Ya hep beraber ya hiçbirimiz

İnşaatları Yapı Denetim şirketleri denetliyor. Denetim şirketlerinin parasını, denetlediği şantiyenin müteahhidi ödüyor. Sizce denetleyen, parayı verenden bağımsız olarak sürece müdahil olabilir mi?

Google Haberlere Abone ol

Bahar Göçer*

Derler ki “Bilim insanı da olsanız, sanatçı da olsanız bulunduğunuz toplumdan ancak birkaç adım önde yürüyebilir, üretken olabilirsiniz”. Yani, bulunduğumuz toplumdan bağımsız değişip dönüşemeyiz. Hayat birlikte öğrenip birlikte deneyimlediğimiz bir yol. Bulunduğumuz çevreden bağımsız, farklı şeyler üretip farklı şeyler yaratamıyoruz. Deyim yerindeyse aynı hamurdan yoğruluyoruz. Çünkü geride kalanlar, görünmez bir el ile yürümeye çalışanların elbiselerinden çekiştirip durduruyor. Dolayısıyla yaşadığımız hiçbir şey ülkeden ve ülkenin durumundan bağımsız ve farklı olamıyor. İstesek de istemesek de paralel yollarda yürüyoruz.

Ülkede öylesine durumlar yaşanıyor ki mantıktan, bilimden, 21.yy akıl süzgecinden uzak. Konunun uzmanı olmasak da basit mantığımızla yaşanılan bir sürü olayın normalden uzak olduğunun farkındayız. Sürekli lütfen liyakat demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Yanlış giden bir sürü şey var. Az akademik eğitim almış, biraz durumu deneyimlemiş insanlar olayı mantıklı bir noktaya vardıracak biliyoruz. Zaten uzaya gitmek, çok değişik bir sanat eseri yaratmak gibi uçuk fikirler hayal etmiyoruz. İsteğimiz temel, basit durumları olması gerektiği gibi, gündelik hayatın içinde çözümlemek ve dengede tutmak.

İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞ SAĞLIĞI UZMANLIĞI 

Bizler iş güvenliği uzmanı olarak inşaatlara gidiyoruz. İş güvenliği uzmanları, ya mühendistir veya 2 yıl iş güvenliği okumuş denetçilerdir. Mühendis olanlar, genelde işin hem mühendisliğini hem de iş güvenliğini deneyimlemiş kendi içinde teknik insanlardır. İnşaat özel bir alandır ve inşaata özel iş güvenliği tedbirlerinin alınması için yeterli donanım ve bilgiye sahip olunması gerekir. Bu bilgiler ışığında inşaatlarda gerekli düzenlemelerin yapılması için taleplerde bulunulur. İş güvenliği uzmanlarının muhatabı işverenlerdir. 6331 nolu İş Güvenliği ve İş Sağlığı Yasası gereği bizler kimseye bağlı değiliz ama ücretimizi işverenden alıyoruz. İnşaatlarda işverenlerin çoğu mühendis değil, mimar değil, inşaat teknikeri bile değildir. Hatta aralarında ilkokul mezunları vardır. Bir insanın hangi okulu bitirdiği hiç önemli değildir ama bazı durumlarda bitirmediği okul önemlidir. Mühendislik eğitimi almak ya da teknik insan olmak, inşaatta iş yapmak ve akıl yürütmek için gereklidir. Ayrıca okuduğunuz okul ve yaptığınız meslek, aldığınız kararları ve bakış açınızı belirler.

İş güvenliği konuları hesap gerektirmeyen, görsel olarak çözümlenebilen, yasa ve yönetmelikleri okuyarak anlayabileceğimiz konulardır. 2 yıl okumakla bu bilgilere ulaşmak mümkün olabilir fakat inşaat yapacaksanız 4 yıllık mühendislik fakültesini bitirmek gerekir. Çünkü üniversitede size statik hesap öğretirler, mukavemet öğrenirsiniz, malzeme dersleriniz vardır. Bugünkü mühendislik eğitimlerini bilmiyorum ama eski dönem açılmış üniversitelerde hiç de fena olmayan mühendislerin yetiştiği biliniyor. Üniversite bittiğinde hiçbir şey bilmediğini sanan ancak deneyimledikçe ne çok şey öğrendiğini fark eden, mühendisliği kafa olarak yaşayan ve içselleştiren insanlar bunlar.

