli ve kapasitesi büyük bir sorun. Ama bir sorun daha var.

Bu toplum sürdürülebilir bir toplum olmaktan çıkıyor.

Birincisi, üyeleri artık birbiriyle dayanışmadığı için.

İkincisi ilham vermediği için.

Toplumun devamlılığı için, bazı insanların bazı işlere, İngiliz cerrah Stephen Westaby gibi ta çocukluktan itibaren talip olması gerekir. O işi hırsla, tutkuyla, kendilerinden de katarak yüklenmeleri gerekir. Hepsinin sonu Westaby gibi başarıyla gelmese dahi, bu ilham hikâyelerinin birikmesi, üst üste eklenmesi gerekir. Bizde de vardı bu hikâyeler elbette, halen de var ama seksen iki milyonluk toplumuz; çok daha fazlası lazımken ilhamın giderek azalması bizi günbegün dibe çekiyor.

Dr.Stephen Westaby

Sonra ilham verecek kişilerin her türlü zorluğa rağmen yaptıkları işlerde, bulundukları pozisyonlarda direnmeleri gerekir. Toplumun faydası için. Ama saygı görmüyorsan, kendini geliştiremiyorsan, sürekli dayak yemek korkusuyla yaşıyorsan ve gerçekten de şiddete maruz kalıyorsan bunu nasıl yapabilirsin ki? Bizler bunu onlardan nasıl bekleyebiliriz ki?

Toplum çözülüyor. Bugün için dayanışma ortadan kalkıyor.

Yarın içinse ilham.

Karanlık.

***

Bizde ekonomik kriz. Komşularda savaş, iç savaş. Dünyada pandemi. Hepsi bir yere kadar geçerli. Bizim daha da keskin, daha da koyu bir meselemiz var.

Bu toplumun ayarları bozuldu. Daha önce tecrübe etmediğimiz şekilde bozuldu. Kutuplaşma, vahşi neoliberal politikalar, üstüne sosyal medyanın sürüklediği hoyratlık… Hakikatle bağımız koptu. Bilmediğimiz sulardayız.

Bu distopik sularda ilerlerken ilk gözümüze çarpan şu: Toplumun temel dinamiklerinden biri, işbölümü, havaya uçmuş görünüyor.

Sadece bizde değil her yerde böyle. Yüzde birin, hatta o yüzde birin içindeki yüzde birin, servetin büyük bölümünü elinde tuttuğu ABD’de de böyle. Makul bir işbölümünün, dayanışmanın, kolonyal güçler tarafından daha modern toplum kurulurken berhava edildiği üçüncü dünyada da böyle.

Ama bu ara en çok bizde böyle. Çünkü dibi görünmeyen bir kuyuya düşer gibiyiz. İktidarın varlığını kabul etmediği ekonomik kriz üstümüze kâbus gibi çökerken, düşüş de hızlanıyor.

Sağlıklı işbölümü için insanların birbirinin işine, uzmanlığına saygı duyması gerekir. (Bir de o uzmanlıkların liyakatle kazanılması gerekir ama bu başka bir yazının konusu).

Bu bir yandan da hakikat-sonrası toplumun temel derdi. Uzmanlığın değersizleşmesi… Avustralyalı dilbilim profesörü ve Post-Truth Initiative (Hakikat-sonrası Girişimi) isimli kuruluşun başındaki Nick Enfield’in “Güvenin ve Hesap Verirliğin Azaldığı Hakikat-Sonrası Dünyadayız; Sonumuz İyi Değil” başlığıyla Guardian gazetesi için kaleme aldığı makaleden aktarıyorum:

"İşbölümüne dayalı kurduğumuz bu sistem ancak başkalarının bilgisine ve uzmanlığına inancımız olduğu müddetçe işler. (…) İktidardakiler, herkese eşit erişim gibi ideallerle, uzmanlığa hürmet arasındaki gerilime oynuyor. Yeni normalimizde uzmanlar ortadan kalktı, alternatif olgular bazen göze sokarcasına ortaya döküldü ve birtakım kanaat önderleri her konu hakkında fikir beyan etmeye başladı. Sosyal medya sayesinde, zaten herkes kanaat önderi olabiliyor. Çoğu kamusal tartışmada, kişinin kimliği, argümanlarının önüne geçiyor; kanıtlara yönelik ilginin giderek azaldığını görüyoruz; daha fenası insanların söyledikleri şeylere ilişkin hesap verebilirliğine yönelik inanç da erozyona uğruyor.”

***

İşin bir başka yüzü de var. Biz buraya bir günde gelmedik. Dünyada kimse gelmedi. Toplumsal dayanışmanın dibine konulmuş dinamitin fitili uzun süredir yanıyor.

Richard Sennett

Bunu en güzel tarif eden kişi kitaplarının dünyanın dört bir yanındaki parlamenterlere “zorunlu okuma” olarak verilmesini istediğim Amerikan sosyolog Richard Sennett. Hiçbir şey yapmasalar da okusun parlamenterler. Hele Sennett’in toplumsal işbölümü ve dayanışmayı incelediği “Beraber” isimli kitabını döne döne okusunlar.

Sennett, bizde Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Beraber”de modern iş yaşamındaki değişimin, birbirinden ayrışan insanların dayanışma arzusunu da kapasitesini de zayıflattığını örneklerle anlatıyor.

“Sosyal eşitsizlik, gündelik yaşama mesafe olarak yansıyor. Elitler kitlelerden uzaklaşıyor; bir kamyon şoförü ile bankacının mücadelesinin de beklentilerinin de birbiriyle alakası kalmıyor. Bu tip mesafeler sokaktaki vatandaşı sinirlendiriyor; “bize karşı onlar” düşüncesi ve davranışı da işin rasyonel sonucu haline geliyor. [Çeviri Türkçe baskıdan değil, benim çevirim. Y.B.]

Beraber, Richard Sennett,  Ayrıntı yayınları, 2012

Biz bunu misliyle yaşıyoruz.

Nereye kadar böyle gidebiliriz?

Dayanışmasız, ilhamsız. Bugünsüz, yarınsız...

***

Dr. Westaby çocukluğunda kafasına koyduğu meslekte yıldızlaşırken bir sürprizle karşılaştı. BBC bu defa onun kapısını çalmıştı. 2004 yılıydı.

Kanal, yıllar önce Westaby’ye ilham vermiş olan “Hayatınız Onların Elinde” isimli programda bu defa onunla bir bölüm çekmek istiyordu. Sayın cerrah acaba “evet” der miydi?

Westaby müthiş bir sevinçle teklifi kabul etti. Ona bir hedef veren, ilham veren, cesaret veren programa katılmayıp ne yapacaktı? Çember tamamlanmıştı.

O günün üstünden de 18 sene geçmiş. Kimbilir, belki yedi yaşındaki bir başka çocuk da onun başrolde olduğu bölümden bulmuştur ilhamını. Belki şimdi o da mesleğe yeni atılmış, tutkuyla çalışıyordur.

Peki bizim çocuklarımız nereye bakacak? Kime bakacak?

İlhamını nerede arayacak?

Bu sorunun cevabını hiçbir istatistikte, hiçbir ekonomik bültende, hiçbir ideolojik açıklamada, hiçbir iktidar efelenmesinde bulamazsınız.

Ama yarınımızın sorusu tam da bu.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.