YAZARLAR

Türküleri yapanlar - yasaları yapanlar

Doğayı sorgulamakla türküler ve yasalar ilişkisini; müzik ve iktidarı sorgulamak eşzamanlı bir gereksinim, zorunluluk olarak gösteriyor kendisini. Yapay, yavan seslerden ne yapsanız müzik çıkmıyor.

Tarih denen zaman yolculuğunda toplumlara türküleri eşlik eder. Düşüşlerinde, çıkışlarında, acılarında, umutlarında hal ve durumu dillendiren sesler, nağmeler, sözler kılavuzluk eder halklara.

Kimilerinin postmodern dediği, belki o da eskidiği için artık post truth; hakikat sonrası denen zamanlardaysa iktidar cephelerinde türkü karşıtlığıyla kendi türküsünü söyleme, söyletme hamleleri bir arada yürüyor. Oysa Yaşar Kemal, tarihin derinliklerinden alıp getirmiş, sözü 1960’larda meydanlara, mikrofonlara, kitlelere taşımıştı: Türküleri yapanlar, yasaları yapanlardan güçlüdür.

Öyle güçlü ve güçlendiriciydi ki söz, herkesin diline düştü. Sahiplenildi, sloganlaştı.

Zaman, Yarının Şarkısı’nın peşine düşüldüğü zamandı. 

İlk kez toplumun alt tabakasıyla “üst”te görünenler bir arada ortak dili, geleceği, ona eşlik edecek türküyü, şarkıyı arıyor, seslendirmeye çalışıyordu. En alttaki işçilerle, okuma yazma bilmez köylülerle, eğitimciler, bilim insanları, sanatçılar korosu, “Bir şarkı olmalı” diyordu, “Özlemi söyleyen /Bu koyu günlerden /Yarına ses veren”.

Türküleri yapanlar yasaları yapanlardan daha güçlüdür tezine Tülay German’ın seslendirdiği Yarının Şarkısı eşlik ediyordu Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 seçim kampanyasına. Şarkıyla birlikte peşine düşülen aslında yarının kendisi. Son dörtlük onu söylüyordu: “Bir yarın olmalı /Başka türlü bir şey/ Bir aydın, bir güzel / Yarına varmalı”.

***

Şarkı yarım kaldı. Askeri darbeyle, sonraları 68 kuşağı olarak anılacak dönemin gençlik önderlerine yönelik katliam boyutuna varan imha, infaz hareketleriyle, bilim ve sanat çevresine yönelik baskılar yıldırmalarla boğuldu Yarının Şarkısı. Önayak olanların, eşlikçilerin de nefesi yetmedi şarkıyı yeniden dillendirmeye.

Şarkılar şu ya da bu şekilde kesilse de tarihten süzülen tezler, tarihin kendisi değişmedikçe geçerliliğini sürdürür. 12 Mart 1971 darbesi, darbecilerin hiç hesaplamadığı yeni sesleri, yeni türküleri getirdi, Yarının Şarkıları’nı çoğalttı. Darbe sürecinde katledilenlerin ağıtlarını yakmakla kalmadı yeni zamanın şarkısını arayanlar, çok önceden infaza uğrayanları, örnekse Sabahattin Ali’yi de keşfettiler, dirilttiler. Benim Meskenim Dağlardır - Aldırma Gönül / Başın Öne Eğilmesin ya da Leylim Ley koroları, orkestraları, türküleri yapanların yasaları yapanlardan güçlü olduğunu kanıtladı.

1970’lerin ikinci yarısında on yıl öncesiyle; 1965’lardekiyle kıyaslanamayacak kitleselliğe ve zenginliğe ulaşan yarının şarkısını – şarkılarını dillendirme çabası da 12 Eylül 1980 darbesiyle boğuldu. Koro ne kadar büyükse, müzik ne kadar zenginse, şiddet de o kadar büyüktü.

Ama boğulan sesler yine tarihin derinliklerinden boy verdi. 1965’deki Yarının Şarkısı’nı sürdürürcesine tam da 1985’de sahneye çıkıyordu Grup Yorum, Bana Bir Türkü Söyleyin Yarına Uzansın diyerek!

Sonrası biliniyor. Ardı arkası gelmez darbeler. Toplumun darbeli yolculuğu, yarın arayışlarının ve şarkılarının da tarihini koyuyor ortaya. Grup Yorum’un otuz beş yıllık tarihi, türküleri yapanlarla yasaları yapanlar karşıtlığının güncellenmiş sahneleriyle, sayfalarıyla biçimleniyor.

İKTİDARIN TÜRKÜLERLE İMTİHANI

Yorum’un yolculuğundaki kesişmeler iktidarların türküyle imtihanına ilişkin sürece de ışık tutuyor. Yorum hep yasaklı oldu, üyeleri tutuklandı, yargılandı. Onuncu yılı geride bıraktıklarında dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeydiler. Ekranlarda yeni bir grup belirmeye başlamıştı o sıralarda. “Yeşil Pop” olarak sunuluyor, adları ve sıfatlarıyla ideoloji kimliğiyle çıkıyordu ortaya Grup Türkiyem.

Grup Yorum’la Grup Türkiyem afişlerine aynı sıralarda rastlamıştık.

Yorum’un yasaklılığı her şeyiyle ortadaydı. Afiş 50x70 cm boyutunda, çiğ sarı zemin üstüne kırmızı yazı. Korsan, kaçamak yapıştırılmıştı duvarlara. “DGM’de Buluşalım – Grup Yorum’a Özgürlük” çağrısı yapıyordu.

Grup Türkiyem, Kanal 7 ekranlarında doğmuştu. Sanki biraz zorlama, tüp bebek. Dinleyicisi, izleyicisi yok ama yüksek yerlerden destekli. Afiş belediye billboardlarında, 2x2 m, dört renk ofset baskı. CD/kasetlerin bütün müzik marketlerde olduğu duyuruluyordu.

Biri Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde, öteki mağazada. Biri yasaklı, öteki teşvikli.

Grup Yorum’a değil ekran, müzik yapmak yasak. Ve hatta yaşamak. Ötekiler projelendiriliyor, ekranda üretilip piyasaya sunuluyordu.

Sonuç?

400’ü aşkın davaya, tutukluluklara, ölüme yatmalara karşın yüz binlere ulaşan yüzlerce şarkıyla kendi tarihini yaratan Yorum… Ve bir türlü olamayan Türkiyem!

Neden?

Türküleri yapanlarla yasaları yapanlar meselesine dönüp bakmak gerekiyor yanıt için.

***

Yaşar Kemal’le dolaşıma giren söz, nereden baksanız 2.400 yıllık! Miletli Thales’e ait.

Ne ilginç, dünyanın neden ve nasıl oluştuğunu; ana kaynağı, ilk maddeyi sorgulayan Antikçağ düşünürlerinin başında geliyor Thales. Doğayı sorgulamakla türküler ve yasalar ilişkisini; müzik ve iktidarı sorgulamak eşzamanlı bir gereksinim, zorunluluk olarak gösteriyor kendisini.

Yapay, yavan seslerden ne yapsanız müzik çıkmıyor. Tarih böyle söylüyor.