YAZARLAR

Ülkenin sahibiyiz!

Eğer bugün sosyalistler, Kürtler, kadınlar, LGBTİ’ler, işçiler, ezilen tüm kesimler çıkıp "bu ülkenin sahibiyiz, bu ülkeyi artık biz yöneteceğiz" diyemiyorsa, maziden gelip bugün devam eden uzun bir baskı tarihi olduğu içindir. Fakat bu hissiyattan sıyrılmak artık bir zaruret. Çünkü mevcut iktidar er veya geç değişecek. Ama onun yerini başka bir "Abdo Ağa" alacaksa, ezilenlerin kaderi değişmeyecek.

Devlet ile erkek. İktidar ataerkinin, ataerki iktidarın muhafızı. Bu ikili koalisyonun adı devlet. Birbirlerine ölesiye bağımlı oldukları için koalisyonları hiç sarsılmayan iki rejim unsuru. Kendilerini ve birbirlerini yeniden var eden ve bunu yaparken karşılarında engel olarak gördükleri her şeyi şiddet yoluyla yok etmeye yönelen iki aktör.

Bu iki aktörün şiddetini tanımlamak kolay ama ifade etmek yasak.

Ama bazen sokaktan yükselen "sıradan" bir ses işi kolaylaştırır.

Geçtiğimiz günlerde Van’da, bir ihtiyarın ağzından çıkan istisnai sese kulak verelim:

“Terörist diyorsunuz! Sen nasıl… Yahu 6 milyon, yahu 10 milyon 20 milyon varız! Hırhızladınız, çaldınız, zorbaylan satın aldınız! Onlara rağmen 6,5 milyon aldılar. Ama siz hâlâ beni terörist ilan ediyorsunuz. Terörist değiliz, bu ülkenin sahibiyiz, bu ülkenin sahibiyiz biz!” 

HDP’li milletvekili heyetinin Van’da dolaşırken pazarda karşılaştığı ihtiyarın sadece 27 saniye süren konuşmasından iktidar ve devlet kadar Kürtlerin, Türkiye sol hareketlerinin, LGBTİ ve kadın hareketinin, tüm ezilenlerin ama en çok da Tezer Özlü’nün “burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” cümlesindeki hissiyatı paylaşanların çıkaracağı dersler var.

Fakat buna geçmeden önce HDP’nin ve giderek Kürtlerin üstüne yapıştırılan “terör”, “terörist’” kavramları üzerine biraz durmak gerekiyor.

Çünkü Vanlı yurttaşın isyanı buna, hatırlatması ise kendisini bu ülkenin sahibi değil kiracısı olarak hissetmeye başlayan herkese.

TERÖR NEDİR, TERÖRİST KİMDİR?

Ruşen Keleş-Artun Ünsal’ın bundan yaklaşık 40 yıl önce, 1982 yılında yazdıkları “Kent ve Siyasal Şiddet” isimli kitapta “Terör nedir” sorusuna şöyle yanıt veriyor:

"Terörün klasik anlamı ‘altüst edici ve felce uğratıcı aşırı korku’dur. Fransız Petit Robert sözlüğü, anılan sözcüğün, özellikle Fransız Devrimi (1789) sonrasında büründüğü çağdaş anlamı da şöyle tanımlıyor: ‘Bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku."

"Altüst edici ve felce uğratıcı aşırı korku”nun, "bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku"nun aktörü kim veya kimler?

Keleş ve Ünsal devam ediyor:

"Terörü dilimizde ‘dehşet’ karşılığı olarak da kullanabiliriz. Doğu Ergil’in tanımlamasıyla terörizm, ‘kaçırmadan cinayete kadar uzanan ve amacı sindirme olan şiddet eylemlerine verilen ad’dır. Mevlüt Bozdemir’e göre ise terör, ‘insanları yıldırmak, sindirmek yoluyla onlara belli düşünce ve davranışları benimsetmek için zor kullanma ya da tehdit etme eylemi’dir."

Bu açıdan bakıldığında ortada nasıl bir terör olduğunun yanıtını vermek gayet kolay ama bunu ifade etmek "terörün" şiddetini göze almayı gerektiriyor.

