Hak ihlallerine karşı akademik mücadele

Barış Bildirisi'ne imza attıkları gerekçesiyle üniversitelerden ihraç edilen İzmir’deki bir grup akademisyen tarafından Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) bünyesinde kurulan TİHV Akademi, “Zor Koşullar Altında İnsan Hakları Aktivistleri Olarak Akademisyenleri Desteklemek” projesini tamamladı.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR -  TİHV Akademi üyesi akademisyenler, düzenledikleri basın toplantısıyla proje kapsamında yürüttükleri faaliyetleri ve yaptıkları araştırmaların sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı. OHAL döneminde yaşanan akademik tahribatı, ihraçların neden olduğu hak ihlalleri ve kayıpları tespit etmek için yapılan araştırmanın bulgularının paylaşıldığı basın toplantısı Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği’nde gerçekleştirildi.

Proje kapsamında farklı kesimlerden barış akademisyeni olmayan akademisyenlerle yaptıkları görüşmelerin de yer aldığını kaydeden Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, “Bizim araştırmamızın bir bölümü de Barış İmzacısı olmayan akademisyenlerle yapılan mülakatlar. Biz akademiden farklı nedenlerle ihraç edilen herkesi kapsayıcı olan bir görünür kılma faaliyetini çok önemsiyoruz. Analizler yetişmediği için Kasım sonundaki rapor, geçici bir rapor olarak web sitemize konulacak. Aralık ayı içinde gerek sendikal faaliyetleri nedeniyle akademiden ihraç edilmiş akademisyenler gerekse irtibatlı, iltisaklı olduğu iddia edilen akademisyenlerin hak ihlallerini de görünür kılmak istiyoruz” dedi.

'ARAŞTIRMA, BELGELEME VE RAPORLAMA ÇALIŞMALARINA YOĞUNLAŞTIK'

Toplantıda ilk sözü Proje Koordinatörü Dr. Zeynep Özen Barkot aldı. Proje sürecinde alternatif bir akademik oluşum olarak yapılanan TİHV Akademi’nin bu amaçları yerine getirmek için üç temel faaliyet alanında çalıştığını ifade eden Özen, projenin hedeflerini şöyle özetledi:“İlk grupta güçlendirme faaliyetleri yer almaktadır; bu kapsamda hak ihlaline uğramış akademisyenlere hukuki ve psikososyal destek açısından yol gösterici olan bir rehber hazırlanarak TİHV gönüllüsü ruh sağlıkçıları ve psikologlar tarafından destek atölyeleri düzenlendi. Öte yandan ihraçların kamuoyunda görünür kılmanın önemli olduğunu düşündüğümüz için bir uluslararası dayanışma kampanyası düzenlendi. Bu kampanya kapsamında Türkiye’de akademisyenlere yönelik hak ihlallerini ve hukuki gelişmeleri içeren en güncel bilgiler ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerini içeren bir iletişim ağında paylaşılıyor.”

Yoğunlaştıkları ikinci faaliyet alanın proje kapsamında yapılan eğitimler olduğunu ifade eden Özen, eğitimlerin hem akademisyenlerin insan hakları alanındaki çalışmalarını desteklemek hem de sivil toplum çalışanlarının kapasitesini arttırmak amacıyla yapıldığını vurguladı. TİHV Akademi’nin yoğunlaştığı üçüncü ve en önemli faaliyet alanın araştırma, belgeleme ve raporlama çalışmaları olduğunu aktaran Özen, bu çalışmalar sonucunda, “Üniversitenin Olağanüstü Hali: Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme” ve “Akademisyen İhraçları: Hak İhlalleri, Kayıplar, Travma ve Güçlenme Süreçleri” başlıklı ve birbirlerini tamamlayan iki raporun hazırlandığını ifade etti. Özen, ilk raporun OHAL dönemindeki akademiye yönelik yasal düzenlemeleri, üniversitelerin kendi pratiklerini ve en temelde akademik ortamı şekillendiren siyasi rejimdeki dönüşümü tarihsel-analitik bir çerçevenin içinde değerlendirildiğini ifade ederek ikinci raporun ise ihraç edilmiş akademisyenler açısından OHAL KHK’larıyla ihraç edilmenin hukuki, sosyal ve ekonomik sonuçlarına odaklandığını vurguladı.

