Yangın sonrası ormanlar: İnsan müdahalesi ne kadar zarar veriyor?

Orman yangınları sonrası gözlemlenen filizler, iş makinelerinin alana girmesi sonrası yok oldu. Uzmanlar farklı görüşte olsa da filiz veren alana iş makinelerinin girmesinin yanlışlığında birleşiyor.

Manavgat'ta çıkan yangın sonrası toprakta filizler çıktı. (Fotoğraf / Gökçe Coşkun)
Google Haberlere Abone ol

Osman Çaklı – Meral Candan

DUVAR - Uzman veteriner hekim Gökçe Coşkun, geçtiğimiz hafta sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Manavgat’ta yanan orman alanından bir görüntü paylaşarak daha önce toprakta gözlemlediği filizlerin kamyon geçişleri nedeniyle artık olmadığını belirtti.

Coşkun’un bu paylaşımı aslında uzun zamandır tartışılan bir konuyu, yanan orman alanlarının nasıl bir yöntemle yenilenmesi gerektiği sorusunu gündeme getirdi. Uzmanların bu konuda farklı görüşleri var. Kimisi yanan orman alanlarında insan müdahalesini en aza indirerek ormanın kendini yenilemesine izin verilmesi gerektiğini, kimisi de ağaçlandırmanın şart olduğunu savunuyor.

AĞUSTOS AYINDAKİ FİLİZLER KASIM AYINDA YOK

12 Ağustos itibariyle 49 ilde 299 orman yangını çıktı. Bu iller içinde en büyük tahribat Muğla ve Antalya illerinde oldu. Sadece Manavgat’ta yaklaşık 60 bin hektarlık alan yandı. Yangınlar kontrol altına alındıktan sonra ülkede yardım seferberliği başladı. Gerek sosyal medyada gerekse de ana akım medya aracılığı ile kampanyalar yürütüldü, başta TEMA olmak üzere STK’lere yanan alanların yeniden yeşertilmesi için fidan bağışları yapıldı. Ancak bu durum yöntemle ilgili tartışmaları gündeme taşıdı.

Gökçe Coşkun 24 Ağustos'ta gördüğü filizleri (solda), 21 Kasım tarihinde  (sağda) göremedi.

Uzman veteriner hekim Gökçe Coşkun, Manavgat’taki yangın sonrası her iki haftada bir alana giderek yaban hayatını gözlemleyen bir isim. Aylar önce yaptığı bir paylaşımda da yangınla yok olmuş arazide beliren filizleri görüntülemiş ve doğanın kendini yenilediği haberini sevinçle sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Geçtiğimiz yıl 24 Ağustos, 24 Ekim ve 21 Kasım tarihlerinde aynı alandan çektiği fotoğrafları yayınlayan Coşkun, ağustos ve ekim aylarında gördüğü filizlerin kasım ayında insan müdahalesi nedeniyle yok olduğunu görüntüledi. Coşkun, ekosistemin kendini yenilemesi için zaman verilmesi gerektiği konusunda uyarılarını yineliyor. Ayrıca yanan alanlarda “temizlik” altında devam eden ağaç kesimlerinin, toprağı sürme işlemlerinin ekosistemde tahribat yarattığını savunuyor.

‘TOPRAK İNANILMAZ BİR BİYOÇEŞİTLİLİK HAMMADDESİ BARINDIRIYOR’

Coşkun ve konuyla ilgili farklı uzmanlar benzer uyarıları yaparken 9 Eylül 2021 yılında Anadolu Ajansı tarafından Manavgat’ta yanan alanlarda yürütülen çalışmalara dair bir haber yayınlandı. Buna göre; Antalya Orman Bölge Müdürü Vedat Dikici, yanan ağaç sayısının yaklaşık 40 milyon olduğu bilgisini paylaşırken tabi ve suni yolla 80-100 milyon arası fidan dikilerek alanın yeşillendirileceğini açıkladı. Bölgenin ağaç türünün kızılçam olduğunu ve yine bu ağaçların dikileceğini de sözlerine ekledi. Görünen o ki bazı uzmanlar yanan ormanları kendi haline bırakmak gerektiğini dile getirirken devlet kurumları nezdinde farklı uygulamalar söz konusu.