Keleş ve Ünsal’dan devam edelim:

"1792-1794 yılları Fransa’sında terör, giyotin, şüpheli kişilerin tutuklanmaları, herkesin birbirini ihbar etme yarışı ve birbirlerinden şüphelenmesi, ‘vatandaşların’ yaşamlarının yakından denetlenmesi vb. gibi yollarla iktidarın şiddet kullanmasını simgeliyordu. Halka korku saçan bir şiddet. Giyotinsiz de olsa, kendi tarihimizden, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminden, jurnalcılığı, tutuklamaları, sürgünleri, sansürü, zindanları ile göze çarpan I. Meşrutiyet sonrası dönemini buna örnek olarak gösterebiliriz.”

Bu genel tanımlamaya yaslanarak baktığımızda, Vanlı ihtiyarın isyanı aynı zamanda bir tanımlamayı da ihtiva ediyor.

Tayyip Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’yken hazırladığı Kürt Raporu’ndaki şu tespiti hatırlayalım: "PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; ‘Bölücü’, ‘Terörist’, ‘Ayrılıkçı’ vs…"

Erdoğan o zaman neden kendi partisine böyle bir rota öneriyordu?

Keleş ve Ünsal da söz konusu kitapta devlet terörünün altını çiziyor ve şu tespiti yapıyor: "Kimi ülkelerde bir devlet terörü söz konusudur. Örneğin, devlet yönetimini ellerinde bulunduran güçler, ayrıcalıklarını ve etkinliklerini yitirmemek kaygısıyla, buyrukları altındaki resmi kuruluş ve gruplar aracılığıyla şiddete başvurarak karşıtlarını yok etmeyi ya da en azından onları sindirmeyi amaçlamaktadırlar."

BURASI KİMİN ÜLKESİ?

Bu ülkeyi şimdiye kadar bilâistisna erkekler yönetti, Kemalistler yönetti, İslâmcılar, muhafazakârlar, cemaatler, tarikatlar yönetti, askerler, militaristler, mafyayla iltisaklı “karanlık güçler” yönetti, neo-liberaller yönetti, faşistler yönetti. Hepsi, sıraları geldiğinde "bu ülkenin sahibi biziz" diyerek yönettiler. Maliyet, fatura, enkaz ortada.

Enkazın bir kısmı ise Kürtlerin, sosyalistlerin, LGBTİ’lerin, işçilerin, ezilen tüm kesimlerin bu ülkenin sahibi olduklarına dair bilinçten kopmaları. Eğer bugün sosyalistler, Kürtler, kadınlar, LGBTİ’ler, işçiler, ezilen tüm kesimler çıkıp "bu ülkenin sahibiyiz, bu ülkeyi artık biz yöneteceğiz" diyemiyorsa, maziden gelip bugün devam eden uzun bir baskı tarihi olduğu içindir.

Fakat bu hissiyattan sıyrılmak artık bir zaruret. Çünkü mevcut iktidar er veya geç değişecek. Ama onun yerini başka bir "Abdo Ağa" alacaksa, ezilenlerin kaderi değişmeyecek.

Metin Solmaz, bundan 6 sene önce yazdığı "Burası Bizi Öldürmek İsteyenlerin Ülkesi Değil" başlıklı yazısını şöyle bitirmişti: "Karamsarlık romantik bir tutkudur, iyimserlik bir görevdir’ demiş Peter Ustinov. Yasımızı tutalım. Öfkemizi koruyalım. Asla unutmayalım. Ama enseyi karartmayalım. Kötümserlik sadece kötü değil işlevsizdir, muhafazakârdır. ‘Kötümserliği daha iyi günlere bırakalım’. Tezer Özlü yanılıyor. Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi değil. Burası bizim ülkemiz. Bizi öldürmek isteyenlere bırakmayalım."

Sadece "burası bizim ülkemiz" demek de yetmez. Bu ülkenin sahibi olduğunu bilmek, kiracılık psikolojisinden sıyrılmak, "kendi evini kurmak" da gerekiyor. Polis teşkilatının kadına yönelik şiddeti şikâyet uygulamasını Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Rusça, Fransızca yapıp Kürtçe yapmaması Kürtlere ve kadınlara dair son dönemin en açık devlet itirafıdır. Bunlar devletin kimin devleti olup olmadığının dolaylı ilanı.

Fakat bu zihniyetle yönetilmek ezilenlerin kaderi değil. Ezilenler artık yönetmeye talip olmak, Vanlı ihtiyarın sözünü yükseltmek dışında bir seçeneğe de sahip değil: "Bu ülkenin sahibiyiz", "Bu ülkeyi biz yöneteceğiz."


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.