Ukrayna’daki dehşet gözlerimizi savaşın ıstırabına açmalı

Pek çok insan, yaşanan işgali ‘medeniyete’ karşı bir saldırı olarak algılarken Avrupa’da yaşandığı için benzersiz derecede korkutucu buluyor. Bu yaklaşım hepimizi küçük düşürüyor.

Google Haberlere Abone ol

Nesrine Malik

Vladimir Putin’in Ukrayna’da gerçekleştirdiği kanlı işgal iki korkunç gerçekliği keskinleştirdi. İlk olarak, Putin’in, Batı’nın kendisini kontrol altına alacağını ve Avrupa’da diken üstündeki bir ateşkesi sürdüreceğini umduğu, bilindik hassas kontrol ve dengeler, 'havuç ve sopa' temelinde fonksiyon göstermemesi. İkincisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir, geçmişteki hatalardan ders almak ve gelecekte onlara karşı güçlenmek doğrultusunda onlarca yıl süren uğraşların başarısızlığa uğraması. Şu anda yine, bir iç savaş değil ama dünyanın geri kalanına meydan okuyarak egemen bir devletin işgal edilmesi söz konusu. Yine şu anda, yalnızca tarihi filmlerde gördüğümüz şekilde binlerce insanı güvenli bir yere kaçmaya çalışırken izlediğimiz, ‘çılgınlık’ ve ‘panik’ hali diye nitelendirilebilecek görüntülere tanık oluyoruz.

Bunun yanı sıra, Avrupa’nın onurunun çiğnenmesi karşısında haklı olarak dehşete kapılan pek çok batılı gazetecinin algısını biçimlendiren üçüncü bir tasavvur daha var. Birçok haberin tonuna baktığımızda, bu durum onlar için benzeri olmayan bir düzeyde üzücü ve daha fazla endişe verici gibi görünüyor; zira Avrupalı olmayan insanların hayatları daha az değer taşıyor ve onların yaşadığı savaşlar bizlerden çok uzakta tutuluyor.

APAÇIK AYRIMCILIK

Baskı altındaki birkaç muhabirin düşüncesizce kullandığı bir ifade olduğunu düşünmüştüm ama kısa süre sonra bunun aslında medya genelinde yayılan bir ‘tik’ olduğu anlaşıldı. El Cezire’den CBS News’e varıncaya kadar, gazeteciler yaşananların “Irak ya da Afganistan’da” değil, “görece uygar bir Avrupa kentinde” gerçekleşmesinden ötürü dehşete kapıldılar. Biri şöyle diyordu: “Düşünülemez bir şey gerçekleşti. Bu, gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil. Burası Avrupa.” Bir diğeri şunları dile getirdi: “Bunlar refah içinde yaşayan orta sınıftan insanlar... Açıkçası, bunlar Ortadoğu’dan kaçan mülteciler değil. Kesin olarak ifade etmek gerekirse, bunlar Suriye’den değil, Ukrayna’dan gelen mülteciler... Hıristiyanlar, beyazlar, bize çok benziyorlar.”

Ukrayna’nın eski başsavcı yardımcısı David Sakvarelidze, BBC’ye tam olarak şunları söyledi: “Benim için çok dokunaklı; çünkü mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalı insanların öldürüldüğünü görüyorum.”

Eski bir Avrupa Parlamentosu üyesi ve Telegraph gazetesinde köşe yazarı olan Kingsclere Lordu Daniel Hannan daha açık bir ifadeyle, Ukrayna’da zulüm gören insanların “bizlere çok benzediğini” yazdı. “Durumu bu kadar şok edici yapan şey de bu... Savaş artık sadece yoksul ve uzakta yaşayan halkların başına gelen bir şey değil. Herkesin başına gelebilir.” Söylediği kadarıyla, “uygarlık geri çekiliyor.”

Savaşların, çatışmaların ve evinden barkından edilmenin genellikle “üçüncü dünyada” ve “uzak” ülkelerde (kimden uzak?) yaşandığı bir tarih dilimine ilişkin bu tuhaf söylem, artık varlığını yitirmeye başlamış olan siyaset ve basın ikliminin bir neticesi olarak ortaya çıkan ve hiçbir öz farkındalık ve utanma hissi olmadan yinelenen bir gerçeklik haline gelen bir kurgu.

‘ONLAR’ İÇİN NORMAL AMA ‘BİZİM’ İÇİN DEĞİL Mİ?

