YAZARLAR

'Üşütük Popolar' gibi olmak hepimize yeter 

Calgary, Kanada’daki 1988 Kış Olimpiyat Oyunları bir büyük sürprize sahne olmuştu. Güneşli Jamaika’dan çıkma bir bobsled takımı, müthiş zor bir sporu, olimpik düzeyde icra etti. Hem de daha önce bir bobsled görmemelerine, spordan haberdar olmamalarına, hatta daha birkaç ay öncesine dek bu sporu yapacaklarını akıllarına getirmemiş olmalarına rağmen… Dünyanın hayranlıkla izlediği bu performans, bize mükemmellik fikri ve kendimizden beklentilerimiz üzerine önemli bir mesaj veriyor. 

1.

“Üşütük Popolar” (Cool Runnings) filmini hatırlar mısınız? Ya da bu filmden haberdar mısınız? 1993 yapımı film, Jamaikalı bobsled (yarış kızağı) takımının, imkânsız bir yerde, Kanada Calgary’deki Kış Olimpiyat Oyunları’nda yarışma macerasını anlatıyordu. 

Jamaika nire bobsled nire… Komik, değil mi? Zaten filmin komedisi de bu fikre dayanıyordu. Ama bu fikir, orijinal bir fikir değildi. Çünkü hikâye gerçekti. Calgary Oyunları’na gerçekten de Jamaikalı bir bobsled takımı katılmıştı. 

Üşütük Popolar, Jon Turteltaub (1993)

Film, içinde birçok Hollywood trükü barındırsa da bu “efsane” takımın “efsane” performansından hareket ederek yol almıştı. Devon Harris, Dudley Stokes, Michael White, Freddie Powell, Caswell Allen ve son dakikada gruba eklenen Chris Stokes’tan oluşan ekip, birçok teknik meseleyle ve imkânsızlıkla boğuştu ama esas dert başkaydı: Tecrübe… Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, İskandinav ülkeleri, İsviçre gibi ülkelerin yarıştığı bir turnuvada, tropik Jamaika’dan gelen bir ekip ne yapabilirdi ki? Hele de sporcular bu sporu esasen bilmiyorlarsa?  

Jamaika bobsled takımı şu kadar tecrübesizdi:

Bir: Daha önce bir bobsled görmemişlerdi… Aslında antrenmanlar sırasında bile yeterince görmüş sayılmazlardı. Birbirine çatılan kızaklardan idareten yapılmış bir bobsledle beton zemin üzerinde çalıştılar.

İki: Ekip üyeleri, bobsled sporundan haberdar değildi. Hatta bazıları sporcu bile değildi. Örneğin bobsledin sürücüsü bir helikopter pilotuydu.

Üç: Ekip üyeleri daha birkaç ay öncesine kadar, bir ekibin üyesi olacaklarını, daha önce bilmedikleri bir spor yapacaklarını ve bu sporla Olimpiyat Oyunları’na katılacaklarını; dünyanın en büyük, en görkemli spor vitrinine çıkacaklarını da bilmiyorlardı.

Ama tüm bunlar tarihin yazılmasına engel olamadı.

2.

Bazı kritik sorular var. 

Evvela şu: Jamaika’dan bir takım nasıl olmuştu da Olimpiyat Oyunları’nda bunca dev ekibin arasında yarışma fırsatı bulmuştu? Ve daha da önce sorulması gereken: Neden böyle bir kış sporu için Jamaika’dan bir takım çıkmıştı? 

Uzun hikâye ama, özetleyecek olursam her ilginç hikâyede olduğu gibi bir ilginç fikre dayanıyor. Rahat bir ortamda, rahat kafalarla konuşurken çıkıveren çılgın bir fikre… Her şey bir yaz gününde, Kış Olimpiyat Oyunları’ndan altı ay kadar önce, Jamaika’nın başkenti Kingston’daki bir düğün davetinde başladı. Amerikan diplomat George Fitch ve Jamaika’da yaşayan Amerikan iş insanı William Maloney, birkaç kadehin verdiği gevşemeyle konuşurken kafalarında birkaç parçayı birleştirdiler. Jamaika’nın atletizmdeki müthiş başarısı, Jamaika’ya özgü el arabası yarışları ve bobsled sporu… Bobsled için gereken kış koşulları ülkede belki yoktu ama atletizm, güç ve koordinasyon becerisi fazlasıyla vardı.