MÜHENDİS, MİMAR PLANLIYOR, KARARI MÜTEAHHİT VERİYOR

Bu mühendisler nedense memlekette, müteahhit olamadılar, hala da olamıyorlar. Müteahhitler, parası olan, bir şekilde rantı eline geçirmiş insanlardan oluşuyor. Mühendisler müteahhitlerin emir komuta zinciri altında çalışıyor. Dolayısıyla işler yapılırken, mühendisin yaptığı mukavemet hesabı bir kenara atılıyor, müteahhit kullanılacak çelik kalınlığı ve miktarına karar veriyor. Müteahhit kararıyla beton kalınlık ve özellikleri belirleniyor. Mimarın ölçe biçe tasarladığı, düzenlediği proje bile müteahhittin işine geldiği gibi değiştiriliyor. Temelde amaç, az malzeme kullanarak az para harcamak. Ben demiyorum, bir mühendis asla çalmaz. Mühendis de müteahhit olunca çalabilir. E onun da çözümü var. Bırakın İnşaatları mühendis ve mimarlar yapsın, sonrada yapı denetim ve kontrolör mühendisleri denetlesin. Kontrolörler, mühendis meslektaşlarının yaptığı hesapları kontrol etsin, şantiyede uygulamasını denetlesin. Bir kez daha liyakat işini yapsın. Başta da anlatmaya çalıştığım gibi ülkenin birçok yerinde birçok şey aynı mantıkla işliyor. Tıpkı Tübitak’ın başına bilim insanı getirilmediği gibi şantiyelerin de başına mühendisler gelemiyor.

Üzüm üzüme baka baka hep birlikte kararıyoruz ve işin kolayına kaçıyoruz. Aslında üretimsiz sıkıcı bir çalışma hayatının içindeyiz. Bol miktarda kâğıt kürek işi yapıyoruz. Sahada yapmadığımız her işin evrakını düzenleyip üstüne imzalar atıp, gerekli mercilerde kullanıyoruz. Aziz Nesin hikayelerini gerçek hayatta yaşamaya başladık. Hikâye okurken kahkaha attığımız, bazen de yok artık saçmalama dediğimiz haller, gelip bizim hatta ülkenin başına musallat oluyor. Her şeyin evrakı mükemmel şekilde yapılıyor ama uygulama tam tersi işliyor. Bir psikolog şöyle demişti; “Hiç onaylamadığınız davranışı çok düşünürseniz, bir süre sonra normalleştirmeye başlarsınız”. Derinizin üzerinde gezmesine izin verirseniz, derinizin içine de yavaş yavaş nüfus eder. Eskiden böyle değildi. Uygulamada ne yapılırsa evraklar onun karşılığı olarak hazırlanırdı. Artık evrak ve uygulama birbiri ile örtüşmüyor. Hatta uygulamada eksik kalan neler varsa evrak yapılarak kapatılmaya çalışılıyor.

YASALAR UYGULANSA YIKIM BU KADAR OLMAZ

Uygulanmasa da işe yarar yasalar var. Birçok yapılacak işler o yasalarla belirlenmiş durumda. Yasaya da gerek yok. Bir işi yaparken önce planlar yapılır, projelendirilir, çizilir, hesaplanır, sonra tecrübe sahibi insanlar tarafından uygulanır ve ortaya somut bir durum çıkar. Sonrasında üretim yaparken de denetimler düzenli olarak sürdürülür. Denetimin amacı projeye uygunluk ve mantığa uygunluktur. Dünyanın her yerinde uygulama ve üretim bu yöntemlerle çalışır.

Bizde işlerin böyle yürümediği ortada. Zira az biraz bütün dünyanın kabul ettiği teknikleri kullansaydık, bu kadar ev yıkılmazdı. Sürekli haber takip eden bir insanım ve deprem nedeniyle bu kadar evin yıkıldığını ve bu kadar insanın öldüğünü duyduğum bir ülke daha hatırlamıyorum. Ne acı ki birçok olay gibi depremden ölen insan sayısı konusunda da dünyada ilklerde olma ihtimalimiz yüksek. İş güvenliği zafiyeti konusunda Avrupa birincisi olduğumuzu biliyorum, muhtemelen deprem faciasında da hayatını kaybeden insan sayısı konusunda dünyada ilk sıralardayız.

DEPREM YASASI

1999 Depreminden sonra, bu ülkede “Deprem Yasası” çıktı. Bu yasadan sonra yapılan bütün binaların yasanın belirlediği kriterlerde yapılması gerekirdi. Çıkan yasayı uygulamak bir zorunluluktu, doğal olarak yapılan işler yasaya uygun yapılmalıydı. Çünkü yasaya uygun yapılmaz ise o yasanın belirlediği kriterlerde ceza alınması gerekirdi. En azından bu cezaların bile caydırıcılığı ve korkutuculuğu olmalıydı. Ama hiç öyle olmuyor. Hele sonunda ölüm varsa, bilerek ve para için adam öldürmenin cezası çok ağır olması gerekirken hiç de öyle olmuyor. Yani Türkiye dışındaki ülkelerde yaptırımlar uygulanırken, bizde işler öyle yürümüyor.

