YAZARLAR

Yapay zeka çağında seçim sandığı

Gelişimler o denli hızlı bir biçimde oluyor ki, bugünkü seçimden gelecekteki ilk seçime kadar pek çok dinamiğin yerinden oynayabileceğini tahmin edebiliriz. Belki bu dönüşüm oy pusulaları ve sandığın tarih olmasına bile yol açabilecek. Kendi adıma bu süreci gözlemleyebileceğim bir çağ bile heyecan verici.

Bir kez daha seçimler için sandık başına koştuk; bu kez yerel yöneticilerimizi seçiyoruz. Seçim sürecinin sandık, mühür, oy pusulası, özel kabin, çuval gibi nesnelerle birlikte anıldığı belki de son seçim deneyimimiz olacak, bunu hiç düşündünüz mü?

İngiltere’de ilk seçim sandığının hikayesi, 1830’lu yıllara dayanıyor. Dönemin parlamento üyesi George Grote’un eşi Harriet, her başarılı adamın arkasındaki kadınlardan biri olarak eşinin kampanyasını bizzat koordine etmiş; onu tüm becerileri ile desteklemiş. Parlamentodaki seçimlerin açık değil kapalı ortamda yapılması için kampanyaları başlatan bu ikili olmuş. Yapılacak ilk kapalı seçim için, sade bir kutu yerine daha güvenli bir seçim sandığının özel olarak tasarımı Harriet tarafından tasarlanıp marangoz William Thomas’a yaptırılmış ve 25 Şubat 1837 yılında teknik çizimleri ve açıklamaları ile Spectator’da yayınlanmış. Sonrasında gelen tepkiler karışık olsa da genel olarak övgü toplamış ve çift bu kutuları pek çok bölge için üretip göndermeye başlamış. Sandıklar yayıldıkça, siyasi kararların çehresi de gizli oylama neticesinde değişir olmuş. Bundan rahatsızlık duyanlar harekete geçmiş. Çok geçmeden bir önerge hazırlanarak 1939 yılında bu gizli oylamanın önü hukuki olarak kesilmiş ve İngilizlerin oylamaları tekrar kapalı biçimde ve güvenli kutularda yapabilmeleri için bir yirmi yıl daha geçmesi gerekmiş.

Harriet ve George Grote'un oy sandığı tasarımları. Spectator'da, 25 Şubat 1837'de yayınlandı. 

Kapalı kutuların da çok güvenilir olmadığı 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış. Bunun üzerine, pusulaların atıldığı haznenin cam malzemeden şeffaf olarak yapıldığını görüyoruz. Bu türdeki ilk seçim sandığı tasarımı, 1858 yılında, New York’lu Samuel C. Jollie üzerine patentlenmiş; patent açıklamasında “Bu tasarımla birlikte gözetmenler her oy pusulasını atılırken ve sandıktan çıkarılırken görebilecekler” yazılmış. Jollie’ye bu tasarımı yaptıran olay, 1856 yılında San Fransisco’da yaşanmış; sayım sırasında bir seçim sandığının altında gizli bir ikinci taban olduğu tespit edilmiş ve Amerikalılar demokrasilerine gölge düşecek diye ortalığı ayağa kaldırmışlar. Sandıkların şeffaflaşması 1860 yılından itibaren bir zorunluluk haline gelmiş ve başka tasarımlar da geliştirilmiş.

 Samuel C. Jollie üzerine kayıtlı şeffaf seçim sandığı tasarımı, 1858

Bir nesne olarak şeffaf seçim sandığı, o dönemde hukuksuzluğa ve hileye karşı bir simgeye dönüşmüş ve pek çok karikatürde, afişte, illüstrasyonda demokrasinin, şeffaflığın ve dürüstlüğün ikonu olarak sıklıkla kullanılmış.