'TİHV AKADEMİ PROJE BAZLI BİR GRUP DEĞİL'

Yönetmenliğini Eylem Şen’in yaptığı ve dönemin hafızasını oluşturacak “Buluştuğumuz Yer: Hakikat Bahçeleri” adlı belgeselin de proje çerçevesinde hazırlandığını ve halen gösterimde olduğunu hatırlatan Özen, sözlerini TİHV Akademi’yi tarif ederek bitirdi; “TİHV Akademi proje bazlı bir grup değil, akademinin her yerde inşa edilebileceği düşüncesini insan hakları perspektifiyle buluşturan, akademisyen kimliğini aktivizmden ayrıştırmayan alternatif bir akademik oluşumdur. Akademik bilgi üretimi ve paylaşımının, haklara dayalı, hiyerarşik olmayan, katılımcılığa izin veren tarzlarını araştırma, insan hakları literatüründeki tartışmalara entegre olarak alana farklı kavramlar sunma ve hak savunuculuğu perspektifi ve metodolojisine yönelik yeni bir model oluşturma çabalarını sürdürmeye devam edecektir.”

Eğitim ve araştırma faaliyetleriyle ile bilgi veren Dr. Nermin Biter, akademisyenlerin faaliyetlerini desteklemek ve onların bilgi ve birikimini sivil toplumla paylaşabilecekleri eğitim faaliyetleri gerçekleştirdiklerini ifade etti. Tamamı ihraç edilmiş akademisyenler tarafından verilen ve 30 dersten oluşan “Haklarla Düşünmek Seminerleri”ni yaptıklarını söyleyen Biter, dersleri sivil toplum çalışanları, öğrenciler, aktivistler gibi toplumun farklı kesimlerinden insanların takip ettiğini belirtti. Biter, şöyle devam etti:

“İzmir ve Diyarbakır’da düzenlenen “İnsan Hakları Eğitim Programı” ise farklı hak ihlallerine karşı çalışan sivil toplum örgütlerine yönelik bir eğitim modeli olarak gerçekleştirildi. Dolayısıyla hem kamuya açık dersler düzenlemiş olduk hem de daha spesifik grup odaklı aktivistlerle yaptığımız derslerimiz oldu. Proje kapsamında yer alan kamusal dersler genel bir hak bakış açısı perspektifini koruma anlayışıyla birinci, ikinci ve üçüncü kuşak hakları kapsayan seminerler serisi şeklinde düzenlendi. ‘Zor Dönemlerde İnsan Haklarını Savunmak” ana başlığıyla yaklaşık 20 saatlik bir eğitim programı şeklinde hem İzmir’de hem de Diyarbakır’da insan hakları aktivistleriyle gerçekleştirdiğimiz dersler olarak yapılandırıldı."

'ÜNİVERSİTENİN OLAĞANÜSTÜ HALİ'

