Dalyanköy’ün Dostum abisi

Çay getiren Kudret’e “Dalyanköy’ü anlatacak bir balıkçı bulabilir miyim?” diye sordum. Buranın yerlisi, denizi de burayı da iyi bilen birini arıyordum. Kudret anlamıştı kimi sorduğumu, “Dostum abi anlatsın” dedi.

Google Haberlere Abone ol

Küçücük meydana bakıyordum. Denizden ağlarını çeken balıkçı heykelinin arkası dönüktü bana. Biraz ileride, büyük bir ağacın gölgesindeki çay bahçesinde, denize bakarak sabah çayını içiyordu birkaç kişi. Meydanda sakin bir sabah hazırlığı vardı.

Arada araçlar geçiyor meydandan ve sabahın sessizliğini bozan sadece onlar oluyor. İnsanlara bakarak hangisinin yazlıkçı, hangisinin tatilci, hangisinin Dalyanköylü olduğunu anlamaya çalışıyorum. Dalyanköy’de ağır akan zamana uyum sağlayamamış yazlıkçılar ellerinde poşetlerle koşturuyorlar. Tatilciler denize girecekler ama denize karşı yapılan kahvaltının keyfi de bitsin istemiyorlar. Birbirlerini ve kendi kendilerini uyarıyorlar: “Artık denize girme zamanı.” Dalyanköy ahalisi ise sakin. Esnaf işini yapıyor, balığa çıkmayan denizciler balık ağlarını onarıyor, teknelerini hazırlıyorlar.

Güzel bir rüzgar esiyor. Denizin dalgaları usulca teknelere çarpıp geri çekiliyor.

Tesadüfen konakladığım Dalyanköy’ü daha önce hiç duymamıştım. Nasıl bir yerdir, bilmiyordum. Hal böyle olunca bir yabancılık hissinin gelip yapışması gerekiyor insanın yakasına. İki günün sonunda, yolda karşılaştığım insanları, alışveriş yaptığım esnafı, otel çalışanlarını ve Dalyanköy’de bulunan herkesi, sanki yıllardır tanıyormuşum gibi bir duyguya kapılıyorum. Küçük bir köyde bulunmanın nimeti bu. Ama yine de Dalyanköy nasıl bir yer, bunu merak ediyorum. Özellikle siteler inşa edilmeden önce kim bilir nasıl bir balıkçı köyüydü.

Koyda, yatlarla birlikte yan yana dizilmiş balıkçı tekneleri, Dalyanköy’ün eski bir balıkçı köyü olduğunu anlatıyordu elbette. Tarihi için internete bakabilirdim kuşkusuz. Ama Dalyanköyü yerlisi bir balıkçı anlatsın bana istiyordum.

DOSTUM ABİNİN GÜLEN YÜZÜ

Çay getiren Kudret’e “Dalyanköy’ü anlatacak bir balıkçı bulabilir miyim?” diye sordum. Buranın yerlisi, denizi de burayı da iyi bilen birini arıyordum. Kudret anlamıştı kimi sorduğumu, “Dostum abi anlatsın” dedi. Cep telefonuyla Dostum abiyi aramaya davrandı, bir yandan etrafına bakarak. “İşte orada” dedi sonra ve yaşlıca bir adama seslendi, “Gel, buraya gel Dostum abi” diyerek.

bbb

Dostum abi bize doğru gelirken “Dostum gerçek adı mı?” diye sordum Kudret’e. Gülümseyerek, “Yok” dedi Kudret, “Dünyanın en iyi insanı olduğu için herkes ona ‘Dostum’ diyor” dedi. Sonra bana doğru eğilerek, “Gençliğinde çok hovardaydı, şimdi uslandı. Karısının dediğinden dışarı çıkmıyor artık” dedi.

