Utanç taraf değiştirmeli
Fransa dahil birçok Batılı ülkede tecavüz davaları normal şartlarda kamuoyuna kapalı şekilde yürütülürken, cinsel saldırının kurbanı olan Gisèle anonim kalma hakkından feragat etti. Çünkü ona göre bu utanç, “kurban”dan ziyade “istismarcı”nın omuzlarına yüklenmeliydi. “Utanç, taraf değiştirmeli”, diyor Gisèle ve ekliyor: “Bugün hayatımın kontrolünü geri kazanıyorum."
Yetmiş iki yaşında emekli ve üç çocuk annesi bir kadın… Boş vakitlerinde uzun doğa yürüyüşleri yapmaya bayılıyor. Kasabadaki koroda şarkı söylüyor, provalara katılıyor. Birkaç yıl öncesine kadar Güney Fransa’nın şarap bağları ve lavanta tarlalarıyla bezeli masalsı kasabalarından Mazan’da yedi toruna bakmakla geçiyordu günleri…
Ta ki 2020 yılında polis ansızın kapısını çalıp 50 yıllık kocasının bilgisayarında yaşları 26 ila 74 arasında değişen, bir kısmı kamyon şoförü, bir kısmı ise tüccar, itfaiyeci, asker, gardiyan ve gazeteci olan, yarısı aile babası olan, sabıka kayıtsız, güya “normal” yaşantılar süren 50’nin üzerinde erkeğin videosunun bulunduğunu ona haber verene kadar…
Bu videolarda onu ilgilendiren şey ise, kendisine zorla uyuşturucu verilerek bayıltılmış ve bilincini yitirmiş şekilde yerde uzanırken bu erkeklerin cinsel saldırısına uğraması ve kocasının da onları videoya çekmesiydi.
Gisèle’in yiyecek ve içeceklerine bu olay öncesi ve sonrasında kocası tarafından yüksek dozda antidepresan konduğu için kendisi yıllar boyunca hafıza kaybı yaşamıştı. Dolayısıyla ortada aile içi şiddet, kimyasal kullanarak itaat sağlama, cinsel saldırı ve toplumsal bir kayıtsızlıkla çevrili bir düzenek vardı.
Ayrıca bu saldırının ardından yıllarca farklı şikayetlerle gittiği doktorlar da Gisèle’in durumundaki boşlukları dolduramamışlar, anlattığı semptomların ardındaki cinsel saldırı olasılığını “fark edememişlerdi”.
Kocası Dominique Pelicot, bir süpermarkette kadınların eteklerinin altından videolarını çekmeye çalışırken yakalanınca polis memurları kendisinin tüm elektronik cihazlarına el koymuştu ve ardından karısı Gisèle Pelicot’ya yıllar önce çektirdiği zulüm, çorap söküğü gibi ortaya çıkmıştı.
Gisèle, o dönemde video kayıtları bulup onu uyararak “hayatını kurtaran” polis memurlarına müteşekkir.
Daha önce, 2010 yılında, bir süpermarkette başka kadınlarının etek altlarından videolarını çekerken yakalanan, ama 100 Euro ceza ödeyerek serbest kalan kocasının bu cinsel suçu konusunda ona 10 yıl boyunca hiçbir bildirimde bulunulmamıştı.
Oysa bu konudan haberdar olsa “tetikte” olur ve yaşadığı -Demans veya Alzheimer’a yorduğu- birçok bellek kaybının, jinekolojik sorunun, dört kez yaşanan cinsel yoldan geçen enfeksiyonun, saç dökülmesinin ve yorgunluğun gerisindeki olası sebepleri sorgulamaya başlardı.
Hatta eski kocasının ona bir yandan ağır ilaçlar verip çocuklarını bile hatırlayamaz hale getirmesinden, ardından ona sürekli “Alzheimer oldun” diye telkinde bulunarak “gaslighting” yapmasından, yani gerçeklik algısını bilinçli olarak bozmak için psikolojik manipülasyon uygulamasından bile kuşkulanabilirdi.