Coğrafyamızda ilk seçimler Meşrutiyet döneminde (1908) kayıtlara geçti. Bu dönemde seçimlere katılanlar bireysel adaylardı; siyasi partiler yoktu. Seçimler haftalarca sürüyor; şenlik havasında geçiyordu. Tüm vilayetlerde senkronize biçimde yapılmıyordu. Oyları kim topluyordu, kim sayıyordu bilinmez ama bu şartlar altında seçimlerin güvenliği ve halkın demokratik çıkarları pek güncel konular olmasa gerek.

1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in ilanında, Matbaa-i Askeriye müdürü Ahmet Ziya Akbulut tarafından yapılan ve 1923 seçimlerinde tekrar kullanılan seçim sandığı.

Tarihler 1923’ü gösterdiğinde ülke çapında ilk demokratik genel seçimler yapılıyor. 1930 tarihli bir seçim karelerinde seçim sandıklarını sıradan ahşap bir sandık olarak görüyoruz, bunlar çoğunlukla yerde duruyorlar ve insanlar epey eğilerek oy kullanıyor. Bu görüntülerin en hallicesi bize bir Thonet sandalyenin üzerine konmak suretiyle yükseltilmiş bir sandığı gösteriyor. Bir kadının oy kullanırken görüldüğü bu fotoğraftaki sandık, bugün bana annemin verdiği ve halen evimde kullandığım çeyiz sandığına pek benziyor. Bu oyların nerede, kimlerce, nasıl sayıldığını ve yüzde yüz güvenilir olup olmadığını yine bilmiyoruz ama halkın seçimlere önem verdiğini, bu zamanları şenlik gibi kutladığını anlayabiliyoruz; zira İBB arşivinde yer alan kimi eski fotoğraflar arasında örneğin bir seçim sandığının Beyoğlu’ndan geçit töreni var ki görmeye değer. Nihayet 1950 yılında Yüksek Seçim Kurulu kuruluyor ve seçimler üzerinde yargı denetimi esas alınıyor.

1930 İstanbul seçimlerinden bir kare 

Yüz yılı aşkın seçim tarihimizde, seçimlere en çok ilgi gösteren toplumların başında gelmekle ve kadınlara verilen seçme seçilme hakkının Fransa’dan önce verilmesi ile övünüp duruyoruz. Bununla de neden övündüğümüzü hiç anlamam; zira o tarihten çok öncesinde İngiltere ve kolonileri olan Yeni Zelanda ve Avustralya gibi bölgelerde, İsveç, İzlanda, Finlandiya, Rusya, Norveç, Azerbaycan, Kanada ve Amerika’nın pek çok bölgesinde kadınlar oy kullanabiliyordu. Kadınların gerçekten sahip olup olmadıkları haklarını ve söz gelimi oylarını Türkiye’de halen nasıl motivasyonlarla kullandıklarını sosyologlara bırakıp seçimin nesnelerine geri döneyim.

Oy pusulası ve sandık seçimin en belirgin iki ikonik nesnesi olarak günümüzde halen geçerliliğini koruyor. Halen seçimlerde odalarda bulunan özel alanlara giriyor ve mühürü bu pusulalara basıp, mutlaka bunlardan daha dar düdük yapılmış zarfların içine yerleştiriyor ve şimdilerde pleksi malzemeden tümü ile şeffaf olarak üretilmiş olan sandıklara atıyoruz. Çok eski zamanlarda bir de parmaklarımıza günlerce çıkmayan mürekkep sürülürdü; bu işaretleme uygulaması neyse ki artık geçerli değil.

Pusula da ayrı bir tasarım alanı. Tüm ülkelerde, çok farklı seçimler için sayısız oy pusulası tasarımı gerçekleştiriliyor; ideal olarak bu pusulanın tasarımı grafik tasarım profesyonellerinin mesleki uzmanlığı; Türkiye’de kim tasarlıyor bilemiyorum.

