Türkiye'de işkence var!

Her dönem kendi işkence yapılacak insanlarını yaratıyor ve tabii işkence yapacak olanlarını da. İşin ilginci bu durumu büyük bir çaba ve organizasyon ile de normalleştiriyor.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Kıraç* k[email protected] 

Yok diyorsanız yalan söylüyorsunuz demektir. İspat etmelisiniz olmadığını. Bu nasıl olacak?

İddiaların bağımsız izlenmesine ve raporlanmasına izin vermelisiniz.

Eğer insan hakları çalışanlarının ve bu alana emek verenlerin ‘İşkence Var’ iddialarını ispat etmesini isteyecekseniz izin vermelisiniz. Neye?

İşkence iddialarının bağımsız izlenmesine ve raporlanmasına izin vermelisiniz.

Bu bir lütuf değil haktır. İnsan hakları çalışanlarının ve bu alana emek verenlerin ‘Bağımsız izleme yapma’ hakkını kullanılmasını engelliyorsanız işkencenin olmasına, var olan işkencelerin devam etmesine ve hatta artmasına yol açıyorsunuz demektir.

Ve bu durumda suç işliyorsunuz demektir. İşkence suçtur. İşkence bir insanlık suçudur. İşkence suçlarında zaman aşımı yoktur. Sorumlular eninde sonunda yargılanırlar ve cezalarını çekerler.

Anayasa’nın işkence yasağını düzenleyen hükmü şu şekildedir: ‘Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.’

Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükmü ise şöyledir: ‘Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.’ 

Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın ‘Anayasa Mahkemesinin Zor Sorusu: İşkence ve Kötü Muamele, Ama Hangisi?’ isimli çalışmasından bir alıntı yapayım. “İşkence ve kötü muameleye tabi olmama ve bu nitelikte cezaya çarptırılmama hakkı, uluslararası hukukta mutlak olarak yasaklanan, savaş hali dahil olmak üzere hiçbir istisnası olmayan bir haktır. İşkence yasağının bu mutlak niteliği, insanın onuruna ve kişiliğine karşı en ağır saldırı olarak kabul edilen bu nitelikteki eylemlerin, uluslararası hukukta buyruk emirle yasaklanmasına da neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da benzer bir şekilde bu hakkın istisnası olamayacağını düzenlemektedir. Anayasa’nın 15. maddesinin 2. fıkrasına göre savaş, seferberlik ve sıkıyönetim halleri de dahil olmak üzere kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz.” (2)

Anayasanın çok açık bir şekilde yasaklaması ve altına imza attığımız uluslararası sözleşmelere rağmen ne yazık ki işkence ve kötü muamele hep oldu bu ülkede. Ancak bazı dönemler iyice kurumsallaştı, hatta yöneticiler tarafından korundu ve kollandı. Hatta bazı dönemlerde teşvik edildi. 

12 Eylül askeri darbesini hatırlamakta yarar var, darbeyi yapanlar hiç çekinmeden bu insanlık suçunu işlediler. Kendilerini koruyacak yasal düzenlemeler yapmaktan da çekinmediler. Darbeyi yapanlardan sonra gelen sözüm ona demokratik iktidarlar tarafından hep korunup kollandılar. Tam yargılanacaklarını umut edilirken saçma sapan kararlar verildi ve neredeyse hiç ceza almadılar. Ancak insan hakları tarihinde bu askerler ve onların uzantıları mahkûm olmuşlardır. Toplumun vicdanında her zaman suçlu olarak kalacaklar ve gelecek nesillere mutlaka anlatılacaklardır. İnsan hakları ihlallerinin azalması, işkencenin son bulması ancak bu bilinçle mümkün kılınabilir.

Diyarbakır hapishanesinde yapılan işkenceleri unutmamamız gerekir. Çayan Demirel'in 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Belgesel Film Ödülü'nü alan ‘5 No'lu Cezaevi’ belgeseli mutlaka izlenmelidir. 12 Eylül askeri darbesinden sonra vahşi devlet terörünün uygulandığı Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi’nde yaşananları gözler önüne seriyor. Bu cezaevinde çoğunun Kürt olduğu tüm tutuklulara devlet tarafından ne tür akıl almaz sistematik işkencelerin yapıldığını gösteriyor. Dönemin askeri yetkilileri cezaevini bir ‘askeri okul’ olarak nitelerken tutuklular o dönemi ‘vahşet yılları’ olarak hatırlıyor. ‘5 No'lu Cezaevi: 1980-84' belgeseli, yaşananları neredeyse 40 yıl sonra tanıkların ağzından bizlere aktarmaya devam ediyor. (1)

Ve Mamak... Devrimci 78'liler Federasyonu 12 Eylül döneminin Mamak Cezaevi'ni şu sözlerle tanımlıyor: “Mamak Askeri Cezaevi kafesinden tabutluğuna, C5 sorgu merkezinden itirafçı koğuşuna, fiziki işkenceden psikolojik baskı ve yıldırma taktiklerine, bilinç ve hafızaya yönelik saldırılardan öldürmeye kadar her türlü yöntemin uygulandığı bir işkence laboratuvarıdır.”