Dominique bununla da yetinmemiş, iki gelininin de çıplak fotoğraflarını gizlice çekmiş, tek kızı olan Caroline Darian’ın da, bilincini yitirmiş şekilde annesinin iç çamaşırını giyerek bir yatağın üzerinde yatarken görüntülerini kaydetmişti. Babasını “canavar” olarak nitelendiren Caroline, 2022 yılında bu konuya dair bir kitap yayınlamış ve o sırada kendisine uyuşturucu verildiğine inandığını anlatmıştı.
Fransa dahil birçok Batılı ülkede tecavüz davaları normal şartlarda kamuoyuna kapalı şekilde yürütülürken, cinsel saldırının kurbanı olan Gisèle anonim kalma hakkından feragat etti. Çünkü ona göre bu utanç, “kurban”dan ziyade “istismarcı”nın omuzlarına yüklenmeliydi.
Tecavüze uğrayan kadınlar, utanç duymamalı, tam tersine güçlerini toplayıp hak mücadelesine girmeliydi. “Utanç, taraf değiştirmeli”, diyor Gisèle ve ekliyor: “Bugün hayatımın kontrolünü geri kazanıyorum. Birçok kadının elinde kanıt yok. Benimse var.”
Kanıt olan videolar mahkeme salonlarında tüm “çıplaklığıyla” gösterildi. Tecavüzcülerinden bazılarının komşusu veya mahalledeki fırıncı olduğunu gören Gisèle’in kalbi kırık ama başı dikti.
Elli yıllık eşini istismar eden, onu başkalarına bir eşyaymış gibi “sunan”, canı istediğinde onu kullandırmak için uyuşturucu veren bir koca… Bu kocanın sapkın eylemlerine kucak açan bir tecavüz kültürü…
Karşısında ise, “medeni” ve “eşitlikçi” olmakla övünen bir Batılı toplumda da ortadan kalkmayan patriyarkal bir şiddetin sıradanlaştırılması karşısında hukuka ve kamuoyuna sığınan güçlü bir kadın…
Aile içi şiddetin en aşırı şekli olan bu olay karşısında Gisèle’in cesareti, birçok kadının da önümüzdeki dönemde sessizliğini bozan ve kolektif farkındalık kapısını aralayan bir ilhamı verdi.
Gisèle, bu hareketiyle Fransa’da ve belki de feminizm tarihinde cinsel saldırılara karşı mücadelede yılmazlık ve cesaret timsali oldu. Fransa’da ve dünya çapında binlerce kişi, bir süredir ona destek yürüyüşleri yapıyor, onu cesaretlendirici mesajlar paylaşıyor, hatta davayı izlemek için mahkeme salonuna kadar gidip Gisèle’e yalnız olmadığını hissettirmek, polise de bu tür cinsel saldırı vakalarını daha büyük bir titizlikle soruşturmaları için çağrıda bulunmak istiyor. Ellerinde “Ben de Gisèle’im”, “Teslim olmak, rıza göstermek değildir" yazılı pankartlar eşliğinde…
Tecavüz davalarının büyük kısmının hapis cezasıyla sonuçlanmadığı ve hatta çoğunun mahkeme aşamasına bile gelmediği, tecavüz şikayetlerinin sadece yüzde 6’sına kovuşturma açıldığı, “rıza” kavramının ceza hukukunda tecavüzün yasal tanımına dahil edilmediği, tecavüzün sadece “şiddet, zorlama, tehdit veya şaşırtma yoluyla” gerçekleşen cinsel bir eylem olarak tanımlandığı Fransa’da 2 Eylül’den beri kamuoyuna açık şekilde görülen bu dava, oldukça sembolik. Yeni bir #MeToo dalgasını tetikleyebilir.
