YAZARLAR

Yanlış anlamak

Putin’in sonunu nihai olarak Rus halkı, Rusya toplumu belirleyecek. Ama bir taraftan da kendi mahvına kendi yol açıyor gibi de görünüyor. Yani bir bakıma bütün otokratlar gibi, onu bekleyen şey için kimseye ihtiyacı yok.

İnsanlık tarihinin nasıl da bitmez bir güç ilişkisi tarihi olduğunu, geleceğin nasıl da uzun (hem de upuzun) sürdüğünü, ilerlediğimizi zannederken nasıl da hep aynı fasit daire içinde dönüp durduğumuzu anlayabileceğimiz günlerden geçiyoruz yine.

Covid-19 salgını, insanlığın neredeyse beş yüz yıldır başına bela olmuş kapitalizmin nasıl da eşitsizlikçi bir düzen olduğunu, tarihin hiç de cahili olmadığı bu bilgiyi bir kez daha ortaya koyan apaçık bir olay olarak değerlendirilmişti. (Bu arada… Dünya hani bu kez eskisi gibi olmayacak, kapitalizm daha fazla dayanamayacaktı, ne oldu?)

Şimdi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de bir ayağı uzayda olan insanın bir ayağının ahlâken hâlâ kabile topluluğunda olduğunu bir kez daha apaçık ortaya koyan bir olay olarak yaşanıyor. Tarihin yabancısı olmadığı bir tekrarın içindeyiz yine.
Putin’in Neandertal saldırganlığı, Asur kıyıcılığı zaten en başta geliyor.

Ama bunun yanında…

“Sarışın, mavi gözlü” diye mülteci ayrımcılığı yapan mı dersiniz…
Akıldışı bir toptancılıkla Rus olan her şeyi (maestro Gergiev’i de, Dostoyevski’yi de) sadece Rus olduğu için yasaklayan mı dersiniz…
Utanmadan hâlâ “Ukraynalı kadın sığınmacı” edepsizliğini bırakmayan mı dersiniz…
Televizyonlarda faşizmin pratik bilgilerine akademik saygınlık kazandırmaya çalışanlar mı dersiniz…
Ve saire, ve saire…

Bunların yanında bir de öldüresiye saçma ve ahmakça bir “yanlış anlama” meselesi var ki akıllara zarar! Siz meselenin Vladimir Putin diye bir kişiliğe indirgenemeyeceğini, böyle yapılırsa Putin’in gidip Mutin’in geleceğini ve dünyanın da otokratlardan kurtulamayacağını, dolayısıyla meselenin Putin gibi bir kişiliğin ortaya çıkışına sebep olmuş tarihsel/toplumsal koşullara bakılarak anlaşılacağını, Rusya’nın uzak ve yakın tarihi, bu tarihten gelen iç ve dış politik, ekonomik, ideolojik birikimiyle kavranabileceğini söylediğinizde, ne ilgisi varsa, “Putinci” oluyorsunuz.

Böyle bir yanlış anlama biçimi, niye var bilinmez ama, var.

Hrant Dink’i ölüme götüren süreç de böyle başlamıştı. Dink, gayet açık ve gayet seçik biçimde, milliyetçi Ermeni diasporasına “Kanınızı zehirleyen ‘Türk nefreti’nden kurtulun” dedi, biz ona “Türklüğü aşağılıyorsun” dedik. Oysa tam tersini söylüyordu.

Veya daha yakın zamanda, bir ilahiyat profesörü, “Hz. Peygamber’in hayatını örnek aldığını söyleyen bazı Müslümanlar, Hz. Peygamber’in hayatını tahrif ediyor” dedi, “Peygamber’e saygısızlık”tan linçe uğradı. Oysa tam da Peygamber’in saygınlığını korumaya çalışıyordu.

Söyleneni bu şekilde trajik sonuçlara yol açabilen ahmakça yanlış anlama konusunda Skolastik Orta Çağ’ın şafağından bir adım bile ileri gidebilmiş değiliz. “Son Romalı, ilk skolastik” diye bilinen Boethius’un (477-524) hikâyesi bu konuda ibretliktir: Senatör Albinus, Batı Roma İmparatoru Theodoricus’a suikast hazırlığı içinde olduğu iftirasına uğrar. Kendisi de bir senatör olan Boethius, dostu Albinus’tan emindir. Yine yakın dostu olduğu Theodoricus’a bunu anlatmak için, “Senatonun hiçbir üyesi böyle alçakça bir işin içinde olamaz; eğer o suçluysa, biz hepimiz, bütün senato bu suçun içindeyiz” deme temiz yürekliliğini gösterir. Ama bu sözler İmparator tarafından itiraf olarak anlaşılır. Ve sonuç: Zindana atılır (o muhteşem Felsefenin Tesellisi’ni, içindeki öfke ve acıyı dindirmek için, burada yazar); suikastın işbirlikçisi olarak yargılanır ve korkunç bir işkenceyle (alnına gerdirilen sicim gözleri yuvalarından fırlayana kadar sıkılarak) öldürülür.
Yanlış anlamak tehlikeli bir şey, boyutları nerelere varabiliyor, görüyorsunuz.

