YAZARLAR

Uykusu kaçanlar intiharı kalkan yaptı

Özellikle intiharı nedeniyle İbrahim Çolak için taciz suçunu inkar yarışında herkes. Kendi hesabından paylaştığı intihar notundaki itirafı yok sayma, karşılıklı rızayla yaşanan bir cinsellik gibi gösterme sevdası sardı herkesi. Mesajında yer alan “kendimize yakışanı yapalım düsturunu kendim için tutamamış olmama gerçek bir pişmanlığım var” diyerek intihar edişi nedeniyle neredeyse kahraman ilan edilip “onurlu adammış” deniyor arkasından.

Gülnaz Bingöl/csgorselarsiv.org

Tacizin ve tecavüzün, tacizcinin ve tecavüzcünün ifşası, bu suça maruz bırakılan açısından belki en önemli iyileşme yöntemi. İster taciz ister tecavüz olsun cinsel suç failinin, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebilmesi suça maruz kalanın hayatında ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmayışı, büyük adaletsizlik. Ve adaletsizlik duygusu en az suçun kendisi kadar yaralayıcı. Dolayısıyla tacize maruz kalan, o suçun yarattığı travmayı atlatmak için kendini sağaltmanın yollarını ararken güçlenir. Ve ancak güçlendiğinde yaşadıklarını anlatmayı, o suçu o failin yüzüne vurmayı, topluma duyurmayı başarabilir.

Yargı yoluyla ceza adaleti sağlanmış olsa bile failin afişe edilmesi gerekir. Nitekim bazı ülkelerde cinsel suçlardan hüküm giyenlere ilişkin listeler kamuoyunun erişimine açıktır. İnsanlar mahallesine, apartmanına, çocuğunun okuluna, iş yerine yeni gelen birilerini bu listelerden sorgulatarak kendisi ve çocuğu için tedbir alır. Cinsel şiddetle mücadelenin yolu afişe etmekten geçer yani. Taciz ve tecavüzün ne ağır suç olduğunu konuşmak yerine sosyal medya ifşaları üzerine kocaman kocaman laflarla etik tartışmaları yürütenlere duyurulur. Başka yol bulunmalıymış! Yargıya gitsinlermiş! Peki yargının taciz suçu karşında tavrı neymiş diye yasalara dönüp bir bakmak yok ama. Yasayı bırakalım en azından basında kıyamet kopan, Yargıtay’ın o “babacan tavır” kararını olsun duymadıklarını iddia edenlere inanmak mümkün değil.

Yine de kısacık anlatalım. Altı ay diyor yasa, altı ay içinde şikayeti gerçekleştirmezse tacize uğratılan kişi ki çoğunlukla kadınlar ve çocuklar, yargı yoluna baş vurma hakkını kaybediyorlar. Kadınlar hele de genç kadınlar ve çocukların konuşabilecek kadar kendilerini toparlamaları için asla yeterli değil bu kısacık zaman aşımı süresi. Üstelik yargıya gidildiğinde hadi davayı da kazandığını farz edelim mağdurun. Tacizin cezası bazı istisna hükümleri dışında üç ay ile iki yıl arasında. Avukatlara kulak verildiğinde hemen anlaşılıyor ki uygulama bu hapis cezalarını para cezasına çevirip onu da taksite bağlamak yönünde işliyor. Taciz failinin adeta sırtını sıvazlayıp “hadi koçum parasıyla değil mi, onu da kolay ederiz” demiş oluyor, uygulayıcılar. Uygulamanın böyle yürüdüğünü duymadım, görmedim, bilmiyorum diyenlere inanmak mümkün değil.

Hadi duymadıklarını varsayarak bir haber daha verelim: Taciz suçu sözlü ise basit hakaretleşme, fiziksel taciz ise sarkıntılık şeklinde değerlendirilerek çoğu kez mahkemeye gitmeleri de engellenir. Savcılıklar kadınları uzlaşmaya zorluyor. Uzlaştırmacının da o görüşmelerde “hadi öpüşün, barışın” kıvamında tavır takınarak kadınları, “bu olaydan bir ceza çıkmaz” sözleriyle yargıya gitmekten alıkoyduğunu, bilin isterim. Taciz şikayetinde yargı böyle işlerken sosyal medyada adalet aramayı yanlış bulmanın, yaşadığımız dünyada ne büyük bir zihin konforu gerektirdiğini de varın siz düşünün.

Sosyal medyada adalet arayışının iki tarafı keskin kılıca benzediğini inkar edecek değilim. Kadınlara da zarar veriyor, ifşa eden ve dayanışma gösteren kadınlara yönelik saldırılar, linç boyutuna çabucak ulaşıyor. Ve hatalar da yapılıyor. Kuşkusuz böylesi bir mekanizmayı kişisel hesaplaşmalarına alet edenler de olur. Fakat bunların hiç birisi cinsel şiddete uğratılmış kadınları desteklemekten, cinsel şiddetle mücadeleden, ifşa yöntemiyle mücadeleden vazgeçmek için sebep sayılamaz. Hele de günümüz adaletsizlik ortamında asla. Gerçeğin ortaya çıkma huyu vardır. Tıpkı o gizli suçlar gün gelip herkesin malumu olduğu gibi hatalar, haksızlıklar da çıkar gün ışığına. Başka bir gezegende yaşıyormuşçasına, yargı aşamasındaki bu gerçeklerden habersizmişçesine etik, ahlak, edep, adap diyerek sosyal medya ifşalarını linç sayanlar, tacizciyi savunmuş oluyor fiiliyatta. Tacizciyi savunarak en büyük ahlaksızlığı yapmaktalar. Kimi yüksek dini değerlerle ortaya konuşan veya başını öte tarafa çevirerek havaya ıslık çalanlar da öyle. Ahlaksızlık karşısında susmanın ahlaksızlık olduğunu, hak ihlalleri söz konusu olduğunda tavır almak için üçüncü bir yol aramanın zalimlik olduğunu herkes bilmeli.