Her şey para ile alınıp satılıyor. İnşaatları Yapı Denetim şirketleri denetliyor. Yapı denetim şirketlerinin parasını, denetlediği şantiyenin müteahhidi ödüyor. İş güvenliğinde de durum aynı, iş güvenliği denetimi yaptığımız iş yerinin parasını, işveren ödüyor. Sizce denetleyen, parayı verenden bağımsız olarak sürece müdahil olabilir mi?  Her şey para ile satılırken inşaatları denetleyen kurumlar da para karşılığı, uygunluk izinleri ve uygunluk raporları veriyor. Dere yataklarına kolayca ev kurulabiliyor. Deprem fay hatlarına kamu binaları yapılabiliyor. Hatta haritada fay hattı yeri bile değişebiliyor. Zemini sağlam olmayan bölgelerde çok katlı binalara izin verilebiliyor. Para karşılığı mümkün bunlar. Japonya’da da zemin sağlam değil ama onlar düzgün zemin etüdü yapıp, binanın bütün hesaplarını bu zemine göre yaptıkları için bizim gibi facia yaşamıyorlar. Depremde yapacağı salınıma göre malzeme seçiyorlar. Maalesef dünyadaki büyük şehirlerin görüntüsünü örnek alıp, iç dinamiklerini incelemiyoruz.

MESLEKİ YETERLİLİK KURUMU

Bizim inşaat ustalarımızı yurt dışındaki kuruluşlar ve Avrupa usta olarak kabul etmiyordu. Bunun için Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) yasası çıkarıldı. İnşaat ile ilgili alanda çalışacak bütün işçilerin bu MYK belgesine sahip olması şartı koşuldu. Başlarda MYK belgesi Avrupa’dan gelen fon ile desteklendi. Çalışanlar sınava sokuldu ve 5 yıllık Avrupa’da da geçerli belge sahibi oldular. Çalışanlarımız, teknik liseden mezun olsalardı ya da iki yıllık yüksek okullardan mezun olsalardı bu MYK’ya ihtiyacımız olmayacaktı. Ülke olarak teknik liseleri gerekli statüye sokmayı başaramadık. O okullardan yetişen insanlar, bu ülkenin ihtiyacı olan usta ve teknik eleman açığını çok kolayca karşılayabilirdi. Ancak şu dönemde teknik liselerden mezun olan çocuklar teknik işler yapmıyor. Sonuç olarak, bizim ustalarımız okul okuyamamış, koşulları olmamış, ona rağmen de oldukça yetenekli ve çalışkan insanlardan oluşmaktadır. Ancak ne olursa olsun, insan teknik liseden yetişmiş ustaların olduğu şantiyeler görmek istiyor. En büyük handikaplardan biri de ustaların bir önceki ustasından ne öğrenmişse onu uyguluyor olmaları. Küçük inşaatların hiçbirinde inşaat mühendisi olmadığı için, işin ilerleyişi bu ustalarımızın inisiyatiflerine kalıyor. Binalarda iş güvenliği için dolaşırken bazen irkiliyorum “acaba hesaplara uygun mu döküldü beton? demir miktarı yeterli mi?  kolon yeterince sağlam mı?  ve şu an burada gezerken güvende miyim?” diye.

İş güvenliği uzmanlarına “Acil Durum Planı”[1] yaptırılır. Bu yasal bir mevzuattır. Bildiğim kadarıyla bizim her işyerine yaptığımız bu Acil Durum Planından ülkelerde ve şehirlerde de olması gerekiyor. Acil durumlarda bu planlar uygulamaya alınır. Bizim planlarda deprem, yangın, sel vd. acil durumlar için kimin ne yapacağı, nasıl tahliye olacağı, nasıl yangın söndürüleceği, lojistik, toplanma alanları, kullanılacak ekipmanlar, ekipman yerleri belirtilmiştir. Her yıl tatbikat yapılarak bu süreçler iyice öğretilip, uygulanır. Gerçekten de acil durumlarda bu tatbikatlar işe yarar. Aynı durumun ülke genelinde uygulanması da beklenir. Zaten yasayı çıkaran Çalışma Bakanlığı ve devletin kendisi olduğundan bu uygulamaları ülkeye uydurmak konusunda zorlanmayacaklardır.

BİNA RANT İÇİN DEĞİL YAŞAMAK İÇİNDİR

Bizim mühendis olmayan müteahhitlere ihtiyacımız yok. Bina yapanlar inşaat mühendisleri ve mimarlar olmalı. Hatta bina yapma işi rant için olmamalı. Denetimlere yerel yönetimler dahil olmalı ve uygun olmayan hallere onay verilmemeli ve onları denetleyen de başka yapılar olmalı. Uygulamada teknik olarak daha ağır cezalar içeren yasalar yürürlüğe girmeli. Sokak, mahalle, ilçe, şehir ve ülke acil durum planları yapılmalıdır. Bir de ülke olarak vicdanlı insanlar yetiştirilmelidir.

Bu yaşadığımız zor günlerde bizi ayakta tutan sanırım tek güzel şey dayanışma ruhumuz. Bunca olumsuzluğa rağmen bu ruhu genişletip, burada yazan bütün olumsuzlukları kolayca bertaraf edebileceğimizi biliyorum. Zira doğru insanların elinde doğru uygulamalarla bu sorunları çözmek hiç de zor değil. İstersek olumsuzlukların hepsini olumluya çevirir ve bir daha böylesi acılar yaşamayız.

Yaraların hızla sarılması dileğiyle

[1] İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmelik/ÇSGB

*A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı