Üç cehennem bir unutmak

Hatırlamanın olduğu yerde zamanaşımın bir hükmü yoktur. Bir şey hatıraya dönüştüğünde gerçek hacmini kaybeder. O nedenle bazı acıların hatıraya dönüşmesine izin verilmemelidir. Zamanaşımı, yaraların kabuk bağlamasına tekabül etmez ama kanayan bir şeye müdahale etmemeye tekabül edebilir. O gün Roboski’de yaşanan katliamda, ölenlerden geriye kalanlar bize birer hatıra değil, hafızadır.

Google Haberlere Abone ol

Cihan Ülsen*

Jean Amery ‘Suç ve Kefaretin Ötesinde’ kitabında, toplumsal gövdenin sadece kendini güvence altına almakla meşgul olduğunu bundan dolayı hasar görmüş hayatlarla ilgilenmediğini; en iyi ihtimalin böyle şeylerin bir daha yaşanmaması umuduyla geleceğe bakmak olduğunu söyler. (1) İnsanın kendisi dışında ((bireysel ya da toplumsal) olan bitenle karşılaşması ile kurduğu rabıtanın keskin bir hakikate tekabül ettiğini uzun uzadıya anlatmak bu yazının konusu değil elbet. Ancak her şeyi anlık zaman içinde bir kenara atabilme ve bırakıp gidebilme çağında yaşarken, insan için, dehşetli olandan gözünü bir anlık da olsa çevirebilme olanağının nasıl korunaklı bir hale geldiği üzerine düşünmek bu yazının asıl meramını anlatması için önemli bir çıkış noktası olabilir. 

Toplumsal gövdenin kendini güvenceye alması ve hasar görmüş hayatlar meselesinde Roboski katliamı ve sonrasında yaşananlar bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Uçuculuk çağında yaşadığımız konusunda artık kimsenin bir kuşkusu yok. Yakın dönem tarihinin de bu çağda kendine iddialı bir köşe kaptığı da aşikar. Bu uçuculuk ya da gelip geçicilik, bir alışkanlıktan daha çok hayatı kurgulayış biçimine evrildi. Uçuculuk dediğimizde retoriğin alanından, sadece ruhla alakalı bir duyuştan fazlasını kastediyoruz elbette. İnsanın kendisi dışında olan bitenle karşılaşmasına ve gösterdiği duruşa sirayet eden bu tavrın içinde debelenirken, hakikati lanetli bir alana tahkim ediyoruz belki de.

Yaşanan toplumsal olaylarla karşılaşma ve yüzleşme bir türlü gerçekleşmez. Daha doğrusu bu karşılaşma ve yüzleşme alanları talan edilmiş ya da istimlak edilmiştir. Italo Calvino’nun “Görünmez Kentler’ kitabında, Leonia’nın sakinlerine dair anlatısı meramımızı anlatma noktasında bize yol gösterici olabilir. Calvino anlatısında, bu hayali kent sakinlerinin en büyük zevklerinin “yeni ve değişik şeylerin tadını çıkarmak” olduğundan bahseder. Yaşanmışlıklar, görmezden gelinip kent sürekli kendini yinelerken, “Burada yaşayan insanlar, her sabah mis gibi çarşaflarda uyanır, yeni açılmış sabunlarla yıkanır, yepyeni elbiseler giyer, en mükemmel buzdolaplarındaki açılmamış süt şişelerine uzanırken son model radyolardan en son cıngılları dinlerler.” Ne var ki her sabah dünün Leonia’sından artanlar, kaldırımlarda çöp arabasını beklerler. Bir zenginlik ölçütü olarak algılanır yenilere yer açmak için kaldırılıp atılan eşyalar. Öyle ki dinsel bir görevi ifa ediyorlarmışçasına saygıyla karşılanır çöpçüler bu kentte: “Kim bilir belki de sadece kaldırıp attıkları eşyaları düşünmekten onları kurtarıyorlar diye” (2)