Havaya ıslık çalanlar kadar bir de uykuları kaçanlar var ve onlar tacize uğratılmış kadınları ifşaları nedeniyle linç etmek için sıraya girmiş haldeler. Özellikle intiharı nedeniyle İbrahim Çolak için taciz suçunu inkar yarışında herkes. Kendi hesabından paylaştığı intihar notundaki itirafı yok sayma, karşılıklı rızayla yaşanan bir cinsellik gibi gösterme sevdası sardı herkesi. Mesajında yer alan “kendimize yakışanı yapalım düsturunu kendim için tutamamış olmama gerçek bir pişmanlığım var” diyerek intihar edişi nedeniyle neredeyse kahraman ilan edilip “onurlu adammış” deniyor arkasından. İfşa olduktan, eylemi duyulduktan sonra utanma duygusuna saplanmaya onur denmez, hanımlar beyler. Yetişkin bir insanın intiharı seçmesi üzerine sosyal medyada kendileri adaleti tesis ederek yaralı yüreklerine şifa arayan kadınları, bu yorumlarla tekrar incitmekteler. Sıranın kendilerine gelmesinden korkarak uykusu kaçanlar, kadınları susturmak istiyorlar. Kadın beyanı esastır ilkesini aşındırmanın yolu olarak bu kez de intiharı kullanıyorlar. İntiharı kendilerine kalkan yaparak ifşa ihtimaline karşı kendilerini korunaklı alana çekme çabası içinde olan pek çok kişi ifşa kampanyasını değersizleştirmekten medet umuyor, muhtemelen. Birisi sosyal medya ifşalarını “cadı avlarının rövanşı” olarak değerlendirmişti. Ancak intihar sonrası taciz mağdurlarına yönelik cadı avı başlatma hevesine yol göstermiş olacağını hesap edememişti muhtemelen.

İster sosyal medyada ister basın toplantısında isterse ödül töreninde yapılmış olsun kamuya açık ifşalar tacizcinin sahip olduğu zırhı delmenin tek yolu. Kadınlar cinsel şiddet failinin sahip olduğu bu zırhın yanı sıra toplumun ona sunduğu koruma kalkanıyla da mücadele etmenin yolunu ifşada buldular. Başta da söylediğim gibi cinsel şiddetle mücadelenin yöntemidir zaten ifşa başka türlü faili durdurmak mümkün değil. Üstelik şimdi intiharı da kendilerine ikinci bir kalkan yaparak kadınları sindirmek için fırsata dönüştürüyorlar. Kendilerini ifşa etmeyi göze alarak faili ifşa eden güçlü kadınlara saygı duymak gerekir. Saygı duymak yetmez tabii. Kamu görevlileri sorumluluklarını yerine getirmeli aslında. Yargı örneğin uyuyor mu? Çoğu kez tek tanığın mağdur olduğu bu suça karşı kadınlara destek olması gerekirdi savcılıkların. Kamuya açık ihbar o ifşaların her biri ama harekete geçen bir savcı olduğunu duymadık henüz.

Kamu gücü, yargı, siyasi irade kadınları şiddet karşısında yalnız bırakıyor. Görevini yerine getirmiyor. Cinsel şiddet kriz merkezleri yasa ve Sözleşme gerektirdiği halde açılmadı örneğin. Sosyal medya ifşalarına itiraz etmek yerine her iki yüz bin nüfusa en az bir tane olacak şekilde cinsel şiddet kriz merkezi açılması için iktidara baskı yapın. Kadınları suçlayanlara hatırlatayım: Kolay erişebileceği ve onuru bir kere daha zedelenmeden muamele göreceği cinsel şiddet kriz merkezleri olsa, adalete erişim mümkün olsa, kadınların o görünmez yaraları insana yakışır şeklide sarılıp, failler cezalandırılarak kamu tarafından hak ettikleri şekilde ifşa edilse kadınlar sosyal medyaya sığınmazdı. Siyasi iktidar yasa ve Sözleşme'yi uygulayarak görevini yerine getirmiyor. Hegemonik erkeklik durmaksızın kadınları ve çocukları seks nesnesi olarak kullanmaya çalışıyor. Ve kadınlar yalnızlaştırılarak susturulmak isteniyor.

E bu durumda elbette ki “kadın kadının yurdudur” diyerek dayanışma gelişecek. “Uykularınız kaçsın” denilerek ifşalar sürecek.

  

 


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.