Yanlışlarımıza dayanarak kendi hikayemizi yaratacağız

Önümüzde dağlar gibi yı­ğılmış, bizi bekleyen gücümüzün sınavlarını görüyoruz, zorlu sınavlar ama eşi benzeri görülmemiş sınavlar değil.

Google Haberlere Abone ol

Seçim bitti. Beklenenin çok ötesinde bir sonuçla önümüzde yeni bir gelecek yolu açıldı. Halkın ezici çoğunluğunun uçurumun tam kıyısına düştüğü, yoksulluk ve baskıyla ölümün eşiğine geldiği anda yaptığı patlama bu. Tamamıyla dipten gelen ve öngörülemeyen bir dalga despot, şımarık ve şirazeyi tam anlamıyla kaçırmış tek adam rejimine sert bir darbe vurdu. Kaybedenlerin niçin kaybettiği belli. Ve yepyeni bir dönemin kapıları açıldı.

Bu darbenin bu denli yüksek bir enerjisi olacağını herkes gibi biz de öngöremedik. Şimdi hiç değilse gözlerimizin pasını silerek yıkıcı etkilerini görmemiz gerekiyor. Sanırım bu dalga uzunca süre durdurulamayacak ve Saray rejiminin temel direkleri çatlayacak.

Biz bu seçim döneminde de toplumun önemli bir kesiminin Mayıs seçimlerinden sonra içine düştüğü ümitsizliği kırmak için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Seçim sonucu bizim de önümüze geçerek o ümitsizliği tersine çevirdi. Demokrasi güçleri yelpazesinin bütün bileşenleri artık gücünü ülkeyi geri almak için seferber edecektir.

Sonunda ne oldu? Halkın Saray rejimine karşı bu denli olağan dışı yoğunlukla patlayan tepkisi, muhalefetin farklı odaklarına dağılmak yerine, güçlü ve kurumsal seçenek olarak gördüğü odağa, büyük bir oranda CHP’ye aktı. CHP yüzde 37,8 gibi, kendi tarihinin de en yüksek oy oranlarından birine ulaştı. Bu güçlü dalga muhalefetin öteki bileşenlerinin etki alanını da küçülttü. Sözde düzen muhalifi olan sağcı partilerin oy potansiyeli de, Türkiye İşçi Partisi’nin 14 Mayıs seçimlerinde bir sıçramayla ulaştığı ve çok görünür olan toplam oyunun önemli bir bölümü de CHP’nin potasına aktı. Bir yerden bakınca böyle olması sanki karşıtlarımız için daha yıkıcı da oldu. Bunu da değerlendirebiliriz.

YANLIŞLAR VE SONUÇLARI

Peki bu arada sosyalist hareket için bazı kapılar da kapanmış oldu mu, iki arada kısılıp, kıstırılıp kaldık mı? Hayır. Ama şimdi aldığımız sonucu iyi değerlendirmek, önce yanlışlarımızı saptayıp nitelikli özeleştiriler vermek, sonra onlara bağlı olarak doğrularımızı güçlendirmek, eksiklerimizi tamamlamak, yeni bir hikâye yaratmak zorundayız. Dersim’in Hozat ilçesiyle Aksaray’ın Saratlı beldesinde başkanlık seçimini kazanan Sol Parti ya da öteki sosyalist partiler sonucu kendileri için başarısızlık olarak değerlendiriyor mu, bunu bilmiyorum.

Türkiye İşçi Partisi’nin altmış yıl sonra 14 Mayıs seçimlerinde aldığı sonuç sosyalistlerin bu mutsuz toplumun hayatında yadsınamaz bir karşılığı olduğunu göstermişti. Mayısın sonunda artık önümüzdeki hedeflerden biri, dokuz ay sonraki yerel seçimlerde toplumsal karşılığımızı genişletmekti. Bunu yapabilirsek geleceğe daha başka bakacaktık, bu ülkenin kültür hayatında var olan damgamızı siyasal ve toplumsal hayatına da iyice vuracaktık. Olmadı.