Dostum abi taş çatlasa 70 yaşında gibi görünüyor. Kısa boylu, sağlam bir vücudu var. Başındaki şapka çok az insana bu kadar güzel yakışır. Yeşil, feri sönmemiş, güzel bakan gözleri var. Çok güzel, içtenlikle güldüğünü de sohbet ederken görecektim. Masaya selamla, rahatsızlık vermekten çekinen bir incelikle oturdu Dostum abi.

SELANİK’TEN KÖSTE’YE

Hal hatır sorarken Dostum abinin 84 yaşında olduğunu öğrenince biraz şaşırıyorum. İnsan 84 yaşında da sağlıklı ve yakışıklı olabiliyormuş demek, bunun üzerine konuşuyoruz epey.

Hoşsohbet insan olduğunu daha hal hatır sorarken ele verince, “Dostum abi, sen buranın yerlisi misin?” diye zaman kaybetmeden sordum. Çünkü denize, yüzmeye gitmeyi planlamıştım. “Bizimkiler mübadele zamanı Selanik’ten gelmişler buraya” diye başladı Dostum abi.

“Burası bir Rum köyüydü. Dedem buraya geldiğinde babam 14-15 yaşındaymış. Devlet 7 dönüm bağ bahçe vermiş. Ekip biçmişler ama denize hep uzak durmuşlar. Annem de Selanik göçmeni. Zamanla tarlasını satanlar olmuş. Çoğu İzmir’de tütünde çalışmaya başlamış. Dedem de Bursa’ya göçmüş. Buraların değeri o zaman bilinmiyor tabi. Karadenizli balıkçılar uyanık insanlar. Buradan tarla, ev almaya başlıyorlar. Her taraf yeşil, deniz güzel, balık bol. Karadenizli balıkçılar kaçırmamışlar fırsatı, buradan mülk edinmişler.”

Dalyanköy’ün Rumlardan kalan ismi Köste. Sahipleri değişince köye Türkçe bir isim vermiş devlet. İsim değişikliği, Rumlardan kalan izleri silmenin en bilinen yöntemi. Daha sonra köyde evi olan bir hükümet bakanı, “Buranın ismi Dalyan olsun” diyor ve bu isteği gerçekleşiyor.

Dostum abi dedesiyle birlikte Selanik’ten gelenlerin Rum evlerinde kaldığını da söylüyor. Zamanla bu evler eskimiş, yıkılmış, yerine yenileri yapılmış. “Şimdi sadece birkaç eski Rum evi kaldı” diyor Dostum abi. Alaçatı’yı hatırlatıyorum. “Rumlardan kalan evler, ahırlar kıymetli oldu. Bar oldu, restoran oldu. Herkes oraya gidiyor” diyor Dostum abi. Alaçatı’daki kalabalığın Dalyanköy’de olmamasından oldukça memnun görünüyor.

DENİZ SUYU BİR ÇARPTI MI İNSANA...

Dostum abi 18 yaşından beri denizde. Denizin bütün maceralarını biliyor. “Denizde dikkatli olacaksın” diyor. “Fırtına çıkarsa en yakın koy neresi bileceksin. Tekneden eksik, küçük de olsa arıza olmayacak, idare eder demeyeceksin. Deniz bu, hiç belli olmaz. Üç gün kalır, dönerim dersin ama bir hafta kalmak zorunda kalabilirsin, ona göre kumanya hazırlaman lazım.”

Dediğine bakılırsa deniz hiç tekin değil, ama bunca yıl insan ekmeğini neden denizden çıkarmaya çalışır? Dostum abi, “Deniz başka bir şeydir” diyor, “Suyu bir defa çarptı mı bir daha ayrılamazsın denizden. Kaç defa tehlike yaşasan da bu böyle. Ertesi gün yine çıkarsın denize. Çünkü deniz, dün yaşadığını unutturuyor insana.”