Üstelik bu konuda potansiyeli olan bir toplumuz biz. Biliyorsunuzdur mutlaka, ünlü PISA testi sonuçlarına göre Türkiye’de Milli Eğitim’den yetişenler kendi dillerindeki bir metni anlamakta büyük zorluk çekiyor, ortalamanın epeyce altında bir yüzdemiz var. Putincilikle suçlanmanın, “Yağmur yağıyor” deyişimizin “Sen bana ördek dedin!” şeklinde anlaşılmasının, bununla da bir ilgisi olmalı.

Yapılan şey Putin’i aklamak değil -sağda ve soldaki oportünist kıvırmalar bir yana, Perinçek ve dostları dışında apaçık bu türden niyeti olan yok gibi-. Ama Putin’in kişiliğine odaklanmadan, onu tarihsel koşulları içinde anlamaya çalışayım derken bazen amacından şaşıp Putin’in savunusuna dönüşebilen eleştiriler de yok değil. Aslında kişiliğe odaklanan ve bundan kaçınayım derken nesnelciliğe saplanan her iki türden Putin karşıtı analizler, (yine bir tekrar) Louis Bonaparte’a yapılan ve Marx’ın itiraz ettiği yorum biçimlerini akla getiriyor. Karl Marx, “Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” kitabının hemen başında, ünlü “tarihsel parodi” tanımını getirdiği Louis Bonaparte’ın Fransa’da iktidara gelişi hakkında o dönemde yazılmış yapıtlar içinden iki tanesini “kayda değer” görerek Victor Hugo’nun “Küçük Napoléon”u ile Proudhon’un “Hükümet Darbesi”ni anar. Marx’a göre, Victor Hugo, hükümet darbesinin sorumlusunu aşağılamak isterken aslında yüceltmektedir. Çünkü bu olayda Hugo sadece “tek bir bireyin şiddet eylemini görür” ve böylelikle, bu bireyi küçülteceğine, fark etmeden “ona dünya tarihinde emsali gösterilemeyecek kişisel bir inisiyatif gücü atfetmekle” büyütür. Proudhon ise, güya nesnel tarih yazıcılığı yapayım derken, hükümet darbesini yalnızca ondan önceki tarihsel gelişmenin bir sonucu olarak tasvir ettiği için, adeta darbecinin tarihsel savunusunu yazmıştır. “Ben ise” diyordu Marx, “Fransa’daki sınıf mücadelesinin, nasıl vasat ve grotesk bir şahsiyetin bir kahraman rolü oynamasını mümkün kılan durumları ve koşulları yarattığını gösteriyorum.”

İşte bütün mesele bu: Rusya’da ekonomik ve politik iç ve dış gelişmelerin, megaloman ve despot bir şahsiyetin otokrat rolü oynamasını mümkün kılan durumları ve koşulları nasıl yarattığını anlamak! Hepsi bu.

Nasıl geldi ve dolayısıyla daha fazla felakete yol açmadan nasıl gider? Bunu anlamaya çalışıyoruz.

Putin, şimdilik güçlü gibi görünüyor, bu gücü ona veren ne?

Güç, Weber’in tanımıyla, toplumsal ilişkiler içerisindeki bir aktörün, direnişe karşı kendi iradesini uygulama olasılığıdır, sonuçları etkileme kapasitesidir. Putin de toplumsal ilişkiler içerisindeki bir aktördür ve uygulamasından korkulan tüm gücü yalnızca bir olasılıktır, sonuçları etkileme konusunda kapasite sorunu olan bir olasılık. İkinci Dünya Savaşı arifesinin Hitler’ine benzetiliyor çokça. Ama işte bir Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açma olasılığını, savaşı ilerletme kapasitesini ancak Rusya’nın içerideki ve dışarıdaki ekonomik ve politik gelişmelerine bakarak, analiz ederek anlayabileceğiz.
Kişiliğe odaklanan kolaycı analizler tarihin hiçbir döneminde işe yaramadı, bugün de yaramayacak. Halbuki dünyanın Putin ve benzerlerinden kurtulması gerekiyor.

Putin gibi bir kişiliğin direncini kırmak, böyle bir kişinin üstesinden gelmek kolay değil.

Putin’in sonunu nihai olarak Rus halkı, Rusya toplumu belirleyecek. Ama bir taraftan da kendi mahvına kendi yol açıyor gibi de görünüyor. Yani bir bakıma bütün otokratlar gibi, onu bekleyen şey için kimseye ihtiyacı yok.