YAZARLAR

Tütülü babalar, yerli ve milli kırılganlıklar

Oyunlar ve rüyalar herkesin her şey olabildiği yerlerdir. Babamızla, ağabeyimizle, evdeki bir erkek figürle kaskatı sınırların olmadığı bir oyun evreninde gülmek, eğlenmek bizi hayata karşı güçlü, farklılıklara tahammüllü kılar. Yaşasın tütülü babalar.

Sosyal medyada bu aralar, küçük kızlarıyla birlikte poz veren tütülü babalar akımı var. Kızıyla birlikte çektirdiği bir fotoğrafla Tarkan başlatmış, Ali Sunal kızları ve tütüsüyle ona eşlik etmiş bildiğim kadarıyla. Sonra da ünlü, ünsüz başka babalar, çoğunlukla da “kızım için her şeyi yaparım, tütü de giyerim” türünden paylaşımlarla katılmaya başlamışlar akıma. İçlerinde Frozen kostümü giyenler de var, tema giderek çeşitleniyor.

İktidara yakın görünen bazı erkek ve kadın yazarların “her şey kızlarınız için, tabii tabii” tarzı iğnelemeli paylaşımlarıyla haberdar oldum konudan. Bartu’nun şahane eteği ve ojeleriyle Nihat Genç’in nevi şahsına muhafazakar mı diyeyim, şimdi ne diyeyim bilemedim, doların yükselmesinden girip ahlaktan çıkan tuhaf yorumunun hemen akabinde takıldı bu tütülü babalar merceğime. Bir erkek sanatçı etek giyerek sahneye çıkıyor, aman ne büyük olay. Tabii büyük olay. Haşin olduğu kadar da kırılgan erkeklikler çıt diye kırılıverir bu Batı ahlaksızlığı ve feminizm katkılı faaliyetler artarsa.

Erkeklik öyle bir şey ki zaten, dünyayı, evi, hayatımızı her bir şeyi yönetir ama minicik bir kostüm değişiklikliğiyle de pul pul dökülebilir. Kadınlar çiçektir, böcektir, su perisidir falan deniyor ya hani. Bu bakış açısına göre erkeklik daha bir muhafaza edilmesi gereken bir şey, yerinden bir milim kıpırdasa kırılıverecek bir tür vazo. “Neden korkuyorsunuz bu kadar?” diye sorası geliyor insanın, cevabını bildiği halde.

Netflix dizileri falan hep ahlakımıza kasteder, birtakım sanatçılar etekli ojeli pozlarla yerli ve milli değerlerimize çomak sokarken işte bir de bu tütülü babalar çıktı şimdi başımıza. İşin garibi (ya da hiç de garip olmayanı), bu benzerlerine oranla hayli sempatik akıma tepki gösterenler sadece muhafazakar kesimden değil. Genel olarak “bu feminiz akımlar kadınları erkekleştirmeye, erkekleri kadınlaştırmaya (zayıflatmaya) çalışıyor” tarzı bildik bir yerden, her kesimden tepkiler yükseliyor, gördüğüm.

Bir kere işin aslı öyle değil. Kendi imkanlarıyla, erkekler dünyasına tutunabilmek için, kariyer basamaklarını tırnaklarken toksik manada “erkekleşmiş” kadınlar olsa da toksikerzihinlilik hiç de öyle demir zırhlı, aşırı geniş omuzlu bir şey değil genel olarak. O, aksiyon filmlerini yazanların eril fantezisi. Düzenle yüksek uyum sağlayan kadınlar, son dönemin “nasıl ölmeden geçinebilirsiniz” ahkamlarında sıkça rastladığımız gibi, çoğunlukla çok da feminen. Hiçbir görüşten hiçbir kadın bu türden katı ölçütlere sığdırılamaz olalı köprülerin altından çok tütüler aktı. Ayrıca acaba etek ya da kadınlara özgü görülen bir kıyafet, aksesuar vb. neden “zayıflık” sayılıyor? Bu konuda bol keseden atılıp tutuldukça benim de bu akıma sempatim arttıkça arttı.

Olayın bir de pedagojik yanları var ki benim alanım değil. Sadece gözlemlerimi söyleyebilirim. Çocukların cinsiyetinin görgüsüzlük ötesi partilerle, mavili pembeli göğe fışkırtıldığı, erkek çocuğa daima daha yüksek tezahürat içeren cinsiyet partilerinden bebeklerle ilgili milyon çeşit etkinliğe uzanan bir “gösteri” hali, günümüzde çocuk yetiştirmenin ayrılmaz bir parçası olmuş durumda. Bu konuda makul davranabilen, çocukların az çok olağan biçimde, dakikaya 300 fotoğraf düşmeden anı yaşayabildikleri, her saniyelerinin sosyal medyada afişe edilmediği ebeveynlerin tutumunu takdir ettiğimi söylemeliyim. Tabii “Don’t Look Up” evrenindeyiz, gösterilmeyen yaşanmış sayılmıyor, gösterilenin belki bir şansı olabilir. Bu arada bu hafta bu filmi yazacaktım ama o kadar çok yazıldı ki, temasıyla paralel bir ironiyle film değil ama hakkında yazmak biraz eskidi. Düşüncelerimle paralellikler içeren bazı çok güzel yazılar da yazıldığı için ben de kusur kalayım istedim. Kuyrukluyıldızdan kaçarken de tütüye tutuldum işte böyle.