Yangın Ekoloğu Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu

Yangın Ekoloğu Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu, iklim değişikliği konusuna vurgu yaparak ormanlara yalnızca ekonomik gözle bakılmaması gerektiğini düşünüyor. Ağaçlandırma konusunda halkın da yoğun baskısı olduğunu belirtiyor Tavşanoğlu, sahada yaptığı gözlemleri ise şöyle aktarıyor: “Yangın alanlarını gezme fırsatımız oldu. Sonbahar boyunca gözlem yaptık. Yüzlerce bitkinin sürgün verebildiğini, başka fidelerin kasım ve aralık ayında çimlendiğini gördük. Asıl ilkbaharı görmek gerekiyor, buna fırsat verilmiyor. Çok geniş alanlar yandı. Hızlı kesimler yapılıyor, ağaçları oradan çıkarmak için paletli araçlar giriyor. Bu da en büyük zararı veriyor. Yumuşak müdahale gerektiren yerlerde çok sert müdahalelerin olması, öldüğü düşünülen toprağa en büyük zararı veriyor. Toprak inanılmaz bir biyoçeşitlilik hammaddesi barındırıyor. Çoğu bitkinin tohumu yangından sonra çimlenecek şekilde bekliyor. Bizim görmediğimiz bu tohumlar, 40-50 yıldır orada. Makineler toprağı ezip sıkıştırdığında tohumlara zarar veriyor. Birçok çam fidesinin topraktan kopartıldığını ve ezildiğini gördük.”

‘SADECE EKONOMİK DÜŞÜNCELERLE HAREKET EDEMEYİZ’

Tavşanoğlu, ağaç kesiminin kontrolsüzce yapılmasının tehlikelerinden bahsederek yangın alanlarında kesinlikle bu tarz, taşeron işleri önermediklerini vurguluyor. Bir diğer tehlikenin de alanın sürülmesi olduğunu ifade eden Tavşanoğlu, “Kök sürgünü verebilecek bitkileri de kökleyerek, tohumların hepsini yok ederek, tarlaya çeviriyorlar. Zorunlu olmadıkça Akdeniz’de önermediğimiz bir uygulama. Zorunlu haller nedir? Alan çok önce zaten ağaçlandırılmış bir alandır. Kendi kendini yenileme özelliği zaten geçmiştir. Dolayısıyla yapacak tek şeyiniz alan sürülmesi olur ve yapılabilir. Akdeniz’in kendine özgü koşulları var. Yangından on gün sonra sürgün veren bitkileri ve Marmaris’te 70’den fazla bitkiyi gördük. Eğer izin verilirse bitkiler birkaç yıl içinde alanı kaplayacaklar ve çamların büyümesine fırsat yaratacaklar. Aynı zamanda erozyonu da önleyecektir” diye konuşuyor.

Türkiye’deki orman teşkilatının ciddi bir bilgi ve birikime sahip olduğunun altını çizen Tavşanoğlu, ağaçlandırma odaklı yaklaşımı eleştiriyor: “Olaya çam ağacı gözüyle baktığınız zaman biyoçeşitliliği de yanlış uygulamalarla yok ediyorsunuz. Ekosistemler elimizden kayıp gidiyor. Gelecek on yıllar içerisinde Türkiye’de sıcaklığın buna mukabil yangınların da artacağı bekleniyor. Normalde bu yöntemlerle ormanları koruduğumuzu söylüyoruz ama aslında habitatı kaybediyoruz. Son yıllarda giderek artan bir ağaçlandırma hevesi var. Bizde olan birçok uygulama diğer Akdeniz kuşağındaki ülkelerde 30 yıl önce terk edildi. Bilimsel yayınlar bunu gösteriyor. Daha bütüncül bir yangın sonrası, orman yönetimine ihtiyacımız var. Sadece ekonomik düşüncelerle hareket edemeyiz.”

‘KIZILÇAM ORMANLARINDA YANGINDAN SONRA AĞAÇLANDIRMA GİBİ BİR SORUNUMUZ YOK’

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Doğan Kantarcı, yıllar önce Gelibolu’da çıkan yangın sonrası alanda ağaçlandırma projesini yürüttü. Akdeniz ve Gelibolu’da yanan alanların farklı özelliklere sahip olduğunun altını çizerek kızılçam ormanlarının tohum taşıma ve üretme özelliğini anlatıyor: “Kızılçam ormanları çok fazla tohum veriyor. Bu tohumların büyük kısmı toprak içine dökülmüş, ölü örtüye karışmıştır. Ağacın üzerinde kalan, yanmayan kozalaklar var ise o kozalaklar da yangının sıcaklığı ile açılır ve içindeki tohumlar dökülür. Yangında kozalağın yanmaması diye bir olay yok ama örtü yangınında da ağacın üstündeki kozalak yanmaz. Bütün bunlardan sonra tohumlar çimlenince orman kendi kendine gençleşir. Dolayısıyla kızılçam ormanlarında yangından sonra ağaçlandırma sorunumuz yoktur. Yanar, alırsınız ağaçları, kozalaklardaki tohumlar çimlenir; orman gençleşir.”