“Üniversitenin Olağanüstü Hali: Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme” raporunu hazırlayan Dr. Serdar Tekin, önce Barış İçin Akademisyenler vakasında yaşananlar, ardından iki uzun yıl boyunca süren OHAL uygulamaları ve KHK’lerle gerçekleştirilen akademisyen ihraçlarının yol açtığı yaygın ve sistematik hak ihlallerinin yanı sıra, Türkiye’nin akademik ortamında ve üniversitelerin kurumsal bünyesinde ağır bir tahribat yarattığını ifade etti. Projenin araştırma, belgeleme ve raporlama çalışmaları çerçevesinde hazırlanan “Üniversitenin Olağanüstü Hali: Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme” başlıklı raporun akademik ortamın tahribatını mercek altına aldığını dile getiren Tekin, araştırmanın ortaya çıkarttığı üç temel bulguyu şöyle özetledi: “Birincisi üniversitelerdeki baskı sürecinin yarattığı bir kurumsal örüntü. Barış için akademisyenler süreciyle başlayan ve OHAL’in resmi olarak sona erdiği 2.5 yıllık süreç içinde net olarak gördüğümüz bir örüntüden bahsediyorum. Üniversite yönetimleri siyasi iktidarla ve siyasi iktidarın hukuksuz beklentileri, talepleri ve direktifleriyle eşgüdümleniyor ve eşgüdümlendikleri ölçüde, baskıcı ve hukuksuz uygulamaların icrasında özerk hale geliyorlar. Bu durum Türkiye’de şu anda üniversitenin bir kurum olarak işleyişinde çıplak bir gerçek olarak duruyor."

'HAKİKATİ TEHLİKELİ ADDEDEN SİYASİ BİR DÖNEM YAŞIYORUZ'

Akademik tahribatın yol açtığı sonuçlar açısından ikinci önemli tespitin üniversitedeki akademik normların görelileşmesi olduğunu ifade eden Tekin, “Bunlar iktidarın beklentileriyle ilintisiz konularda üç aşağı beş yukarı izlenen normlar. Ama ne zamanki siyasi bir mesele ortaya çıkıyor; o zaman hakikatle, liyakatle, entelektüel dürüstlükle ilgili normlar erimeye başlıyor. Bu akademik ortamın tahribatı açısından son derece önemli. Çünkü üniversitelerin kendi temel işlevlerini yerine getirirken tabii oldukları olağanüstü bir siyaset çerçevesine işaret ediyor. Yani üniversitede bilim artık olağanüstü siyasetle temas olmadığı ölçüde bilimsel normlar uyarınca yapılıyor. Bir temas ortaya çıktığı andan itibaren bilimsel araştırmanın, eğitimin, öğretimin kendi iç normları kolaylıkla askıya alınabiliyor. Son dönemde Türkiye’de yaşananlar düşünüldüğünde OHALden ibaret olmayan ve OHAL öncesinde başlayan süreçte hakikatle ilgili büyük bir sorun var. Özellikle gazeteci, avukat ve akademisyenlerin yaptıkları işin bir suç haline gelmesinin temel nedeni kendi alan ve kulvarlarında bir tür hakikat soruşturması ile ilgili. Dolayısıyla içinde yaşadığımız dönem, hakikati tehlikeli addeden siyasi bir dönem. Bu nedenle böyle bir sonucu yaşıyoruz” diye konuştu.

'HER 100 AKADEMİSYENDEN YAKLAŞIK 5’İ OHAL DÖNEMİNDE İHRAÇ EDİLDİ'

Tekin, Akademik ortamdaki tahribatın üçüncü boyutu olarak; Baskıda özerkliğin akademik normların görelileşmesinin beraberinde getirdiği ve ona eşlik eden akademisyenlerin hukuki ve ekonomik olarak güvencesizleştirilmesi olduğunu ifade ederek Türkiye akademisinin bugün akademik özgürlükler açısından da son derece kötürümleşmiş durumda olduğunu kaydetti. Araştırmada elde edilen bulguları özetleyen Tekin, Barış İçin Akademisyenler (BAK) vakasının sayısal olarak tespit edilebilen karşılıkları ile bilgi verdi. Tekin, ayrıca OHAL döneminde 6081 akademisyenin KHK ile ihraç edildiğine dikkat çekerek bu sayının 2016 itibarıyla Türkiye’deki devlet üniversitelerinde çalışmakta olan toplam akademisyenlerin yüzde 4.57’sine tekabül ettiğini ve başka bir deyişle, devlet üniversitelerindeki her 100 akademisyenden yaklaşık 5’inin OHAL döneminde kamu görevinden ihraç edildiğini sözlerine ekledi.