“Çocuğum için” teması kendi içinde türlü çağcıl sıkıntıyı genel olarak fazlasıyla barındırsa da, ben bu akımı sevdim. Çünkü her şey bir yana, devasa bir “baba” problemimiz var ülkece, neyi silkelesen altından o çıkıyor hâlâ.

Babam geleneksel bir çevreden çıkıp kendini yetiştirmiş ama daima iki dünyanın değerleri arasında sıkışmanın sancılarını da yaşayan, aslen çok güzel ruhlu, romantik bir adamdı. Kızlarını çok severdi ama sadece anneme aşıktı ki sağlıklı bir çocukluk geçirmeme faydası çoktur bunun. Güzel sözleri, güzel yazıyı, güzel kumaşları severdi. Çocukken birkaç kez “kadınların kıyafetleri ne kadar güzel, bizim ne kadar sıradan, birbirinin aynı” dediğini işitmişliğim vardır. Ne gür bıyıklarıyla çelişiyordu bu bence gayet tatlı düşüncesi, ne de benim için kafa karıştırıcıydı. Duygusal da bir adamdı, yaşlılık dönemine denk gelmiş küçük çocuğu olarak, anıların, güzel bir müziğin ya da filmin etkisiyle defalarca ağladığına şahit oldum. Bu da karizmasından hiçbir şey eksiltmedi gözümde. Ailemizde annem daha çok aklı, rasyonaliteyi, babam kalp ve duygusallığı temsil ederdi ki bunun da gayet iyi bir dağılım olduğunu günden güne daha iyi anlıyorum.

Babamla birkaç hassas konu haricinde her konuda konuşabilirdim. Yine de tütü giydirilebilecek bir adam değildi kuşaksal açıdan. Kitaplarla geçen çocukluğumun en eğlenceli anlarını iki ağabeyime borçluyum. Çok erken yitirdiğimiz abiciğim Mahmut Tuncay sayesinde lunaparklarda “tehlikeli” maceralardan çatılarda yürümeye renkli bir oyun hayatım oldu. Bu eğlencelerimizde birkaç kez abimin güzel gözlerine sürme çekmişliğim, hatta makyaj merakımın ilk başladığı zamanlarda dudaklarına zorla ruj sürmüşlüğüm vardır. Beni kıramamıştı, güle oynaya fotoğraflarını çekmiştik. Gayet de maskülen bir tipi vardı ama beni güldürmek, neşelendirmek için her şeyi yapabilirdi. Bir de korkak değildi hayata karşı. Bunlar için ömrümün son damlasına kadar minnettar olacağım. Abim en iyi oyun arkadaşımdı, sayesinde hayattan, neşeden, farklılıklardan korkmamaya dair çok şey öğrendim. Şimdi tütülü babaların kızlarına ne tür bir faydalarının olabileceğini de onunla hallerimizi hatırlayarak gayet iyi anlıyorum.

Kızı için etek giymiş bir baba, “eksik etek”, “saçı uzun aklı kısa” gibi tanımlamalarla sürekli aşağılanan kadınlığa, kız çocukluğuna özgü görülen hiçbir nesne, giysi ya da aksesuarda utanılacak bir şey olmadığını gösterebilir.

Oyunlarda rolleri değiştirmek, toplumsal cinsiyet rollerinin göründüğü kadar katı olmadığını anlatır. Başkalarıyla empatiyi kolaylaştırır, bence en derin sorunlarımızdan olan homofobi illetinden kurtulmaya da yardımcı olabilir.

Duygusallığı inkar etmeyen, zaman zaman ağlayabilen, anneye olan aşkını ifade edebilen bir baba görmek, babaların süper kahraman değil insan olduklarını ve erkeklerin gösterebildikleri tek duygunun öfke olmadığını anlatır çocuklara.

Beraber eğlenmek güzeldir. Oyunlar ve rüyalar herkesin her şey olabildiği yerlerdir. Babamızla, ağabeyimizle, evdeki bir erkek figürle kaskatı sınırların olmadığı bir oyun evreninde gülmek, eğlenmek bizi hayata karşı güçlü, farklılıklara tahammüllü kılar. Yaşasın tütülü babalar.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.