Normal koşullarda o gün o partide kalacak bu tuhaf fikir, Fitch ile Maloney’nin aklında ertesi gün de kaldı. Bir sonraki gün de… Bir takım kurmak için günlerce sporcu aradılar, ilanlar bastırdılar, Yaz Olimpiyat Oyunları’na katılamamış atletlere gittiler, olmadı. Sonra bir gün, bir tanıdıklarıyla, Jamaika ordusunda görevli Albay Kenny Barnes ile konuştular. Barnes’ın kendisi de bir spor insanıydı, futbolcuydu; hatta oğlu John Barnes kendisinden de ünlüydü. İleride futbolun büyük isimleri arasında yer alacak John Barnes, İngiltere’de Watford’dan Liverpool’a henüz transfer olmuştu.

Barnes pratik bir adamdı. Ne kadar tuhaf görünse de aklına yatmış olan bu fikri hayata geçirme imkânları da ondaydı. Nasılını diplomat Fitch anlatsın: 

“Barnes bu fikre ne güldü ne de beni başından savdı. Binbaşı George Henry de yanımızdaydı. ‘İyi ve hızlı itecek biri gerekir' dediğimde, Albay Barnes, Henry’e baktı ve ‘Hey George, ordunun son sprint şampiyonu kim’ diye sordu. Binbaşı Henry ‘Mike White’ dedi; bir de 800 metrenin birincisi Devon Harris’in ismini verdi. Kızağı kullanmak için iyi bir el-göz koordinasyonunun gerektiğini anlattığımdaysa Albay Barnes, ‘Bir helikopter pilotu gibi mi yani’ diye sordu. Sonra yine Binbaşı Henry’e döndü: ‘Kim bizim helikopter pilotumuz?’ Binbaşı, ‘Dudley Stokes’ dedi. Jamaika bobsled takımının çekirdeği böylece ortaya çıktı.”

Öğrenci-sporcu Caswell Allen, reggae müzisyeni ve elektrikçi Freddie Powel ve zamanında futbol oynamış ve kısa mesafe koşmuş helikopter pilotu Stokes’un yine kısa mesafe koşucusu kardeşi Chris Stokes da ekibe katıldı. 

Hikâye böyle başladı. 

3.

Çok zamanları yoktu. Diplomat Fitch, ekibi ABD’ye götürdü ve antrenör Howard Siler’a teslim etti. Siler New York Eyaleti’nde buz tutmuş Placid Gölü’nde onlara buz üstünde yürümeyi ve kızak itmeyi öğretti. Birkaç idmandan sonra ekip Kingston’a döndü ve askeri üste çalışmaya devam etti.  

Üşütük Popolar (1993) filminden bir sahne

Takdir edersiniz ki, Olimpiyat oyunlarına katılmak için ne çalışmak yeter ne de çılgın bir fikre sahip olmak. Bobsled Federasyonu’nun kurallarına göre, Olimpiyat Oyunları’na katılmak isteyen ülke takımının, bir Dünya Kupası’nda derece yapması gerekiyordu. Ekip, Avusturya Innsbrück’te düzenlenen şampiyonaya katıldı, iki kişilik kızakta yarıştı ve dört ülkeyi geride bıraktı. Jamaika, olimpiyat biletini almıştı.

Sonra yine Placid Gölü… Gerçek pistte yapılan idmanlar ve iki kişilik bobsledin yanısıra dört kişilik bobsledle yarışma fikri… Derken ver elini Calgary.

4.

Jamaika takımı, Olimpiyat Oyunları’nda son derece iyi karşılanmıştı. Takım bir merak konusuydu. Helikopter pilotu - kızakçı Dudley Stokes, olimpiyat şampiyonlarının bile gelip kendilerinden imza aldıklarını anlatmıştı. Ama ekibin yüreği ağzındaydı. Rezil olmaktan korkuyorlardı.

Rezil olmadılar. Ama vezir de olmadılar.

Yarıştılar ve başarısız oldular. Hepsi bu. 

İki kişilik bobsledde 40 takımın içinde 30’uncu sıraya yerleştiler. 

Daha önce hiç yarışmadıkları dört kişilik bobsleddeyse ilk iki denemede çuvalladılar. Kızağın içine doğru oturup doğru hızlanmayı bile beceremiyorlardı. Üçüncü ve son denemede ise herkesin yüreğini ağzına getiren ciddi bir kaza yaptılar

Bir mucize eseri bobsledlerinden burunları bile kanamadan çıktılar ve finiş çizgisine yürüyerek geldiler. Alkışlarla… Soğuk Calgary’ye güneş ve sempati getirmişlerdi. Ayakta kalmış ve yarışı bir şekilde bitirmişlerdi. 