AKADEMİSYEN İHRAÇLARI: HAK İHLALLERİ, KAYIPLAR VE GÜÇLENME SÜREÇLERİ

“Zor Koşullar Altında İnsan Hakları Aktivistleri Olarak Akademisyenleri Desteklemek” projesi kapsamında hazırlanan “Akademisyen İhraçları: Hak İhlalleri, Kayıplar, Travma ve Güçlenme Süreçleri” başlıklı raporun araştırma koordinatörü Dr. Lülüfer Körükmez ise, Türkiye’de uzun süredir devam eden baskı ve şiddet ortamında OHAL’in ilan edilmesi ve bu süreçte KHK’lerin hem yargılama hem de cezalandırma aracı olarak kullanılması, pek çok kurum ve kuruluşta olduğu gibi üniversiteler üstünde de baskıyı artırdığını dile getirdi. KHK’lerle ihraç sürecinde pek çok hak ve özgürlükler ihlal edildiğini ve bu ihlallerin tazmininin henüz gerçekleşmediğini ifade eden Körükmez, yoğun bir araştırma sürecinin sonunda hazırladıkları raporun OHAL döneminde KHK’lerle ihraç edilen akademisyenlerin uğradıkları hak ihlalleri ve bunların sebep olduğu kayıp ve travmalara odaklandığını ifade etti. Körükmez, araştırmayla aynı zamanda ihraç edilen akademisyenlerin yaşadıkları zorluklar karşısında baş etme ve güçlenme yollarını da anlamaya çalıştıklarını vurguladı.

'AKADEMİSYENLER DÜŞÜK ÜCRETLİ İŞLERDE ÇALIŞMAK ZORUNDA KALDI'

Barış Akademisyenleri için sözü edilen ihlaller ve engellemelerin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin kamuoyuyla paylaşılmasından hemen sonra başlandığını kaydeden Körükmez, KHK’larla birlikte ihlal ve engellemelerin ivme kazandığını vurguladı. İhraç edildikten sonra akademisyenlerin önemli bir kısmının güvencesiz, parça başı, birden fazla işte ya da part-time ve düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kaldıklarını söyleyen Körükmez, araştırma verilerinin ihraç akademisyenlerin önemli bir bölümünün akademik faaliyetlerine devam edemediğini ya da zor koşullar altında akademik çalışmalar yapabildiklerini gösterdiğini ifade etti. Körükmez, araştırmanın bütün zorluklara karşın Barış İçin Akademisyenlerin, akademik faaliyetlerini Dayanışma Akademileri gibi ortamlarda yürütmeye çalışarak, akademisyen olma iddialarında vazgeçmediklerini gösterdiğini vurguladı. Toplumun birçok kesiminden, emek ve demokrasi güçlerinden, KESK’e bağlı sendikalardan, gönüllü hukukçulardan, insan hakları örgütleri ve aktivistlerden gelen destek ve dayanışmanın Barış Akademisyenlerinin akademisyen olma iddialarını sürdürmelerinde önemli katkısının olduğunu söyledi.

'İHRAÇLAR, FİZİKSEL VE RUHSAL RAHATSIZLIKLARA NEDEN OLDU'

Yaşanan olumsuzlukların akademisyenlerin ekonomik, sosyal ve akademik kayıplar yaşamasına neden olduğunu dile getiren Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, ihlal ve engellemelerin ihraç edilmiş akademisyenlerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları üzerinde de olumsuz etkilerinin tespit edildiğini vurguladı.

Barış Akademisyenlerinin yaklaşık üç yıldır deneyimledikleri sonlanmamış politik şiddetin sosyal, politik, hukuki ve ekonomik güvenlikleri için önemli bir stres kaynağı olmaya devam ettiğini ifade eden Tanık, güvenlik, barınma, beslenme gibi temel gereksinimlerle ilgili kaygıların akademisyenlerin ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilediğini belirtti. Tanık, araştırmada akademisyenlerin yaklaşık yarısının ihraç sürecinin etkilediğini ya da sebep olduğunu düşündüğü, şu an iyileşmiş bile olsa fiziksel bir sorun yaşadığını; üçte ikisinin de ruhsal sağlık sorunu yaşadığını ifade etti.