Geçen Kasım ayından beri yasa koyucular Fransa ceza yasasına “rıza verilmeden gerçekleşen tüm cinsel eylemlerin şiddet olduğu”, “direnmenin yokluğunun” tecavüze dair yegâne faktör olarak kabul edilmemesi yönünde bir maddenin eklenmesi için çabalıyorlar. Başkan Emmanuel Macron, bu konuda bir adım atacağını söylemiş olsa da, aylardır herhangi bir yasal reform çabası ufukta görülmedi. Yeni kabinenin bu konuyu önceleyip öncelemeyeceği ise henüz bilinmiyor.
Fransız aktivistler, Fransa’da uyuşturucu alıp “tecavüz buluşmaları” düzenlenmesinin giderek yaygınlaştığını vurguluyorlar.
Avrupa Birliği ise “onaylayıcı rıza” (affirmative consent) kavramının -yani “sadece evet, evet demektir”- temel alındığı ortak bir tecavüz tanımlaması geliştirmek üzere çaba sarf ediyor.
Yunanistan, İrlanda, İspanya, Belçika, Danimarka gibi bazı ülkeler, bunu çoktan ulusal mevzuatlarına eklemiş durumdalar. Örneğin Belçika’da 2022 yılı haziran ayında yürürlüğe giren son yasal değişiklikten beri kişinin rızası dışında gerçekleşen her türlü cinsel davranış suç sayılırken, çiftler arasında izinsiz cinsel ilişki “tecavüz” olarak değerlendiriliyor. Ayrıca yine Belçika yasalarına göre cinsel saldırıya maruz kalan kişi kendisini savunmuyorsa, bu, rızanın verildiği anlamına gelmiyor. Kişiye uyuşturucu verilerek tecavüz edilmesi gibi faktörler “ağırlaştırıcı” kabul edilerek, öngörülen cezalar artırılıyor.
Türkiye’de ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası” başlıklı 26/2. maddesinde “rıza” kavramı ayrıntılı şekilde ele alınıyor ve rıza açıklamasının “özgür iradeye” dayanması gerektiği kabul ediliyor. Buna göre; uyuşturucu etkisinde olan bir kişiye rızası olduğu kanıtlanmaması halinde yapılan eylem, “tecavüz” olarak kabul ediliyor. Ancak halen çocuklara veya zihinsel engelli bireylere yönelik cinsel saldırılarda “rıza vardır” denerek verilen cezaların bozulduğu vakalar mevcut.
Mahkeme salonuna geri dönersek; Dominique, karısına yönelik toplu tecavüzü kendisinin ayarladığını, adamlarla çevrimiçi bir sohbet odasında tanıştığını ve tekrar eden cinsel saldırıları filme çektiğini mahkeme önünde ilk günkü duruşmada itiraf etti.
Dominique’in bilgisayarında yer alan 20 binin üzerinde fotoğraf ve videodaki görüntülerden teker teker tespit edilen diğer 50 erkeğin büyük kısmı, bu ilişkinin rızaya dayalı olduğunu sandıklarını, zira kocasının da orada bizzat bulunduğunu söylerken ve hatta sanıklardan biri “insan karısıyla ne isterse yapar” diyecek kadar merhametini yitirip eril bir dayanışma haline sığınırken, sadece 14’ü yaptıklarından pişman oldular – o da, görüntüleri izledikten sonra…
Yargılananlar arasında “Hüsamettin Doğan” isimli bir Türk de var.
Kendisini “feminist filozof” olarak tanımlayan Camille Froidevaux-Metterie, 9 Eylül günü yazdığı köşe yazısında, bu dava aracılığıyla cinsel saldırı faillerinin aslında oldukça “sıradan” karakterler olabileceğini, onları “canavar” olarak nitelendiren basmakalıp modellerin alt üst olabildiğini ve bu şiddetin en sıradan biçimiyle toplumun çeperlerine gizlendiğini yazdı.