TİP’in hedefi 14 Mayıs’ta aldığı oyun üstüne çıkmaktı. Değil mi ki TİP, 87 seçim bölgesinin yalnızca 54’ünde seçime girerek bir milyona yakın oy almıştı, etkin bir yerel seçim çalışmasıyla ve oldukça yaygın bir alanda seçime girerek toplam oyunu yükseltebilir, toplumsal karşılığını sağlamlaştırabilirdi. Bu, sosyalistlerin artık muhalefetin asıl odağı olduğunu gösterecekti. Olmadığı gibi, hedeflerin epeyce altında kalındı. Öte yandan, yapılan bazı yanlışların etkisi belki de sandığımızdan daha derin oldu.

Fatih Mehmet Maçoğlu’nun, tek bir dönem görev yaptığı Dersim’de örnek bir belediyecilik ortaya koymuşken onu sürdürmeyi değil de yaptıklarıyla hiçbir ilgisi olmayan Kadıköy’de -kalıcı karşılığı da olanaksız bir seçim hesabıyla- aday oluşunu onaylamak olanaksızdı. Sonunda Maçoğlu’nun Ovacık ve Dersim’de kazandığı saygınlığı ve sempatiyi neredeyse tümüyle unutturacak bu karar yerel seçimlerde sosyalistlerin akıl tutulmalarından oldu. 

Gökhan Zan’ın adaylığı da sanırım seçim döneminde Türkiye İşçi Partisi’nin yaptığı en yıkıcı yanlıştı. Hatay’da kendi adayını gösterme konusunda hiçbir ısrarı olmayan TİP’in -oysa gösterilebilirdi- ülkenin pek çok yöresinde kendi üyelerinden başka kimi yerel adayları seçme kararı ne kadar doğruysa demek ki yaptığı seçim de o kadar yanlışmış. Yani karar ilke olarak doğruydu, niçin yanlış olsun. Türkiye İşçi Partisi diyor ki, Hatay’da kendi adayımız olsun diye düşünmedik, bu yüzden kendine “Hatay İttifakı” adını veren oluşumun önerdiği adayı onayladık. Buraya kadar tamam. Gelgelelim kendisine “Hatay İttifakı” adını veren -ve temsil yeteneğinin Hatay’daki gücünü bilmediğim- oluşumun başkan adayı olarak seçip önerdiği Gökhan Zan’ın iyi tanınmadan, iyi araştırılmadan aday yapılmasının bedeli oldukça büyük oldu. Gördüğüm kadar, seçim döneminde TİP’e en çok zarar veren yanlış bu oldu ve bu yanlış Parti’ye adeta yapışıp kaldı. Bir daha yapılmayacak -yapılması gerekmeyen- bu tür seçimlerin bizim için ciddi bir ders olarak kaydedileceğini sanıyorum.

Öte yandan, TİP’in kendi içine kapanmaktan olabildiğince kaçınma, sınıfın ve halkın içinde örgütlenme hedefi ne kadar doğruysa, bunu yapacak yeter sayıda yetişmiş, deneyimli kadroya sahip olamamak da Parti’nin seçimlerde her alanda daha güçlü, etkin ve yaygın çalışmasının önünde bir engel oluşturmuştur. Sıcak seçim döneminde alınacak kararlarda ve sosyal medyaya yansıyan açıklamalarda zaman zaman yanlışlar yapılmasının nedenini de bu deneyimli kadro eksikliğinde arayabiliriz.

Belki de Parti’nin Mayıs seçimlerine doğru olağan dışı bir hızla büyümesi onu yönetmeyi de güçleştirmişti. Kitleselleşmeye başlayan bir sosyalist parti, onun yönetim organlarının asıl olarak Parti kadrolarınca oluşturulmasıyla iyi yönetilebilecekti. Bu sorun Parti’nin merkez yönetim organlarının, aşağıda onu bekleyen kadrolarla iletişiminin iyi kurulamamasına, onların iyi görülememesine de yol açmış olmalı. Bu da sahip olunan belki de pek çok deneyimli kadronun, yani aslında zamanla oluşmuş birikimin iyi değerlendirilememesine, dolayısıyla çözülmeyi bekleyen yukarıdan aşağıya işleyiş sorununun ve seçim sürecinin daha iyi yönetilememesine de neden olmuştur.