Benzer bir şekilde, Dino Buzzati ‘Yüzyılın Cehennemlerine Yolculuk’ öyküsünde uçuculuğun kaim olduğu bu lanetli alanın nasıl tahkim edildiğine dair önemli ipuçları verir okuyucusuna. Öyküde Milano metrosu kazısında bir rastlantı sonucu yeraltında, cehenneme açılan bir kapı bulunur. “Bu cehennem kentinde Entrümpelung adında bir bayram günü vardır. Anlamı kurtulma ve arınmadır. Her ev, mayısın on beşinde içindeki köhne eşyaları, hatta insanları dahi atar, bunları kaldırıma bırakır ya da fırlatır. Cehennem ahalisi kırık, yıpranmış, yararsız, sevimsiz, sıkıcı şeylerden kurtulur. Bu, gençliğin, yeniden doğuşun, umudun bayramıdır.” (3) Öykünün devamında cehennemin bazı kısımlarının Milano ile birebir aynı olması kahramanda kuşku uyandırır. İki dünya arasında bir fark olmaması ya da ikisinin de aynı olması üzerine kurulur öykünün çatısı.

Öyküdeki bayram gününün anlamının, arınma ve kurtulma olması manidardır. Cehennem ahalisi kırık, yıpranmış, yararsız, sevimsiz, sıkıcı şeylerden kurtulurken umudun ve geleceğin buradan doğacağına inanmaktadır. Çünkü umudun ve geleceğin inşa edildiği yerde acı ve yaralanmaya yer yoktur, olmamalıdır da. Tam da bundan dolayı alışıldık ve güncel olanın devamı talep edilir sürekli. Bu talep, can sıkıcı ve insanı rahatsız edici tüm yaşantıları/yaşanmışlıkları görmezden gelerek toplumsal gövdenin muhkem kalmasını sağlar.

Roboski katliamı üçüncü yılına girerken İzafi dergisinin 14. sayısında yayımlanan “Roboski: Terbiye Terminolojisine Giriş” yazısını şöyle bitirmiştim: Roboskî katliamı üçüncü yılına girerken bırakın fail veya failleri ortada bir şüpheli dahi yok. 34 insanın üzerine kimin bomba yağdırdığı, kimin bombalama emri verdiği necip Türk yargısı tarafından halen tespit edilebilmiş değil. Belki bundan daha fazlası, katliamın koca bir memleketin gündeminden kayıp gitmesi. Anlaşılabilinir tüm nedenleri bile anlaşılmaz kılan bu sessizliği retoriğin sınırlarını zorlasak da anlatamayız gibi gelirken muktedir olanlar, her şeyi, yüzyirmiüçbintürklirası ile kapatmaya çalıştılar ve galiba kabul etmesi zor olsa da istediklerini aldılar. (4)

Roboski katliamının dokuzuncu yılına girerken yazacağım yazıyı önceki yazıda olduğu gibi aynı serzenişlerle dile getirme gerçeği Calvino ve Buzzati’nin öykülerini anımsattı bana. Geçen yıllar içindeki bu engellenemez aynılık, öykülerdeki gibi cehenneme açılan kapıların toplumsal gövdede bir izdüşümü olarak göründü gözüme.

Bir zulmü ortadan kaldırmak bir yalnızlığa ortak olmakla mümkündür. Sürekli değişen gündemlerin yarattığı iştah, pornografik bir tada evrilince elimizde unutmaktan başka bir şey kalmıyor. Unutmak her iki öyküde anlatının ortak noktası olarak okunabilir mi? Ortada olanı el çabukluğu ile bir sessizliğe mahkum edebilir mi? Sorunun bir yanıtı elbet var ama önemi konusunda kamuoyunun muazzam ittifakı cevapları gölgelemekle meşgul.

