YAZARLAR

Uğur Mumcu, Gaffar Okkan ve bozuk pusulalar

CHP genel başkanının Gaffar Okkan suikastı hakkında sarf edebildiği yegâne kelime “hain”! Okkan, “hain bir suikasta” kurban gitmiş. Kılıçdaroğlu’nun gönlü mü elvermiyor, bu hainliği yapanların kimliğine dair ufacık bir şey çıtlatmaya? Bu anlaşılmaz tavrın getirisi, bugünkü siyasî hareket alanını daraltacak bir yeni saldırıyla karşılaşması oluyor.

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kendine has gazetecilerinden Uğur Mumcu’nun profesyonelce yerleştirilip patlatılan bombayla hunharca katledilmesi ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın profesyonelce pusuya düşürülüp öldürülmesinin yıldönümleri çakışıyor, bildiğiniz üzre. İçerik ve ifade gücü bakımından daha muazzam simgesellik, bizim siyasî cinayetlerle, suikastlarla dolu yakın tarihimizde bile zor bulunur.

Uğur Mumcu, azimli, dikkatli, yorulmak bilmez bir araştırmacı gazeteciydi. Peşine düştüğü suçlunun sonunda bunalıp delilleri kendi eliyle teslim edeceği, takıntılı, tutkulu detektif gibiydi. Cumhuriyet’teyken onun günler süren bir yazı dizisini yayına hazırlamıştım. Onca ayrıntıyı derleyip toplamak bile çoğu gazetecinin yanına yanaşmayacağı iştir. Bunların arasında, başlığa spota çıkarılıp vurgulanacak can alıcı bağlantıları bulmak da kolay değildi. Çünkü çok fazla ip biraradaydı, uçlarını yakalamak zordu. Ayrıca çarpıcı ayrıntı çoktu, tercihte zorlanıyordu insan. Böyle bir çalışma tarzı, sadece sistematik not alarak sürdürülecek iş değildi. Mumcu belli ki, onca şeyi birarada aklında tutabiliyor, mütemadiyen zihninde evirip çevirebiliyordu. İşe yarayıp yaramayacağı belirsiz ufak ayrıntı için zahmete girmekten kaçınmıyordu. Cevabını bulamadığı soruları da ortaya sürüyordu. Araştırmacılık performansı hem her gazeteci adayına örnek gösterilecek nitelikteydi hem de herkeste bulunmayan zihinsel melekelere dayanıyordu.

Ancak on binlerce okurun Mumcu’ya hayranlığının tutkulu araştırıcılığından kaynaklandığını ileri süremeyiz. Hayranlığın zemini Mumcu’nun siyasî tutumu, bu hayranlığı bir çeşit bağlılığa dönüştürense ifade gücüydü. Mumcu’ya derin ve içten bağlılık ve hayranlık duyanların onun yalnız “okurları” olduğunu söylemek doğru olmaz sanırım. Onların gözünde Mumcu’nun konumu, bugün “kanaat önderi” dendiğinde gözümüzde canlanan, masa başından ahkâm kesen düşünür-yazar tayfasınınkinden de farklıydı, bana kalırsa. Hani bir gün sokağa çıkıp, “Haydi gelin!” diye çağırsa on binlerce kişiyi etrafına hemen toplayabilirdi sanki. Hali tavrı da bu izlenimi yaratmaya elverişliydi. Bulunduğu ortamda varlığını herkesin her an hissettiği türden insanlardandı. Yazıları, yumruğunu masaya vura vura konuşan, hep hiddetli bir adam izlenimi uyandırıyordu, ama Mumcu ortama espri katan insandı, o bakımdan da güçlüydü.

Uğur Mumcu yalnız Kemalistlerin değil, çoğu solcunun da sahiplendiği bir şahsiyetti. Memleketimizde solla Kemalizm arasındaki geçişimin yarattığı kafa karışıklığı bizzat onun hayatından kesitlerde de vücut bulmuştu. Askerî vesayet rejiminin doğrudan savunucuları, sözcüleri, vazifelileri arasında da Cumhuriyet okurları ve Uğur Mumcu hayranı çoktu, ancak Mumcu askerliğini Sakıncalı Piyade olarak yapmış, bu döneme ait anılarını bu isimle yayımlamıştı. Anılar oyunlaştırılıp tiyatro sahnesine de taşınmıştı.