Gisèle’in bu konuda hakimlerin önünde yaptığı açıklama netti: “Bu kadar erkek yerde uzanan bir kadın görünce bu durumdan şüphelenmediler mi? Beyinleri mi yok? O durumdayken öyle bir soruya yanıt bile veremezdim, koma halindeydim Videolar da bunu kanıtlıyor.”
Dahası, bu kadar erkek arasından hiçbiri bu olaya dair -anonim şekilde bile- polisle temasa geçmemişti.
Gisèle’in davası, aslında Fransa’da olduğu gibi tüm dünyada da evlilik boyunca yaşanan tecavüzlere dair algı ve gerçekliği dönüştürecek nitelikte.
Beş hâkimin baktığı davanın Noel’e kadar devam etmesi bekleniyor. O tarihte sonuç açıklandığında, suçlu bulunan herkesin 20 yıla kadar hapis cezası alması söz konusu.
Dava görülmeden bir ay önce kocasından boşanan ve çok sevdiği kasabası Mazan’ı terk eden, zira fırına gittiğinde bir tecavüzcüsüyle, hastaneye gittiğinde başka bir tecavüzcüsüyle karşılaşmaktan artık sinirleri bozulan, herkesin her şeyi bilip yıllardır gizlediği Mazan’la artık duygusal tüm köprülerini yıkan, hatta bu olayın ardından artık bekarlık soyadını kullanmaya başlayan Gisèle, sadece Fransa’da değil dünya çapında cinsel istismara uğrayan birçok çocuk, kadın ve hatta erkek adına söz aldı ve “utanç taraf değiştirmeli” dedi.
Tıpkı birkaç yıl önce bizim de gündemimize yerleşen ve bir kadının yıllar sonra cesaretini toplayıp kendisine, çocukluğuna, gelecek hayallerine yönelik gerçekleştirilen türlü istismarları afişe ettiği H.K.G. davasında olduğu gibi…
Tam da bu dönemde Londra’nın lüks alışveriş mağazası Harrods’un eski sahibi, Prenses Diana’nın 1997 yılında aynı arabada birlikte öldüğü sevgilisi Dody’nin babası, geçen yıl 94 yaşında ölen Mısırlı iş insanı Mohamed al-Fayed hakkında, mağazada çalıştıkları sırada beş kadına tecavüz ettiği ve on beş kadına da cinsel istismarda bulunduğu, mağaza yönetiminin de bu iddiaların üzerini kapatmaya çalıştığı yönünde suçlamalar kamuoyu gündemine geldi.
İddiaların arkası çorap söküğü gibi gelirken, Fayed’in on beş yıllığına sahibi olduğu Fulham kulübü ve Paris’teki Ritz otelinde çalışan bazı kişiler de kendisinin cinsel saldırısına uğradıklarını ifşa etmeye başladılar.
BBC’nin yaptığı araştırmacı gazetecilik dosyasına göre, bu iddiaların geçmişi 90’lı yıllara dek uzanıyordu ve çoğu da Fayed’in Londra, Paris, St. Tropez ve Abu Dhabi’deki özel mülklerinde yaşanmıştı.
Saldırıya uğradığı dönemde henüz ergen olduğunu belirten bir kadın, Fayed’i “herhangi bir ahlaki pusulası olmayan bir saldırgan, bir canavar” olarak nitelendirmişti.
Son dönemde cinsel istismar suçlamalarının kamuoyuna yansıyan bir diğer adresi de ünlü rapçi Sean ‘Diddy’ Combs. Eski kız arkadaşına tecavüz ve seks ticareti suçlamalarıyla tutuklanan Diddy’nin davası, “müzik dünyasının Epstein’ı” olarak nitelendiriliyor ve ünlü rapçinin de kurbanlarının itaatini sağlamak için uyuşturucu madde kullandırdığı, istismar görüntülerini de filme çekerek şantaj malzemesi olarak kullandığı yönünde iddialar ağırlıkta.
Kadınları metalaştıran, onları cinsel bir objeye indirgeyen yaklaşımlar mutlaka gün yüzüne çıkıyor. Canavar ise sadece isim ve çehre değiştiriyor.