Hatırlamanın kalbi delip geçmek manasından kaçmak; uzaklaşmak, bellekten sürekli tüketim nesneleri gibi yaşanmış acıları dürüp atmak, insan hikayelerini ana başlıklar altında kaybetmek, standart kalıplara sokarak onlara bir raf ömrü vermek, bu cılızlığın toplumun kendini onarma mekanizmasına verdiği zarar, bir toplumun kendi cehennemini kurma öyküsüne dönüşebilir. Svetlana Aleksiyeviç’in ‘Çernobil Duası’ kitabında şöyle bir soru vardır:

Öyleyse neden hatırlar insanlar? Hakikate ulaşmak için mi? Adalet için mi? Her şeyi oluruna bırakıp unutmak için mi? Aslında devasa bir olayın parçası olduklarını fark ettikleri için mi? Yoksa, geçmişte bir sığınak arayışı mı hatırlamak? Oysa hatıralar çok kırılgan, kısa ömürlü şeylerdir, somut bilgi değil.” (5)

Zamanaaşımı mefhumu, hatırlamanın hatıraya dönüştüğü o ince çizgide yer edinir kendine ve aslında hak ve adaleti borçlunun insafına bırakır. Zamanaşımı borcu bitirmez elbette ancak borcun talep edilebilirliğini elinizden alır. Bundan dolayı hatırlama ve hatıra bahsinde zamanaşımı hep hatıra tarafında kendine yer edinir.

Hatırlamanın olduğu yerde zamanaşımın bir hükmü yoktur. Bir şey hatıraya dönüştüğünde gerçek hacmini kaybeder. O nedenle bazı acıların hatıraya dönüşmesine izin verilmemelidir. Zamanaşımı, yaraların kabuk bağlamasına tekabül etmez ama kanayan bir şeye müdahale etmemeye tekabül edebilir. O gün Roboski’de yaşanan katliamda, ölenlerden geriye kalanlar bize birer hatıra değil, hafızadır. Tam da bundan dolayı bir futbol formasında, eksik bir bedenin hafızası zihnimize onlarca soru üşüşsün diye vardır.

Adaletin eksildiği hava sahası, huzurun, inancın, barışın, selametin nefeslendiği, kanat çırptığı alanın daralması demek. İnsan zindanda ise gök temsili onun için farklı anlamlara gelir, uzak, ayrı ama kurtarılmış bir dünya gibi düşünür orayı; özgür ve açık bir alanda ise, güven ve inanç doluysa, kendisinin ve yeryüzünün bir devamı gibi görür.

Bir üçüncüsü olarak, nerede olduğundan bağımsız bir şekilde, soluduğu havada, başını kaldırdığı enginlikte, güvensizliğin, kayıtsızlığın, sarılmamış acıların kokusu varsa, o hava sahasında kanat çırpmaya çalışan umudu için, Çernobil'de yayılan zehrin, insanlara sordurduğu o çaresiz soru üçüncü bir cehennemi akıllara getirmez mi?:

Peki ya yukarıdakiler? Gökyüzündekiler? Serçeler ya da güvercinler nasıl tahliye edilebilirdi ki?

Roboski katliamından sonra toplumsal gövdede meydana gelen derin çatlak, sürekli olarak artmaya devam etmiştir. Bu gövde bir daha yaşanmaması temennileri arasında kendi geleceğine yol alırken, ortak olma duygularını da bir kenara atmıştır. Ya da olan biten Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’ romanında intihar eden genç adamın odasına eğlencelik olsun diye giren grubun dikkatini çeken ayrıntı kadardır: “İntihar notunu okudular. Genç adamın üç yerde imla hatası yaptığını fark ettiler.”

 

(1) Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, Metis Yayınları,

(2) İtalo Calvino, Görünmez Kentler, YKY

(3) Dino Buzzati, Colombre, Yüzyılın Cehennemlerine Yolculuk, Can Yayınları

(4) http://cihanulsen.blogspot.com/2015/03/?m=0

(5) Svetlana Aleksiyeviç, Çernobil Duası, Kafka Yayınları

* DEVA Partisi Diyarbakır İl Başkanı, Avukat, Şair