2008 yılında ABD seçimlerinde Al Gore’un yaşadığı bir deneyim, bu pusulanın tasarımının sonuçlarda nasıl etkili olacağını vurgulamıştı. Bu konuya 2019 yılında, o dönemde yazılarımın yayınlandığı Cumhuriyet Pazar ekinde değinmiştim. Orada belirttiğim üzere bu olayın sonrasında ülkede derhal sivil bir insiyatif olan “Demokrasi için Tasarım Platformu” kurulmuş ve gerek sahada gerekse üniversitelerle işbirliğinde gerçekleştirdiği analizlerin sonucunda, ABD Seçim Destek Komisyonu ile birlikte bir “Oy Pusulası Tasarım Klavuzu“ yayınlanmıştı.

Bu klavuzda en önemli on tasarım kriteri sıralanmış ve bunların diğer ülkeler için de faydalı olabileceği belirtilmişti. Bu kriterler şöyle sıralanıyordu:

1- Oy pusulalarında büyük harfler yerine küçük harfler kullanılmalıdır çünkü küçük harfler leke olarak daha “doğru” biçimde algılanmaktadır.

2- Kullanılan metin blokları, ortalanarak değil sola bloklu olarak kullanılmalıdır; böylece algıda hata oranı az olmaktadır.

3- Kullanılan fontlar (harfler) basılı dökümanlar için en az 12 punto; dijital ekranlar için ise en az 3.0-4.0 mm büyüklüğünde olmalıdır. Daha küçük harfler bazı seçmenler tarafından okunamamaktadır.

4- Tüm tasarımda tek harf tipi (font) kullanılmalıdır. Farklı harf tiplerinin kullanımı tasarımı daha karmaşık gösterir. Bu font tipi, mutlaka “san-serif ” denilen tipte, yani çentiksiz, düz, yalın olmalıdır. (Arial, Helvetica, Univers, Verdana gibi) Farklı dillerin, başlıkların ayırt edilmesi için aynı font tipinin bold (kalın) ve regular (düz) versiyonları kullanılabilir.

5- Seçmene yön vermek üzere, sayfa numaraları, “devam”, “sonraki sayfa“ gibi uyarılar, oklar gibi işaretlemeler mutlaka kullanılmalı ve belirgin bir biçimde öne çıkarılmalıdır. Tasarımdaki öğeler arasında yeterince boşluk bırakılmalı, genel olarak sıkışık karmaşık tasarımlar yapılmamalıdır.

6- Anlatımlarda sade ve basit bir dil kullanılmalıdır. Cümlelerin ve anlatılmak istenilenin kısa ve net biçimde ifade edilmesi yeterlidir.

7- Seçmen pusulalarının üzerinde seçmenlere, o anda neyi nasıl yapacaklarını gösteren resimli anlatımlar sunulmalıdır. Bu görselleştirmeler de basit ve net olmalı, neyin nasıl işaretleneceği gibi bilgiler resimlerle ve renklerle açıkça gösterilmelidir. Bunlar için asla fotoğraf kullanılmamalıdır.

8- Pusulaların üzerinde parti amblemleri kullanılmamalıdır. Sadece gerekli uyarı ikonları kullanılmalıdır.

9- Renk kullanımlarında, vurgu amacı ile zıt renkler kullanılmalıdır. Bölümleri birbirinden ayırmak için çizgiler yeterli değildir; bu nedenle fonlarda renk kullanılabilir.

10- Seçmene verilen bilgilerin önem derecesine göre harf büyüklükleri ile vurgu yapılmalıdır. Örneğin ana aday ismi, diğer adaylardan daha büyük boyutta ve kalın olarak yazılmalıdır. Tüm partilere ait adaylar eşitlik sebebi ile aynı harf büyüklüğünde ve yerleşiminde konumlanmalıdır. Parti isimleri sonra gelmelidir.