Mumcu’nun siyasî görüşünü kurcalamak değil maksadım. Sözünü ettiğim karışıklığın sonuçlarına gelmek istiyorum. Uğur Mumcu’nun -şüphesiz profesyonel bir organizasyon içerisinde, profesyonelce- öldürülüşünü izleyen günlerde, suikast mahallinde insanlar toplandılar. Çiçeklerle, mumlarla, türküler söyleyerek, ağlayarak, Mumcu’nun hatırasını ilk günden başlayarak canlı tutmaya, birbirlerini teselli etmeye çalıştılar. Suikast mahalli bir tür “ziyaret” yerine dönüşmüştü. Oraya dönemin genelkurmay başkanı da geldi. Kalabalıktan bir kadın, “Ne olacak paşam bu işler? Katiller bulunmayacak mı?” diye sordu. Katillerin bulunmasını isteyenler katiller bulunmasın diye dikkatleri saptırmaya çalışıyordu âdetâ. Ya da ısrarla başka yöne bakıyorlardı.

Aynı günlerde, dönemin içişleri bakanı (Mehmet Ağar), Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Hanım’a, o mâhut sözü ediyor, “tek tuğla çekersek duvar yıkılır” diyordu (sonradan inkâr edecekti). Cinayet soruşturmasına dönemin namlı DGM Başsavcısı Nusret Demiral elkoymuş, vazifeyi DGM’nin asker savcılarından Ülkü Coşkun’a vermişti. Coşkun’un da o sıralarda şöyle dediği ileri sürüldü (o da sonradan inkâr edecekti): “Bu işi devlet yapmıştır, siyasî iktidar isterse çözer.” Ancak soruşturmanın ilerleyişi, daha doğrusu ilerlemeyişi, kimsenin bu cinayeti çözmek istemediğini apaçık ortaya koydu. TBMM araştırma komisyonu kurdu, komisyon savcıların akıl almaz -ya da bir tek şekilde alır- “savsaklamalarını”, “ihmallerini” belirledi. Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun’un âdetâ olay aydınlatılmasın diye özel gayret gösterdikleri ortaya çıktı. (Ayrıntılara girmeyeceğim, merak edenler Oda TV sitesinden Sami Menteş’in “İsim isim Mumcu soruşturmasında kim neleri örttü” başlıklı yazısına göz atabilirler; iyi bir toparlama. Göz atarsanız, devletin suikast ertesindeki tavrını olanca açıklığıyla göreceksiniz.)

Gelelim görelim ki, Uğur Mumcu gibi, bizzat devlet içinden pek çok kişinin de okuduğu, takdir ettiği bir önemli-simgesel şahsiyetin Ankara’nın ortasında profesyonel suikastla öldürülüşünü aydınlatmaya, cinayet kararını ve emrini verenleri yakalamaya devletin niyetinin olmadığı ortadaydı. (O zamana yetişememiş olanlar, bu olguyu Hrant Dink cinayeti haberlerinden az buçuk tanıyorlardır.)

Fakat Mumcu anısına onun öldürüldüğü sokakta toplanan kalabalıktan birileri, genelkurmay başkanına, “Ne olacak paşam bu işler?” diye soruyor, askerî savcının örtmeye çalıştığı cinayeti onun komutanının aydınlatmasını, astının aramadığı suçluları onun cezalandırmasını bekliyordu.

Bu karışıklık, Türkiye’de sosyal-demokrasinin de, genel olarak solun da canına okuyan, memleketi sahici bir ana-akım muhalefetten yoksun bırakan vahametin ta kendisi. Bugün de aynı şuursuzluk ve pervâsızlıkla sürdürülüyor.

Uğur Mumcu’ya hararetle sahip çıkan, onu çok seven, az seven, yazılarını okuyan, katılmasa da takdir eden… velhâsıl, Mumcu suikastının aydınlatılmasını istemesi beklenen her kim varsa, hepsinin mensup olduğu siyasî kamp, bu suikastın aydınlatılmayacağının fiilen ilanıyla birlikte geri çekilmiş, işin peşine düşmemiş olmanın bedelini şimdi ödüyor. Fakat şu ana kadar yaşananlar yetmemiş olmalı ki, aynı aymazlık aynen sürüyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Uğur Mumcu’dan sekiz yıl sonra yılın aynı gününde, 24 Ocak’ta öldürülen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan için Twitter’dan anma mesajı yayımladı. Şöyle, bu mesaj: “Canı pahasına terör ile mücadele eden gerçek bir halk kahramanı olan, hain bir suikaste kurban giden eski Diyarbakır Emniyet Müdürü şehit Ali Gaffar Okkan’ı aramızdan ayrılışının 20. yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyorum.”

Bu mesajdan ne anlıyoruz? Kimler öldürmüş Gaffar Okkan’ı? “Canı pahasına mücadele” ettiği “terör”ü her kim yapıyorsa onlar olmalı. Peki “terör” deyince ortalama insanımız ne anlıyor, kimi anlıyor? PKK’yi.

Nitekim, Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin altına döşenilmiş bilumum trol mesajlarında tek ortak motif var: CHP’nin “terörle işbirliği” ile suçlanması. CHP liderine diyorlar ki: Hem adamı öldürenlerle işbirliği yapıyorsun hem de şimdi tutmuş ona sahip çıkıyorsun!