Ve Metris... Engin Çeber’in hapishanede gördüğü işkence sonucu öldürüldüğü Adli Tıp raporuyla kanıtlanmıştı. Yargılanan gardiyanlar, dayak ve öldürücü darbe görüntülerine rağmen Engin Çeber'in karakolda gördüğü işkence nedeniyle öldüğünü ileri sürdüler.

Ulucanlar... Bayrampaşa...

Ve daha birçok kapalı kurumda meydana gelen işkence ve kötü muamele vakaları. Mekân kimi zaman bir karakol, bir ruh sağlığı hastanesi veya hapishaneler oluyor.

Her dönem kendi işkence yapılacak insanlarını yaratıyor ve tabii işkence yapacak olanlarını da. İşin ilginci bu durumu büyük bir çaba ve organizasyon ile de normalleştiriyor.

En son bu yaklaşım 15 Temmuz tutuklamaları sırasında gerçekleşti. İşkence ve kötü muamele görüntüleri kamu çalışanları eliyle servis edildi, bilinsin görünsün istendi. Bu şekilde işkence bir kez daha normalleştirildi.

Hatırlamakta yarar var. Dayak ve zor kullanma sonucu oluşan yaralanmaların olduğu, sorguyu bekleyenlerin fotoğrafları, iç çamaşırlarıyla yüzlerce insanın bir arada tutulduğu spor salonunu, yüksek sesle ve silah tehditleriyle yapılan hakaretleri. Hem fiziksel hem psikolojik işkence görüntülerini. Her gün bir yenisi sunuluyordu bizlere. “Hak ettiler” duygusu ve nefret körüklenip durdu.

5 Ağustos 2020 tarihinde Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin İşkenceyi Önleme Komitesi, 2017 ve 2019 yıllarında Türkiye'nin çok sayıda şehir ve kırsalına yaptığı ziyaretlere ve incelemelere ait raporları yayınladı. Türkiye'nin bu raporlara yönelik hazırladığı cevap metinlerini de dahil eden Komite, önemli sayıda keyfi uygulama, kötü muamele, sağlıksız koşullar, işkence ve taciz şikayetlerinin devam ettiğini belirtiyor. Komite temsilcilerinin bu iki ziyarette amaçları, başta Ankara, İstanbul ve Diyarbakır olmak üzere gözaltı merkezlerindeki koşulları incelemekti.

İşkenceyi şikâyet edebilme mekanizması işletilmeli. Kötü muameleye karşı tüm yetkililer çalışmalı. Hapishanelerdeki kalabalık azaltılmalı diyor raporlar ve mahpusların sağlık hizmetine ulaşabilmesinin önemine dikkat çekip bu konuda yaşanan sorunların devam ettiğini belirtiliyor. Başta gözaltı şekli ve sağlık muayenesi olmak üzere sürecin baştan sona hatalı şekilde gerçekleştiğine değinen bu raporlarda, daha önce yapılan incelemeler sonucu hükümete iletilen öneri ve çağrıların da uygulanmadığına dikkat çekiliyor. (4)

TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu son dönemde alışık olmadığımız bir milletvekili portresi çiziyor. Çok hızlı ve titiz bir şekilde gelen her kötü muamele ve işkence bilgisini değerlendiriyor. Mecliste düzenlediği basın toplantısında “Türkiye'de işkence var! Bu suça ortak olmayın” diye çağrıda bulundu. (3) Gergerlioğlu’nun sosyal medya hesaplarında son bir ayda yayınladığı insan hakları ihlallerine ve verdiği mücadelesine bakmak bile durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor...

“Hapishanelerde 14 kişilik odada, 28 m²de 31 kişi nasıl kalır?”

“Yunus Gülbudak, Burdur cezaevinde yatıyor, şeker hastalığı ayağına vurmuş ve ameliyat oldu, tedavi yeterli değil, ileride ayağının kesilme riski var, 2 çocuğu var. Eşi Nevin Gülbudak da tutuklu, 2 çocuğa anneannesi bakıyor.”

“45 gündür kayıp olan Bahtiyar Fırat’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tutulduğu ortaya çıktı.”

“Kocaeli’de gözaltında bulunan en az 46 kişinin avukatlarından ve eşlerinden, işkence yapıldığına dair bilgi aldığını aktardı.”

“Burcu Kara ve oğlu Ömer Sait bugün Pasinler Adliyesi’nde. Şu anda hastanede mahkûm odasındalar.  Anne mahkumiyetinde 18 aylığa kadar bebeklerin hapse girmesi yasaya aykırı!” 