Cam kavanoz seçim sandığı, 1884, Üreten: Amos Pettibon

Bugün sandık başında 81 il, 973 ilçe, 390 belde başkanlarının yanında ülke genelinde 50.336 muhtar seçiyoruz. Beyaz, mavi, sarı ve turuncu renklerde basılmış uzun oy pusulalarına mühürlerimizi basıp, bunları kağıtların diğer yerlerine bulaşmadan katlıyor ve hepsini tek bir zarfa koyuyoruz. Pusulalardaki partilerin sırası alfabetik değil; neye göre sıralandığı kamuoyunu epey meşgul etti, takip etmişsinizdir.

Oy pusulanın bütünlüğünün bozulacak şekilde yırtılması veya koparılması, pusula üzerine mühür dışında veya mühür yerine herhangi bir özel işaretin, isim, imza kaşesi veya parmak izinin basılması da mührün başka yere bulaşıp oyu mükerrer kılması gibi kullanılan oyu geçersiz kılıyor. Türkiye’nin son iki seçimlerinde bir milyonun üzerinde oy bu tür sebeplerle geçersiz hale dönüştü ve bu aslında başlı başına bir tasarım problemi.

Diğer yandan artık ne seçim sandığının ne de bu pusulanın uzun yıllar hüküm sürmeyeceği bir yeni çağın eşiğindeyiz. Yapay zeka pek çok alanı olduğu gibi seçim sistemlerini de etkiliyor ve bu süreci dönüştürmeye devam edecek.

Geçmiş dönemlerden bir seçim sandığı.

Dijital teknolojilerin gelişip yaygınlaşması ile birlikte pek çok ülke oylama işlemlerini bu teknolojilerle sağlamaya başladı. Hindistan’da 1982, Brezilya’da 1996, Venezuela‘da 1998, Belçika’da 1999, Bulgaristan’da 2021 yılından beri seçimler dijital olarak gerçekleştirilse de Almanya, ABD, Fransa, Kanada, Finlandiya gibi ülkeler bu teknolojilerden uzak duruyor. Bu kararlarında birkaç etmen var. İlki, güvenlik açığı. Teknolojik platformlar sızıntılara son derece açık ve üst düzeyde güvenlik gerektiriyor; hacklendikleri zaman tüm data kaybolabiliyor. Diğer bir etmen ise bu sistemlerin teknolojinin gelişme hızına paralel olarak sürekli güncellenmesi gereksinimi ki, bu her defasında oldukça büyük bir bütçenin sürekli olarak ayrılmasını gerektiriyor.

İsveç’te IDEA isimli bir kuruluş var. International Institute for Democracy and Electoral Assistance. Bu kuruluşun raporunda belirtildiği üzere (2005) seçim sistemlerin geniş ölçekte politik ve kurumsal sistemler üzerinde etkisi var; bu çerçevede “sadece seçim sistemi diyerek geçmemeliyiz” diyor kurum. Dünya üzerindeki pek çok kitlesel ve kurumsal ölçekteki kararlar seçim sistemleri ile alınıyor. Bu kapsama alanı düşünüldüğünde politik kader ve yönetim biçimleri doğrudan seçim sistemlerine bağlı. Bir toplumun nasıl yönetilmek istediğine dair kararı ve demokrasiyle olan bağı seçim sistemlerine yaklaşımı ile belli oluyor.

YZ teknolojileri bir yandan gelişirken bir yandan da mevcut sürümleri ile yaşamın her yanına sızıyor. Teknik, veri odaklı ve rutine bağlı işlerde büyük avantajlar sağlayan YZ, tüm dijital datayı büyük hızla taraması ve buradan optimum / garantili yani risksiz bir sonuca ulaşması sayesinde insanlar tarafından pek çok hizmet için şimdiden tercih edilir oldu. Jobs of Tomorrow tarafından bir süre önce dolaşıma sokulan infografiğe göre YZ teknolojilerinin etkilediği iş kolları sırasıyla IT, finans, müşteri satışları, operasyon, insan kaynakları, pazarlama, hukuk ve tedarik zincirleri alanlarında.

