Yalnız Adam: Var olmak anlamsızdır

Absürt tiyatronun önde gelen yazarlarından Eugène Ionesco'nun 'Yalnız Adam' adlı ilk romanı Yapı Kredi Yayınları tarafından Bertan Onaran çevirisiyle yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Absürt tiyatro denince Samuel Beckett’le beraber Eugène Ionesco da akla gelir. Ionesco kaleme aldığı eserlerinde insanın içindeki o tuhaf boşluğu, hayatın anlamsızlığını ve insanın bu anlamsızlıktaki konumunu çok yönlü şekilde işler. Bunu bazen gerçeküstü yöntemlerle bazen de birtakım toplumsal olaylarla iç içe sunar; böylece büyük sloganlar, idealler, kutsal bağlar birer birer devrilir. İnsanın başta kendisiyle, akabinde toplum ve hayatla giriştiği bu çatışmada ayakta kalmak öyle kolay değildir. İnsan bizatihi varlığıyla uyumsuzdur.

Ionesco 1900’lerin başında dünyaya gelir. Babası Rumen, annesi Fransız’dır. Bu yüzden çocukluğu Fransa’da, gençliği Romanya’da geçer. Kitaplarla içi içe büyür. Edebiyata duyduğu yoğun ilgiden dolayı Bükreş Üniversitesi’nde edebiyat okur. Emil Cioran ve Mircea Eliade ile tanışması da bu yıllara rastlar.

“Dünya bana grotesk, saçma, anlamsız, çekilmez geliyor” diyen Ionesco, varoluş meselesini derinlemesine düşünmeye ve bu yollu eserler üretmeye başlar. 'Kel Şarkıcı' ve 'Gergedanlar' en meşhur oyunlarıdır.

Yaşamı boyunca farklı üniversitelerde fahri doktora unvanına layık görülüp onlarca ödül kazanan Ionesco, çağını aşan eserleriyle insanın anlamsızlığı üzerine giriştiği sorgulamaları her geçen gün daha da önemli bir yerde durmaktadır.

DUVARIN DİBİNDE – BİR BAŞINA

Pek tabii Ionesco sadece tiyatro oyunları yazmaz. Kendisinin kuramsal yazılarının yanı sıra 'Yalnız Adam' adlı bir de romanı var. 1973 yılında basılan bu kitap, geçtiğimiz günlerde YKY etiketiyle raflardaki yerini aldı. Çevirmeni ise Bertan Onaran.

“Ben başkaldıran bir insan değildim. Kuzu gibi boyun eğenlerden de değildim, çünkü neye boyun eğeceğimi ya da güle oynaya yaşayabilmem için nasıl bir toplum tasarlamak gerektiğini bilmiyordum. Ne hüzünlü ne de neşeliydim, tepeden tırnağa orada, olduğundan başka türlü olamayacak, şu ya da bu toplumun herhangi bir şeyini değiştiremeyeceği kozmogoninin tutsağı gibiydim.”

Yalnız Adam, Eugene Ionesco, Çevirmen: Bertan Onaran, 112 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2022.

'Yalnız Adam', sıradan bir hayat süren bir adama odaklanır. 35 yaşında olan, klasik bir ofiste masa başı çalışan başkarakter günün birinde yüklü bir mirasa konar. Roman böyle açılır. Devam eden sayfalarda başkarakterin yeni hayatına odaklanırken sık sık geçmişe döneriz.

Pek çoğumuzun maruz kaldığı gibi ev-iş arasında geçen bir hayat sürer başkarakter. Hatta otel odası-iş. Pazartesiden cumartesiye oldukça yoğun geçen bir iş temposu, pazar günü sinema ve bar, pazartesi sabahı yorgunluk ve geç kalınan mesai… Bütün döngü kabaca böyledir. Bu yoğunlukta çalışan herkes gibi o da mesai arkadaşı olan kızlarla ilişki yaşar. Ayrılıklar ve yeni ilişkiler de yine aynı yerde olur; hiçbir şeye vakit yoktur, acı çekmeye bile.

İşte bu şekilde geçen yılların ardından, 35 yaşında mirasa konan başkarakter bütün düzenini bir anda değiştirir; işten ayrılır, otel odasından görece lüks bir eve taşınır, güzel yemekler yer, temizlikçi tutar… Fakat işler yine de istediği gibi gitmez.

UYUMSUZLUĞUN TRAJEDİSİ

Başkarakter yeni hayatına büyük bir mutlulukla başlasa da kendi rutinine kısa zamanda alışır. Üstelik çalışmayı bıraktığı için düşünmeye, gözlemlemeye daha çok vakit bulur, böylece buhranları giderek artmaya başlar. Bu duruma, bir cehennemden başka bir cehenneme geçmek de diyebiliriz.

Başkarakter kendini bu cehennemi hüzünden kurtarmak için birbirinden tuhaf yöntemler kullanır. Bunlardan biri de karşısındaki insanlara, nesnelere yakından, çok yakından ve çok dikkatli şekilde bakmaktır. Böylece hiç görmediği ayrıntıları fark ederek onları -dünyayı yani- ilk kez görüyormuşçasına bir hisse kapılır. Kendince uydurduğu bu oyun ilk etapta çocukça görünse de, aslında bunun ne denli hayati bir yanı olduğunu başkarakteri tanıdıkça anlarız.

Başkarakter bu miras sayesinde adına iş yeri/otel denen hapishaneden kurtulduğunu söylese de, belli bir yerden sonra sadece cezaevi sınırlarının genişlediğini düşünmeye başlar. Dünya başlı başına bir kafese dönüşür. Diğer bir deyişle duvarlar hem evren kadar dar hem aklı kadar geniş bir yerde onu sıkıştırıp durur.

Elbette bu tip gelgitlerin sonucunda da hayatta tat alamaz. “Hiçbir şey arzulamamayı arzuluyorum” der bir yerde ama işe yaramaz, zaafları vardır, kendine karşı sürekli yenilir, yenildikçe de daha sert saldırır; sorularından bütün dünya nasibini alır.

Varoluş başlı başına bir acı kaynağıdır; anlamsız ve amaçsızdır. “Sonluluğun bulantısı ile sonsuzluğun bulantısı” neredeyse aynı derecede dayanılmaz bir hale gelir. Ionesco’nun oyunlarında da sıkça karşılaştığımız kavramlardan biri olan iletişimsizlik burada da kendini belli eder. Bütün bunların yanı sıra iyiden iyiye ortaya çıkan isyancılarsa bambaşka bir dünya halini alır ve sonuç ne olursa olsun yukarıda bahsi geçen cezaevinin sınırları yeniden belirlenmeye başlanır.

Ionesco’nun bu ilk ve tek romanını akılda tutmakta fayda var. En az oyunlar kadar sarsıcı bir uyumsuzluk içerisinde, kendine has bir gerilimle kurulan 'Yalnız Adam', dünyaya “fırlatılan” insanın kendi varlığıyla kurduğu tekinsiz ilişkiyi sert bir biçimde anlatır.

“Çevreme baktım: Neydi bütün bunlar? Sorunun kendisi bile anlamsız geldi. Ne anlamı vardı bütün bunların ne olduğunu sormanın?”