“Beyin ameliyatlı, sol tarafı felç bir engelliyim. Ankara Emniyetinde işkence gördük 'Sol bacağıma vurmayın, felçli.' deyince daha çok vurdular.”

Ve son zamanlarda yaşanan işkence iddialarından medyaya yansıyanlar;

Mardin'in Mazıdağı ilçesinde, geçmişte bir polisin eşi ile aşk yaşayan iş insanı H.B.'ye işkence ettikleri iddia edilen 4 polisin ve polise mukavemet ettiği iddia edilen H.B.'nin yargılaması tamamlandı. Polis memuru İ.D.'yi, 'ağırlaşmış işkence' suçundan 10 yıl hapis cezasına çarptıran mahkeme, polis memuru A.S.'ye ise 'işkenceye yardım etme' suçundan 8 yıl 4 ay hapis cezası verdi.

Side’de karakolda işkence iddiası: Tatil için gittiği Side’de gözaltına alınarak götürüldüğü karakolda jandarmadan işkence gördüğünü iddia eden A.Ç., maruz kaldığı işkencenin cinsel yöneliminden dolayı olduğunu söyledi.  “Oda boş ve kamera yoktu. Özellikle iz bırakmayacak şekilde işkence ediyorlar ve vuruyorlar” dedi.

Gözaltına alınan Naci Ç. isimli yurttaşın götürüldüğü Sultangazi Şehit Bülent Özkan Karakolu’nda polisler tarafından sabaha kadar işkenceye uğradığına ilişkin Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada takipsizlik kararı verildi. Takipsizlik kararında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu anımsatılarak polisin direnişi kırmak ve yakalamak amacıyla zor ve silah kullanabileceği belirtildi.

Mahkeme iddianameyi kabul etti. Savcı, 7 polisin Sultanbeyli Fatih Polis Merkezi'nde, Ş.Ş. adlı kişiye soda şişesiyle cinsel yönden tacizde bulunarak işkence yapmaktan 10 yıldan 15'er yıla, bu olayı görüp üstlerine haber vermeyen 1 polisin de 6 ay ile 2 yıl arasında hapis cezasıyla cezalandırılmalarını istiyor.

Suriye’den Urfa’nın Ceylanpınar ilçesine geçmek isterken askerler tarafından yakalanan mülteci bir aile, işkenceye uğradıkları gerekçesiyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ceylanpınar’a geçtikleri sırada yakalanan aile, götürüldükleri karakolda çıplak işkenceye maruz kaldıklarını ve paralarına el konulduğunu iddia ederek, suç duyurusunda bulundu.

İstanbul Sultangazi Mahallesi’nde gözaltına alınan Deniz Aydın ve Taylan Gültekin, karakolda kaldıkları 4 saat boyunca işkenceye uğradıklarını iddia ettiler. 

Gözaltına alınan kişilerin karakol bahçesinde yere yatırılmış fotoğrafları ve işkence gördüklerine dair beyanları vardı. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına alınan kişilere ilişkin başlatılan soruşturmada takipsizlik kararı verildi.

Ve son olarak mutlaka takip etmemiz gereken ve işkence bir dava var;

Van’da gözaltına alınıp, götürüldükleri karakolda işkenceye maruz kalan yaşları 13 ila 17 arasındaki üç çocuk hakkında 26 yıl hapis istemiyle dava açıldı. İşkenceci polisler hakkında başlatılan soruşturmada ise bir gelişme yok. 

Önümüzdeki hafta, 30. yılını onurla kutlayan Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) işkence ve kötü muameleye karşı verdiği mücadeleyi anlatmaya çalışacağım.

“Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği ve 32 insan hakları savunucusu tarafından 1990 yılında kurulmuştur. TİHV’in kuruluşu, insan hakları savunucularının 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında hem İHD’de hem de Türk Tabipleri Birliği’nde işkencenin önlenmesi ve işkenceye maruz kalmış kişilerin tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik neler yapılabileceğine dair girdikleri çaba ve arayışlarının sonucudur. Uzun yıllardır işkence izlerinin belgelenmesi ve işkence görenlerin tedavisi konusunda biriktirdiği bilgi ve deneyim sonucu alanda adeta bir okul haline gelen TİHV uluslararası tanınırlığı olan bir sivil toplum kuruluşudur.”

Evet Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nı kuranlar kimdi ve 30 yıl boyunca nasıl engellerle karşılaştılar ve nasıl direnip bugünlere geldiler anlatmaya çalışacağım.

Unutmayalım ki, işkence insanlık suçudur!

 

1) https://vimeo.com/289461292 

2) https://anayasa.gov.tr/media/4437/5.pdf 

3) https://www.youtube.com/watch?v=O-Ze6w4_LWs 

4) https://rm.coe.int/16809f20a1 ve https://rm.coe.int/16809f209e 

*İnsan Hakları Çalışanı