İş yaşamı bir yana, Chandler ve Fuchs ‘a göre (2019) yapay zeka ile birlikte yerleşik olarak bugüne dek bildiğimiz ilişkilerin tümü, özne/nesne, kamu/özel, tüketim/üretim, zihin/üretim, iş/boş zaman, kültür/doğa bağlamında değişiyor ve ilişkinin kuralları yeniden yazılıyor.

Siyaset söz konusu olduğunda yapay zekanın etkisi en çok asılsız verinin üretilmesi ve dolaşıma sokulması ile bilginin manipülasyonu olarak ortaya çıkıyor. İnsan ve makinenin bu entegrasyonu, ilgili tüm alanlarda yeni etik düzenlemeleri zorunlu kılarken; siyaset de bunlardan biri olarak karşımızda duruyor.  

YZ teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı sosyal eşitsizliği daha fazla arttıran bir gelişme. Her şeyden önce insanların teknolojiye erişim potansiyeli bile başlı başına bir eşitsizlik  konusu. Teknoloji erişilebilir olsa bile, onu etkin bir şekilde kullanmak için gerekli beceri ve eğitimden yoksun olan bireyler kendilerini dezavantajlı bir konumda bulabilirler. Bu durum, teknolojiye erişimdeki eşitsizliklerin mevcut sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği bir dijital uçurumun ortaya çıkmasına neden olacak. YZ her ne kadar siyasi tercihleri doğrudan etkileyen bir konumda olsa da,  teknolojinin yarattığı bu sosyal eşitsizlik  belki de seçim sistemleri alanındaki kullanılabilirliğini geciktirebilir.

Teknoloji, özellikle sosyal medya kanalları ile toplumda yaygın olan önyargıları ve ayrımcılığı devam ettiren bir güce sahip. YZ marifeti ile bunların da körüklenebileceğini şu anda siyasi manipülasyonlar çerçevesinde görmek pek de zor değil. Siyasi perspektiften baktığımızda, teknoloji ve siyasi sistemin kesişimi karar alma süreçlerini, siber güvenliği, internet düzenlemelerini, teknoloji devlerinin siyaset üzerindeki etkisini ve mahremiyet ve sivil haklar konularını kapsayan çoklu bir sorunsal. Üstelik yeni teknolojilerle birlikte bireylerin kişisel verileri toplanmakta, işlenmekte ve kâr amacıyla kullanılmakta, böylece bireysel mahremiyet ve kişisel özgürlük artık sürekli olarak tehdit altında. Bunun siyaset arenasındaki karşılığı şimdilik kamuoyunun olası çarpıtılması ve seçimler üzerindeki etkisi ile demokratik süreçlerin zayıflaması riski olarak görünüyor.

Tüm bu risklerin çok kısa bir süre içerisinde bertaraf edileceğini tahmin ediyorum. Gelişimler o denli hızlı bir biçimde oluyor ki, bugünkü seçimden gelecekteki ilk seçime kadar pek çok dinamiğin yerinden oynayabileceğini tahmin edebiliriz. Belki bu dönüşüm oy pusulaları ve sandığın tarih olmasına bile yol açabilecek.

Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü isimli eserinde, insanların “sürekli değişim ve ait olma” ilkesine göre yaşadığından bahsediyor. Yaşadığımız çağda YZ gibi bir gerçekle karşı karşıya kalan insanlığın da pek bir seçeneği yok gibi; ya onun getirdiği  tüm dönüşümlere adapte olacak, değişecek ve böylece aidiyet duygusunu sürdürülebilir kılacak; ya da belki tam ters köşede “öz”e, “ilk”e hatta belki ilkel olana bağlı kalacak. Kendi adıma bu süreci gözlemleyebileceğim bir çağ bile heyecan verici. İlerideki seçimlerde yine sandık başında mıyız yoksa zaten seçimleri bizim adımıza başkaları mı yapıp önümüze koyacak, en büyük merakım bu.


Özlem Yalım Kimdir?

Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.