Bu alıntılar karşısında son derece hoşgörülü bir bakış açısı, kendi içinde, uzaktakilere kıyasla eve daha yakın olan şeylerle daha fazla ilgilenmenin ya da daha fazla etkilenmenin alışılmadık bir dürtü olmadığı şeklinde ifade edilebilir. Belki de bu insanların aslında dile getirmeye çalıştıkları şey, bu özel çatışmanın sıra dışılığının altını çizmek için “nesillerden beridir bu bölgede böyle bir şey yaşanmadı” minvalinde bir şeydir. Buna şüphe yok.

Ne var ki bundan çok daha fazlası söz konusu. Savaşın başka yerlerde doğal ama burada bir sapma olduğuna dair bir kabul var. Savaş yalnızca yoksulların ve uygar olmayanların başına gelir, zengin ve güvende olanların değil. İltica etme ve yerinden edilme, genelde ötekilerin kaderidir ve dolayısıyla bir ‘meseleden’ daha az anlam taşır.

Bunun gibi şeyler, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili çok uzun zamandır rağbet gören, meydan okunmayan bir söylemin çarpıttığı bir dünya görüşünü açığa çıkarmak için en ufak bir analiz altında dağılıp giden inançlardır. Bu fikirler, insanların Avrupa topraklarına ulaşmasını engellemek amacıyla geliştirilen insanlık dışı ve çoğu zaman şiddet barındıran politikaları haklı göstermek amacıyla, tutarlı biçimde ve zamana yayılarak şekillendirildi. Bu politikaların kabul görmesi için kurbanlarının tehditkâr ve hiçbir şeyi hak etmeyen insanlar olarak tasvir edilmeleri gerekiyordu.

Bu yaklaşımın mirası, mavi gözlü olsun ya da olmasın, muhtaç durumdaki herkese düşman bir Batı dünyası oldu. Her zamanki gibi, bakışlarımızı bir grup insanın ‘insan’ olduğu gerçeğinden kaçırdığımızda, en nihayetinde hepimizin insanlığına saldıran göç sistemleri inşa ediyoruz. Ucu nerdeyse gökyüzüne varan bir politik sınır, şimdi kimi zaman aile üyeleri olarak İngiltere’ye girmek isteyen Ukraynalılara temas ediyor.

HİÇ KİMSE DEĞERSİZ DEĞİLDİR

Downing Street’e Ukrayna bayrağının yansıtıldığı esnada, İçişleri Bakanlığı [Rusya ile] köprüleri atarken web sitesinde şunları yazıyordu: “Ukrayna’da bulunan (normalde Ukrayna’da yaşayan ya da İngiliz vatandaşı ve Birleşik Krallık’ta yaşayan İngiliz vatandaşlarının yakın aile üyeleri olmayan) Ukrayna vatandaşları şu anda İngiltere’yi ziyaret etmek, çalışmak, eğitim görmek ya da ailesiyle bir araya gelmek amacıyla vize başvurusu yapamıyorlar.” Bir eleştiri dalgasının ardından hükümet, [bu insanların] büyükanne ve büyükbabalarının, yetişkin çocuklarının, kardeşlerinin ve kendi ebeveynlerinin bu program doğrultusunda vize başvurusunda bulunmasına onay vererek vize başvurusu koşullarını kolaylaştırma sözü verdi. Kabul edilecek vize başvuruları da savaş engeline rağmen belgelere ulaşmanın gerektiği bir ortamda gerçekleştirilecek.

İstisnacılık, geçmişteki rehavet hallerini yinelemeye yazgılı olduğumuz anlamına gelir; sürekli biçimde [bir şeyin] burada yaşanmayacağına dair kendimizi rahatlatırız, zira bunlar yalnızca acıları bir biçimde bizimkinden farklı olan ‘diğerlerinin’ başına, başka yerlerde gelir.

Ne var ki, onların yaşadıkları savaşlar daha önemsiz, yerlerinden edilmeleri daha az travmatik, uygarlıkları şu anda Ukrayna’dan ayrılan binlerce kişininkinden daha değersiz değil. Ve diğer insanların yaşadığı savaşlara dair iyimser olduğumuz bir dünya tahayyül ederken savaşın ne zaman yanı başımızda yaşanacağını öngöremeyeceğimizi ve bu yaşandığında dehşete düştüğümüzü, buna karşın insani müdahale sistemlerimizin zulüm içinde kireçlenerek tıkanmış olduğunu ayrımsadık.


Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)