Bu yazıyı, kadınların ve kız çocukların olduğu kadar erkek çocukların ve yetişkin erkeklerin de okuması gerek.
Bu davayı, kadınların ve kız çocukların olduğu kadar erkek çocukların ve yetişkin erkeklerin de takip etmesi gerek.
Tıpkı 200 erkeğin 21 Eylül’de bu davaya dair yayınladıkları bildiride söyledikleri gibi:
“Bugün soru şu: #MeToo'nun başlangıcından yedi yıl sonra neredeyiz? Ne öğrendik? Kendimizi nasıl konumlandırdık? Arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, kardeşlerimiz cinsiyetçi davranışlar sergilediğinde neredeyiz? Kadınlar saldırıya uğradığında neredeyiz? Pelicot davası bize kanıtladı ki, erkek şiddeti canavarlarla ilgili değil, sıradan erkeklerle ilgili. 'Tüm erkekler' demek, tüm erkeklerin kadınları domine eden bir sistemden faydalandığını ifade etmektir. Hepimiz sorun olduğumuza göre, hepimiz çözümün bir parçası olabiliriz.
Öncelikle kendimizi vazgeçilmez sanmayı bırakmalıyız. 'Ben diğer erkekler gibi değilim' demek yeterli değil; bu sözlerin somut ve günlük eylemlerle desteklenmesi gerekiyor.
Kadın bedenini bir nesne olarak görmeyi bırakmalıyız. Partnerlerimizin rızasını her zaman sağlamalıyız; bunu bir engel değil, ilişkilerimizin temeli olarak görmeliyiz. Duygularımızın sorumluluğunu almalı, özsaygımızla yüzleşmeli ve kendimizi sorgulamalıyız. Bize öğretilen erkeklik anlayışını unutmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki, çevremizdeki hiçbir kadın yaşadığı şiddeti bize anlatmıyorsa, bunun var olmadığı anlamına gelmez. Örneğin, evinizde bir bomba yoksa, bu, savaşın olmadığı anlamına gelmez. Erkek şiddeti sistematik bir gerçektir. Kadınların gerçeğini paylaşabilecekleri kadar güvenilir hale gelmemiz acildir.
Kadınların ihtiyaçlarını ve sınırlarını dikkate almalı, kendimizi savunmaya geçmeden onları dinlemeliyiz. Onların üzüntü ve öfkesini anlamalı, bunu ifade etmelerine izin vermeliyiz.
Sadece söylemekle kalmayıp, 365 gün boyunca eyleme geçmeliyiz. Bu, en azından biraz konfor alanımızı kaybetmemizi gerektiren bir rol. Ve kadınların cinsel şiddete karşı mücadelesinde yanlarında yer almak isterseniz, #NotAllMen kampanyasına katılabilirsiniz.
İşte bu, yol haritanız. Artık hiçbiri 'ne yapacağımı bilmiyorum' diyemez."
Not: Diğer erkeklerin sizin erkekliğinizi sorgulama ihtimali yüksektir. Eğer bu olursa, doğru yolda olduğunuzun işaretidir. Devam edin.”
Daha sağlıklı bir toplum ve daha adil bir toplumsal cinsiyet eşitliği algısı için, herkesin değişmesi, herkesin konuşabilmesi ve adaletsizliklere karşı erkeklerin de kadınlar kadar vicdanlı ve merhametli olabilmesi ancak kalıcı bir itirazla mümkün.
Utancın artık sonsuza dek taraf değiştirmesi gerek.
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Aklın kötümserliğini iradenin iyimserliğiyle telafi etmek 22 Eylül 2024
Elsa Niego’yu nasıl bilirdiniz? 15 Eylül 2024
Mengen Akreditasyonu yerine çocukların tokluk akreditasyonu 08 Eylül 2024
Çocuk yaşta evliliklerin sonrası sessizlik 01 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI