Üç yazar üç şarkı
Yaşar Kemal, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık, edebiyat tarihimizden üç büyük isim. Yazdıkları kuşaklara ilham verdi, onları besledi, büyüttü; büyütmeye devam edecek. Bu yazı, çok sevdiğim bu isimler için küçük bir saygı duruşu.
Dünya üzerinde ilhamını kitaplardan almış çok şarkı var. Romanlar, hikâyeler ve hatta denemeler farklı zamanlarda şarkılara konu (ya da konuk) olmuş, şiirler zaten bestelenmiş ya da dizeler şarkılara sızmış. David Bowie’nin “1984”ünden Pink Floyd’un “Pigs (on the Wings)”ine, Jefferson Airplane imzalı “White Rabbit”ten Iron Maiden güzeli “Brave New World”e uzanan şarkılar bunlar; saymaya kalksam bu yazının sınırını aşarım. Onun için memleket sınırlarında kalacak, bu aralar sıklıkla andığımız üç yazardan ilhamla ortaya çıkmış üç şarkıdan söz edeceğim.
YAŞAR KEMAL / İNCE MEMET
İlki, 28 Şubat’ta aramızdan ayrılışının onuncu yılında andığımız Yaşar Kemal’in ilham verdiği bir şarkı. Büyük yazar, serüvenine ağıtlar derleyerek başlamış, Çukurova yöresinden derlediği bu ağıtların bir kısmı sonrasında kayda da alınmış ama bunlardan ya da sözlerini yazdığı şarkılardan, bestelenen şiirlerinden değil doğrudan alametifarikası sayabileceğimiz romanının ilham verdiği bir şarkıdan söz edeceğim: “İnce Memet”. Adı, macerası türkülerle kulaktan kulağa aktarılan bir eşkıyanın hikâyesini anlattığı dört ciltlik bu anıt roman, 1972 yılında bir şarkı aracılığıyla pop külliyatımıza girdi. Dönemin önemli seslerinden Tayfun Karatekin’in seslendirdiği şarkı, Attila Özdemiroğlu tarafından bestelenmiş. Romana ve kahramanının başkaldırısına gönderme yapan sözler, Şanar Yurdatapan’a ait: “Garip ırgat saban sürer / Bütün kış harmanı gözler / Bir bakarsın ağa gelmiş / Hepsini alır, aç kor gider // Çayır çimen seçemezsin / Önün büklük geçemezsin / Canın çıksın Gavur Abdi / Memet dönmüş kaçamazsın // Aman Memet canım Memet / Yiğidim aslanım Memet / Yetim öksüz yolunu gözler / Fakirin öcünü al Memet // Gavur Abdi’nin canını alsak / Alıp da dağlara varsak / Hiç Abdi’ler tükenir mi / Bir gün gelip uyanmasak…”
Karatekin, genç yaşta aramızdan ayrılmış önemli bir isim. 18 yaşında Ankara’da Alpay’la yan yana gelerek kurduğu Dört Dörtler Vokal Grubu ile başladığı müzik yolculuğu önce burada sonra İsveç’te sürdü ama “İnce Memet”ten hemen sonra bir amansız hastalığa yenik düştü. Ardında bıraktığı kayıtlar arasında en önemilerden biri, Dün-Bugün-Yarın orkestrası eşliğinde yorumladığı bu şarkı. Memleket pop ve caz tarihinin enteresan şarkılarından biri. Plağın arka kapağında, şarkı hakkında şu bilgi verilmiş: “Yirmi bir dile çevirisi yapılmış bir eserin öyküsünden esinlenerek yazılmıştı.”
“İnce Memet” bambaşka şarkılara da ilham verdi ama ben Tayfun’un şarkısını onlardan ayırayım, bahsetmek istediğim diğer yazarlara geçeyim. Meraklısı, Zülfü Livaneli’den Grup Yorum’a uzanan yorumların izini sürebilir, Ruhi Su, Ali Asker, Erdal Güney, Ekrem Ataer, Ali Altay gibi isimlerin seslendirdiği farklı “İnce Memet”lere uzanabilir.
SABAHATTİN ALİ / LEYLİM LEY
Sabahattin Ali, geçtiğimiz günlerde 118. yaşını kutladığımız isim. Şiirleri en çok bestelenen isimlerden. O kadar ki, neredeyse bütün şiirleri şarkıya dönüştü. Yetmedi, hikâyelerinde karşımıza çıkan şiirler de kendi yolunu buldu ve farklı bestelerle dilden dile dolandı. “Melankoli”den “Aldırma Gönül”e, “Geçmiyor Günler”den “Çakır”a uzanan nice şarkı, kaynağını Sabahattin Ali şiirinden alıyor. Sakıncalı bulunduğu, kitaplarının basılamadığı dönemde bile bu şarkılar söylendi ve ortak hafızamızı oluşturan önemli belgeler olarak tarihe kazındı.