Türkiye İşçi Partisi de kuşkusuz öteki sosyalist partiler gibi, önemli bir mali sorun yaşıyor. Devletin olanaklarını kullanan düzen partilerinin yüklü donanımları karşısında ciddi bir mali sorun yaşayan bir sosyalist partinin, artık parasız pek çok şeyin yapılamadığı koşullarda seçim döneminde daha etkin bir propaganda dönemi yaşaması olanaksızlaşıyor. Bunu da sorunlardan biri olarak kaydedebiliriz.

Bence her Türkiye İşçi Partili, Parti’nin asıl niteliğini temsil eden Gebze’de aday olan Genel Başkan’ın mart ayı boyunca Gebze’den Kadıköy’e, Samandağ’a, oradan Defne’ye, Arsuz’a, Hozat’a, Tokat’a, Kıbrıscık’a, Ankara’ya, İzmir’e, Konya’ya, ülkenin her köşesine adeta ışınlanarak gidip on binlerce kişiye yüzlerce konuşma yapması, halkın içine karışması karşısında hem kendisinin yaptığı katkıyı sorguluyordur hem de benzer çalışmaları aktif biçimde yapacak yeterli kadroya sahip olamamanın sorunlarını görüyordur.

Öyle görülüyor ki Türkiye İşçi Partisi halkın geniş kesimlerine yaşadığı dünyanın seçeneklerini anlatmakta da yeterli olamadı. Bu konudaki donanıma sahip olmadığından değil, tersine, öteki partilerden çok daha fazla nitelikli çalışması, düşünsel donanımı var. Ama bunu halkın içine nasıl ve kimlerle götürecektir? İşte bunun üstesinden gelmekte güçlüklerle karşılaşıldı. Yani Genel Başkan’ın yanı sıra, onun kadar olmasa da etkili olabilecek bir grup sözcüye sahip olmanın ne denli önemli olduğu bu seçim döneminde görüldü. Aynı dönem içinde birbirinden ayrı söz alan nitelikli bir grup sözcüye sahip olmak, Parti’nin halkın önünde çok daha güçlü ve güvenilir görünmesini sağlar. Çünkü biz her şeyi bu ülkenin geleceği için yapıyoruz ama o gelecek bizim her şeyi onun için yaptığımızı görmeyebilir.

Kaldı ki bütün bu eksiklerin yanında, son yıllarda hızla yaygınlaşıp güçlenen bir sosyalist partiye dönük karanlık bazı operasyonlar da düşünülüyordur. Yani bu sıçramanın, bu ülkede varlık nedenleri halka düşmanlık olan odakların ilgi alanında bulunmadığı düşünülemez. Türkiye İşçi Partisi’nin önünü baştan kesmek için bazı odaklarda yapılan hesaplara karşı sağlam önlemler alınmalı. Gökhan Zan olayının bazı karanlık noktalar bıraktığı görmezden gelinemez. Bizim asıl önlemimiz yaşam alanımızı öncelikle işçi sınıfı içinde kurmaktır. Direnç kaynağımız oradadır. Artık kırk elli yıl önceki gibi, tek sesli ve militan varlığımıza güvenerek bu ülkenin geleceğinin kazanılamayacağını gördük, yaşıyoruz.

Sonunda Türkiye İşçi Partisi’ni, kendisini yaralayan, dolayısıyla onu ona güvenen geniş kitleler nezdinde güven tazelemek zorunda bırakan yanlışlarla birlikte koca bir seçim dönemi daha yaşandı. Kaybedilen oy, aslında ona emanet verilmemişti. Parti yakaladığı sempatiyi bazı yanlışlarla epeyce kaybetmiş olabilir. Ama bu oy kaybının bir nedeni kendi yanlışlarıysa öbür nedeni de başta sözünü ettiğim büyük halk tepkisinin seçeneğini CHP’de görmesidir. Öteki muhalefet partilerinde olduğu gibi, TİP’in oylarının da büyük bölümü CHP’ye doğru süpürüldü. Bunun bu seçim için kaçınılmazlığını şimdi daha iyi görüyoruz. Sözgelimi DEM Parti’nin 14 Mayıs Genel Seçimlerinde ülke genelindeki oy oranı yaklaşık yüzde 9’ken, 31 Mart’taki oy oranı yüzde 5,7 olmuş. Hiç kuşku yok ki aradaki fark hem CHP’ye verilen emanet oylardan geliyordur hem de yüzde 7’lik seçim barajının üstüne çıkmak Kürt halkı için bir refleks olarak hemen yapılacaktır. (Bu ülkede kimileri Kürt halkının iradesini kullanma becerisini yeni keşfedip şaşırıyor, oysa o halk kendisini en az yarım yüzyıl yıl önce keşfetmişti.)