'YAŞANAN TRAVMALAR, AĞIR BİR İNSAN HAKLARI İHLALİ'

İhraç akademisyenlerin sadece sağlık hakkı değil sağlığa erişim hakkının da engellendiğini kaydeden Tanık, şöyle devam etti: “Sağlık sigortasının dönemsel olarak da kaybı, katkı paylarının yüksekliği, psikoterapi gibi bazı hizmetleri özel sağlık hizmet sunucularından alma zorunluluğu, ayrımcılığa uğrama endişesi gibi birçok nedenle akademisyenlerin sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda kendilerinin de çekince içinde olmaları sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını engellemiştir. Araştırma kapsamında ulaşılan 228 akademisyen bu dönem içinde en az bir sağlık sorunu yaşadığını bildirse de %12,7’si gereksinim duyduğu halde başvuramadığı görüldü. Görüşülen akademisyenlerden sağlık kurumlarına başvurabilenlerin % 47,4’ü depresyon, % 31,0’i anksiyete bozukluğu, % 20,7’si ise travma sonrası stres bozukluğu, % 12,1’i kas iskelet sistemi hastalıkları, % 9,5’i hipertansiyon tanısı aldıklarını belirtti. Ki bunlar sadece sağlık hizmetine erişen akademisyenlerin, hekim tanısı alan akademisyenlerin verileridir. Bunu farklı ihraç gruplarında düşünürsek akademisyenlerin sosyal ağlarının ve erişim olanaklarının daha güçlü olduğunu düşünürsek ihraç edilen diğer kamu çalışanlarında bu sorunların daha yüksek olduğunu tahmin etmek hiç de gerçek dışı olmayacaktır."

Akademisyenlere doktor tarafından tanı konan hastalıkların sıklığı ve Türkiye toplumunda benzer yaş grubunda görülen sıklıkları ile karşılaştırdıkları bilgisini veren Tanık, “Bu verilerin daha çok kitlesel travma deneyimi olanlarla, işkence ve kötü muameleye maruz kalan topluluklardaki verilerle benzer olduğunu ortaya koyduk. Bu da gerçekten yaşanan travmanın ağır ve ciddi insan hakları ihlaline girdiğini ortaya koyan bir veridir. Zaten bunun kavramsal tartışmasını da raporun giriş bölümünde ayrıntılı bir biçimde ortaya koyduk. Travmanın süreğen olması, sürekli yeni ve beklenmedik bir şiddet türüyle karşılaşma ihtimali sağlık sorunlarının bu derece yüksek olmasını açıklayabilecek özellikler içeriyor” diye konuştu.

'ARAŞTIRMAMIZIN BİR BÖLÜMÜ DE BARIŞ İMZACISI OLMAYAN AKADEMİSYENLER'

Proje kapsamında farklı kesimlerden barış akademisyeni olmayan akademisyenlerle yaptıkları görüşmelerin de yer aldığını kaydeden Tanık, “Bizim araştırmamızın bir bölümü de Barış İmzacısı olmayan akademisyenlerle yapılan mülakatlar. Biz akademiden farklı nedenlerle ihraç edilen herkesi kapsayıcı olan bir görünür kılma faaliyetini çok önemsiyoruz. Analizler yetişmediği için Kasım sonundaki rapor geçici bir rapor olarak web sitemize konulacak. Aralık ayı içinde gerek sendikal faaliyetleri nedeniyle akademiden ihraç edilmiş akademisyenler gerekse irtibatlı iltisaklı olduğu iddia edilen akademisyenlerin hak ihlallerini de görünür kılmak istiyoruz. Dolayısıyla bunu çok önemsiyoruz.” diyerek sözlerini sonlandırdı. (DUVAR)