Olmaz denileni yapmışlardı. Sadece bu mu? Bu imkânsız yarışla birlikte bir gelenek de kurdu Jamaikalılar. O günden sonra olimpiyat oyunlarında bobsled branşında defalarca yarıştılar. Bu artık bir konu değil. 

2021 yılında, Kuzey Amerika Şampiyonasında derece alan Jamaica bobsled takımı

5.

“Cool Runnings - Üşütük Popolar” işte bu müthiş hikâyenin filmi. Gerçek kahramanların “olay çok basit ve komik anlatılıyor” diyerek eleştirdikleri bir film. Sahiden de öyle. Neticede bir Hollywood filmi. Ama yine de bir fikir veriyor. 

“Mükemmel olmak zorunda değilsiniz” fikrini…

Doğan Kitap’tan çıkan, “Selfie Tutkusu - Kendimizle Neden Bu Kadar İlgiliyiz?” isimli kitabı okurken aklıma bu film geldi. Britanyalı yazar Will Storr, “mükemmelik fikrinin” bizi yavaş yavaş çürüttüğünü anlattığı kitabında şöyle yazmış:

“Bir mükemmeliyetçilik çağında yaşıyoruz ve bizi öldüren fikir, mükemmellik. Bunun sebebi sosyal medya olabileceği gibi, kendimize dair, yirmi birinci yüzyıla uygun, imkânsız derecede mükemmel bir görüntü oluşturmak için üzerimizde hissettiğimiz baskı; mükemmel bir vücuda sahip olma veya kariyerimizde başarılı olma baskısı; ya da kendimiz ve diğer insanlardan beklentilerimizi olanaksız seviyelere yükselterek yarattığımız birçok başka baskı biçimi yüzünden, psikolojik olarak zehirli bir ortam yaratıyoruz.” (Selfie Tutkusu - Kendimizle Neden Bu Kadar İlgiliyiz?; Will Storr, Doğan Kitap, 2020, Çeviren: Özge Onan)

Storr haklı. 

Okulda, işte, sosyal medyada, nerede görünüyorsak orada, mükemmel olmak ihtiyacı birçoğumuzun boğazına sarılmış sıkıyor, sıkıyor, sıkıyor… 

Yarışma programlarında sık duyduğumuz cümleydi: “Önemli olan kazanmak değil katılmak”... Bu cümle nerelere gitti sahi?

Ve hangi “kazanmak” Jamaika bobsled takımının performansından daha kuvvetli, daha görkemli?

Bobsled bir şaka değildir. İcrası çok tehlikeli bir spordur. Sporcular korkunç hızlara ulaşan kızağı zikzaklı bir pistte kullanmak zorundadır. Kızağı itmek, hızlanmışken onun içine atlamak ve onu hep dengede tutmak lazımdır. Sonucu saniyeler belirler; minicik bir denge hatası yenilgi getirir; daha büyük bir hata ise kazaya sebep olabilir.

Mükemmel olmanızı gerektiren bir spordur bobsled. Olimpiyat Oyunları’nın tüm branşlarında olduğu gibi... 

Jamaikalılar işte bu fikre meydan okudu ve insan olmanın kırılganlığını getirip vitrine koydu.

Bu gülünecek bir şey değil. Ama oturup ağlamamız da gerekmiyor. 

Mükemmel değiliz. İnsanız. Bu kadarız.

KİTAP ÖNERİSİ  

Selfie Tutkusu - Kendimizle Neden Bu Kadar İlgiliyiz?; Will Storr, Çeviren: Özge Onan, 376 syf., Doğan Kitap,  2020

Selfie Tutkusu. Kendimizle Neden Bu Kadar İlgiliyiz? - Will Storr   

Selfie sadece bir hareket değil, bugünün dünyasını anlamak, onun bilmecelerini çözmek için de elverişli bir davranış kodu. Bu fikirden yeni dünya tarafından hiç durmadan vazedilen özgüvene, narsisizme, mükemmellik fikrine ve tüm bunların getirdiği problemlere, çelişkilere, acılara çıkabiliriz. Britanyalı yazar Will Storr tam da bunu yapmış. Üç sene önce yayımlanmış bu kitap halen son derece güncel ve önemli. Johann Hari’nin “Çalınan Dikkat”ini beğenenler bunu da beğendi!


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.