ELBETTE DOĞRULARIMIZ DA VAR

Yanlışlarımızdan ve sorunlarımızdan korkmayız. Yeter ki onları herkesten önce görelim, iyi değerlendirelim, açık ve içten özeleştirimizi yapalım, çözümlerini hemen uygulamaya sokalım. Eleştiri olmadan ilerleme olmaz, özeleştiri de sorunların çözümünün en iyi ilacıdır. Üstelik bu arada yaptıklarımız var. Onlar silinmez. Yerel seçimlerden önceki birkaç ay boyunca sokaklarda, alanlarda, fabrikalarda, mahallelerde, köylerde çalışıldı. En önemlisi, bundan sonra da önceliğimiz olacak yerelleşme yolunda adımlar atıldı, örgütlenme alanımızı genişletmek için izler bırakıldı.

Türkiye İşçi Partisi 1350 il, ilçe, belde belediye başkanlığı seçim çevresinin 156’sında aday gösterdi. Bütün ülkede, 14 Mayıs seçimlerinde aldığı oyun yüzde 30’una karşılık gelen 281 bin 397 oy aldı (öte yandan, aldığı oyun yüzde 70’ini kaybetti). Sonunda biri 100 bin nüfusun üstünde büyük bir ilçede, Samandağ’da; öbürü daha küçük ve Alevi kültürü için her zaman önemli ilçelerden biri olan Hacıbektaş’ta, iki önemli belediye başkanlığı kazandı. Şimdi iki ilçede sosyalist yerel yönetimin parlak örneklerini vermek için hazırlıklara başlanıyor. İkisinde de bütün ülke için kalıcı örnekler oluşturma fırsatları var.

Ülkenin en büyük işçi merkezlerinden biri olan Gebze’de yürütülen seçim çalışması Parti’nin Gebze’de daha önce sahip olmadığı kökler salmasını sağladı. Bu da önemli bir kazanım. Gebze’de belediye meclisi seçiminde doğrudan TİP’e verilen oy yüzde 8,5. Kazanılmış 37 Belediye Meclisi üyesi artık bulundukları belediyelerde rant alanlarını sınırlayıp belediyeleri halka açmak ve muhalefet etmek için görev yapacak, somut çalışmalarla doğru örnekler oluşturacak. Ve bütün seçim süreci boyunca edinilen deneyimler de kazancımızdır.

Biz birbirimize yok yere moral vermeye çalışmıyoruz. Umuyorum ki bu seçim sonucunu Türkiye İşçi Partisi kendisi için yeni bir milat olarak alacaktır. Seçim için pek çoğumuz sosyalistlerin alabileceği en iyi sonucu almak için gecesini gündüzüne katarak sokaklara, alanlara çıktı. Kimilerimiz kırk elli yıl önce nasıldıysa aynı militan duygularla kazanımlarımızı çoğaltmak için uğraştı.

Biz yaşadığımız bu ülkeyi geri alıp onu kendi evimiz yapmak istiyoruz. Sokaklarında ıslık çalarak dolaşacak olanlar artık onlar, biz değiliz. Seçimler etkin çalışma alanlarımız ama mücadele yolumuz çok uzun. O yolculuk boyunca kendi hikâyesini yaratamayan bir işçi sınıfı partisi ilgi odağı olamaz, güçlenemez, kitleler içinde kök salamaz. Türkiye İşçi Partisi Mayıs seçimlerinde bir hikâye yazıyordu, yarım kaldı. Devrimci bir işçi sınıfı partisi hikâyeleri olmadan yaşayamaz. Kendi hikâyemizi yaratmak zorundayız.

Şimdi bir kavşağı geçiyoruz. Önümüzde dağlar gibi yı­ğılmış, bizi bekleyen gücümüzün sınavlarını görüyoruz, zorlu sınavlar ama eşi benzeri görülmemiş sınavlar değil.*


*David Constantine’in “Gerekli Güç” öyküsünün çok sevdiğim kadın karakterinin sorunlarını yenmek için kendisine gerekli gücü kazandığını hissettiği zaman söylediği gibi.