Bir siyasî parti -ve lideri- kendisini nasıl akla sığmaz saçmalıkta bir tuzağa düşürür, görün işte. Ya da bütünlüklü, kararlı siyasetsizlik nelere yolaçar, tatsız bir örneğine daha şahit olun. Okkan’ın, Diyarbakır’ın ortasında müthiş profesyonelce bir organizasyonla katledilmesi, bize bugüne kadar söylenene bakılırsa, Hizbullah’ın işi. Düşünün, olayımız Diyarbakır’da geçiyor! Herhangi bir polis aracı falan değil, emniyet müdürünün aracı, korumaları şusu busu, resmen pusuya düşürülüyorlar! Buna kim inanabilir?

Gereksiz tekrar ve fuzulî izahat pahasına dikkatinizi çekmek isterim ki, öldürülen, Türk sağının oh olsun diyeceği, CHP’nin rahatlıkla sırtını çevireceği bir Kürt siyasetçisi, eylemci genç falan değil, ilin emniyet müdürü! Böyle bir cinayetin, o sıradaki haliyle Hizbullah’ın, şunun bunun boyunu aşacağı ilk andan belli. Bu bir yana, ortalığın ayağa kalkması lazımdı. PKK Diyarbakır emniyet müdürünü vursa ardından olabilecekleri az buçuk hepimiz kestirebiliriz. Bunların zerresini görmedik. Niye? Devlet Hizbullah’a çok mu meraklı, bu örgüt kendine başına emniyet müdürü vursa da hoşgörü mü gösteriyor? Kabul edelim ki, bu olayda bu olacak şey değil.

O halde?

CHP genel başkanı, kutsal devlete halel gelmesin diye, sağduyu sahibi her insanın duyacağı şüpheleri paylaşmıyor ya da dile getirmek istemiyor; “karanlık bir cinayete kurban giden” falan da demiyor, “aydınlatılamamış cinayet” de demiyor. Haydi bunu geçelim, mesajı öyle bir ifadeyle yazılmış ki, trollere gollük pas vermiş olmakla kalmıyor, konuyu bilmeyenlerin zihnine de gerçekle alâkası olmayan bilgi sokuyor. Onu o şekilde ifade edince herkes PKK yaptı sanıyor. PKK’ye işlemediği cinayetin yüklenmesi -PKK dahil- kimse için büyük mesele olmazdı da, burada daha büyük başka mesele var, bu gizlenmiş oluyor.

CHP genel başkanının Gaffar Okkan suikastı hakkında sarf edebildiği yegâne kelime “hain”! Okkan, “hain bir suikasta” kurban gitmiş. Kılıçdaroğlu’nun gönlü mü elvermiyor, bu hainliği yapanların kimliğine dair ufacık bir şey çıtlatmaya? Bu anlaşılmaz tavrın getirisi, bugünkü siyasî hareket alanını daraltacak bir yeni saldırıyla karşılaşması oluyor. “Aman, şuradan sakınayım!” diye adım atarken, sessiz ve titrek, göz kapalı, ürkerek, çamura dalıyor, su birikintisine basıyor, kayıyor, düşüyor. Gelip tekmeliyorlar yerdeyken. Bu artık “aman HDP ile yanyana gözükmeyeyim” ürkekliği de değil. “Aman devlete halel getirecek söz söylemeyeyim” kaygısı, bir halel denizinin ortasında, koca partinin siyasetinin baş ilkesi yapılır mı? Olabilir mi böyle şey? Anma o zaman, adamın da kemiklerini sızlatıp!

Her adımını, bir sonrakinde ayağına birşeylerin dolanmasına ve hareketini kısıtlamasına yolaçacak şekilde atabilmek de hüner mi yoksa? CHP’nin toparlamaya çalıştığı ittifakın iktidarı indirip yerine geçebilmek için HDP’ye ihtiyacı var. Bu zorunlu ihtiyaç. Olmazsa olmaz. Karşı kamp, HDP’yi PKK’yle özdeşleştirerek sürekli hücuma geçiyor. Diyarbakır emniyet müdürünü kapkaranlık -ve profesyonelce- suikastla Hizbullah ve bu iş için ona imkân açanlar öldürmüş. Kim öldürtmüş, bilmiyoruz, ama tekin birileri olmadığı belli. Bu şartlarda CHP genel başkanı, suikastı planlayanların imâ bile edilmediği, bizzat icra edenlerin adının anılmadığı, buna karşılık, siyasî bakımdan desteğine ihtiyaç duyduğu partinin dolaylı yoldan suçlanmasına ve onunla yakınlaştığı için kendisinin de karalanmasına meydan veren bir metni ortaya sürmeyi başarabiliyor. İşin gereğini doğru dürüst yapsa göreceği en ufak zarar ve hiç lüzumu olmamasına rağmen! Tebrik ediyorum.