Peki sorun nerede? Buna şu cevabı veriyor Kantarcı: “Henüz yeteri kadar tohum tutamamış genç ormanlarda yangın olduysa buralarda ağaçlandırma yapmak zorundasınız. Yahut, oraya uygun diğer eko tiplerden, ekolojik ortamlardan alınmış tohumları getirip serpersiniz. Tohum takviyesiyle ormanı gençleştirmiş olursunuz. Böylesi bir ortamda beklenmeden müdahale yapılır. Tohumların çimlenmesi beklenir. Mevcut çimlenme yeterli değilse takviye yapılır. Orman gençse tohum yoksa fidan dikimi yapılır.”

‘İŞ MAKİNELERİ YABAN HAYATINI STRESE SOKTU’

Kantarcı ölü ağaçların alanda bırakılması yaklaşımını ise “romantik” bulanlardan. Ona göre ölü ağaçların alandan uzaklaştırılması gerekiyor. Yapraklı ormanlarda herhangi bir hastalık taşımayan bazı yaşlı ağaçların bırakıldığını aktaran Kantarcı, bunu da ağaçlarda yaşayan canlılar için yapıldığını söylüyor. Kantarcı da Tavşanoğlu ve Coşkun ile şu noktada aynı fikirde: Çimlenme olan alana hemen makine ya da benzeri şeyler sokulmaz. Kantarcı’nın dikkat çektiği canlı yaşamı, genelde gözden kaçan önemli bir nokta. Orman yangınları sonrası çoğunlukla ormandaki habitat ve yaban yaşamı, ağaçlandırma konusunun gölgesinde kalıyor.

Yaban hayatı gözlemcisi ve uzman veteriner hekim Gökçe Coşkun (Fotoğraf/Gökçe Coşkun web sitesi)

Gökçe Coşkun, Manavgat’ta yanan alanda sadece ağaçları değil, yaban hayatını da yakından gözlemliyor. Coşkun, yanan alanlara iş makinesi girmesinin yaban hayatını strese soktuğunu anlatıyor: “Yangından iki hafta sonra, makilik ve çeşitli bitkiler filiz vermeye başladı. Filizlenen bitkilerle beraber, bölgeye böcek istilası başladı. Alanda çekirgeleri, kelebekleri görmeye başladık. Bu istilayla beraber bölgeye böcek yiyen kuşlar da gelmeye başladı. Kuyrukbakanlar, sinekkapanlar, alakargalar, ağaçkakanlar alan içerisinde dolaşıyordu. Akabinde alana iş makinelerinin girmesi, yaban hayatını strese soktu. İnsan faaliyetleri yoğun bir şekilde devam ettiği için hayvanlar, alanlardan uzaklaştı. Şu anda kuşların tünebileceği bir ağaç, konabileceği dal olmadığı için sıkıntı var.” Ağaç kalıntılarının bırakılmasının yaban hayatı açısından önem taşıdığını kaydeden Coşkun, doğanın kendini yenilediğini sözlerine ekliyor. İş makinelerinin tohumları ezdiğini, endemik bitki türlerini yok ettiğini söyleyen Coşkun, “Alandaki ağaçları şirketlere verip satılsın anlayışının ormancılıkla alakası yok. Ağaç kesimi başlamadan önce alanda yenilenme olduğunu gördük. İnsan faaliyetleri başlayınca artık bu filizleri, makilikleri göremiyoruz. Bunlar olmadığı zaman, diğer kuşları ve canlıları da görmemiz zorlaşıyor” diyor.

‘BİZİM İÇİN UZUN, DOĞA İÇİN KISA BİR ZAMAN’

Tavşanoğlu da konuyla ilgili uyarısını yineliyor ve kitlesel ağaçlandırma yapılan yerlere yaban hayatı dönüşünün zor olduğunu anlatıyor: “İnsanlar yangında yaban hayvanlarının orada öldüğünü sanıyorlar. Bu doğru değil. Evrimsel bir tecrübe var. Yangının kokusunu uzaklardan alıp, tersi yönde hareket etti canlılar. Kısa dönemli bir habitat kaybı oldu. Çünkü yiyecekleri azaldı. Fakat kitlesel ağaçlandırma yapılan yerlere zaten artık dönmezler. Beş yıl sonra daha fazla memeli hayvanı görebiliriz. 10 yıl sonra ise başka hayvanları… Sabretmemiz gerekiyor. Bizim için uzun olabilir, doğa için kısa bir zaman.”