Bu yazıya almak istediğim şarkı, onun bir hikâyesiden koparak bize ulaşıyor. 1937 yılında yayımlanan “Ses” başlıklı kitabına adını veren hikâye bu. Zülfü Livaneli, buradaki bir türkü sözünden yola çıkarak albümüne aldığı “Leylim Ley”i sonraki yıllarda farklı yorumlarla (ve sonradan eklenen sözlerle) dinleyiciye ulaştırdı. Şarkının karşımıza çıktığı ilk albüm, 1975 tarihli “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz”. Livaneli, aynı şarkıyı, dört yıl sonra “Atlının Türküsü”nde Attila Özdemiroğlu düzenlemesiyle yeniden yorumladı.
“Leylim Ley”in Tülay German’dan İbrahim Tatlıses’e, Özdemir Erdoğan’dan Edip Akbayram’a, Haramiler’den Kardeş Türküler’e uzanan yorumları şarkıyı farklı kuşaklarla buluşturdu. Bugün, söylendiğinde, herkesin eşlik ettiği şarkılardan biri bu. Üstelik Yunancadan İngilizceye farklı dillere çevrildi ve memleket sınırlarını aşarak dünyaya uzandı. Dilimizde dolanan “birlik” sözünü gerçek kılan şarkılardan.
SAİT FAİK ABASIYANIK / SANATÇININ ÖYKÜSÜ
Sait Faik Abasıyanık, memleketin en büyük hikâyecisi. En azından benim için öyle. Sabahattin Ali gibi şiir denemeleri de yapmış ama bir-iki örnek dışında bestelenmiş şiiri yok. Kitaba adını veren “Şimdi Sevişme Vakti”, en bilinen şiiri. Kiraz mevsimine doğru ilerlediğimiz şu dönemde bizi mutlu edebilir ama sözünü etmek istediğim şarkı, kaynağını bir hikâyeden alıyor. Ben anlatmayayım, şarkının sahibine bağlanayım.
Mazhar Alanson, 1979 yılının 21 Nisan günü yayımlanan İzzet Öz programı Sihirli Lamba’da şarkının hikâyesini şöyle anlatmış:
“Çok çok eskilerde bir kabile varmış, insanlığın ilk günlerinde. Bu kabilede herkes gündüzleri sabah erkenden avlanmaya çıkarmış ve gece geç vakit dönerlermiş. Yalnız içlerinden biri bunlarla avlanmaya gitmezmiş, ormanlarda gezip tozar, aylak aylak dolaşırmış, kuşları dinlermiş, çiçekler koparırmış, dolaşır dururmuş. Fakat akşam geldikleri vakit hepsi yorgun argın olurlarmış, bizim birader de bunlara gündüz gördüklerini anlatırmış ve bunlar da birbirlerine sokulup yorgunluktan uyuyakalırlarmış. Derken içlerinden biri demiş ki ‘Ya bu adam’ demişler, ‘niçin çalışmıyor? Bunu da alıp biz ava götürelim’ demişler; bunu da zoraki ava götürmüşler. Tabi bizim birader de yorulmuş ve geldiğinde hiçbir şey anlatamayacak durumdaymış. Dolayısıyla hep birlikte yorgun argın uyumuşular. Günler birbirini kovalamış, derken bir boşluk hissetmiş bütün kabile. Yorgun argın avdan geliyorlar ve yatıyorlar. Eskiden biri bir şeyler anlatırdı oysa şimdi anlatan eden yok. Düşünmüşler taşınmışlar ve bizim biraderi bir sabah uyandırmadan ava gitmeye karar vermişler. İşte ‘Sanatçının Öyküsü’.”
“Sanatçının Öyküsü”, 1986 yılında yayımlanan MFÖ albümü “Vak the Rock”ta karşımıza çıktı ama aslında bir hayli eski. Alanson, otobiyografik kitabı “Mazhar Olmak”ta (Alametifarika, 2009) bu şarkı için şu cümleyi kuruyor: “İlk Türkçe bestelerimdendir. Sait Faik’in ‘Sivriada Geceleri’ hikâyesinden esinlenmiştim. (…) Ben de adını ‘Sanatçının Öyküsü’ koyup biraz bir şeyler söylemeye çalıştım.”
Yaşar Kemal, Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık, edebiyat tarihimizden üç büyük isim. Sabahattin Ali ve Sait Faik kitapları artık telifsiz basılıyor. Yazdıkları kuşaklara ilham verdi, onları besledi, büyüttü; büyütmeye devam edecek. Bu yazı, çok sevdiğim bu isimler için küçük bir saygı duruşu. Şansım, onların eserini taşıyanların da sevdiğim isimler olması. Bu yan yana gelişler, hayatı güzelleştiren, içimizdeki umudu yitirmememize sebep dokunuşlar.