Hep sorulur ya, ben de soruyorum yılların denizcisine, denizde balık kaldı mı, diye. Damarına basmışım gibi “Kalmadı” diyor. Eliyle denizi gösteriyor, balıkların adını sıralıyor ve “İşte şuralarda balık tutardık. Şimdi kalmadı, yüzde 70’i bitti balıkların.”

Dostum abi şimdilerde kışın ahtapot, yazın kalamar için açılıyor denize. Adı Dostum olan teknesini gösteriyor, “Bununla çıkıyorum” diyerek. Birkaç gün önce yine denize açılmış, iki kalamarla dönmüş. Eşi iki kalamarla döndüğünü öğrenince “Teknenin mazotuna yazık” demiş. Dostum abi gülerek anlatıyor bunu. Sonra yine gülerek, “Gücüme gidiyor böyle demesi. Kalamar vardı da tutmadık mı yahu?” diyor.

BEACH DİYE BİR ŞEY

Uzayan sohbetten hiç şikayetçi değilim, denize gitmeyi erteleyebilirim. Dostum abi hatırlatmasa unutmuş gibi davranabilirim. Ama söz açılmışken Beach’lerden de konuşuyoruz. Malum, plajlar beach olduğundan beri denize girmek isteyenler para ödemek zorunda kalıyor. Beach’lere girmek için şezlong ve şemsiye parası ödemeniz, arabanız varsa park ücreti ödemeniz gerekiyor. Beach’te yediğiniz içtiğiniz de dışarıdakinin birkaç katı olabiliyor.

Denize nerede girdiğimi soruyor Dostum abi. Sera Beach’i bilmiyor, tarif edince, “Adı Sera mı oldu oranın” diyor şaşkınlıkla. “Orası hazine malıdır” diyor Dostum abi. “Orada ailemle 23 yıl kır gazinosu işlettim. Gazino dediysem burası gibi değildi tabi. Plaja gelenlere hizmet veren bir yerdi. Gece ağ atıyordum, sabah topluyordum ağları. Tuttuğumuz balıkları gazinoda satıyorduk.”

Dostum abi, Dalyan plajının Sera Beach adını almasını ve oraya parayla girilmesini yadırgıyor önce. Sonra, “Biz 23 yıl gazinoyu işlettikten sonra bıraktık orayı, her yere mafya girdi zaten. Bir ara ilk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı aldı orayı. Tesis yapmak istedi burada ama sit alanı olduğu için izin alamadı, bıraktı orayı.” Dalyan plajı Doğramacı nedeniyle bir süre Hacettepe plajı olarak anılmış.

İZİN GÜNLERİMİN GÜZEL ANISI

Dalyanköy’ün ve Dostum abinin hikayesi kısaca böyle. Çeşme’ye çok yakın olmasına rağmen Alaçatı ve benzeri yerlere göre köy vasfını nispeten koruyor olması insanı sevindiriyor. Eski Rum evlerinin yıkılmış olması, taş evlerin yerine betonarme evlerin yapılmış üzücü elbette. Köste’yi terk etmek zorunda kalan Rumlar, Dostum abinin dediğine göre, eskiden sık sık gelirlermiş buraya. Dostum abi, “Evlerini, köylerini görmeye geliyorlardı. Ama şimdi ne evleri kaldı ne de köy eski köy. Artık çok az gelen oluyor” diyor. Bu da üzücü elbette ama galiba Dalyanköy şimdiki sakinliğini de o eski evlerin kalmamış olmasına borçlu. Bunları düşününce kederle sevinç arasında sıkışıyor insan.

Dostum abiyle sohbet ederken, gerçek adını hiç sormadığımı tam ayrılacakken hatırlıyorum. Sorunca “Ramazan Keleş” diye cevap veriyor. Soyadıyla ilgili bir de açıklama yapıyor gülerek: “Keleş halk arasında değişik manalarda kullanılıyor ama aslında güzel, yiğit demek.”

Herkesle dost olmayı başaran ender insanlardan biriyle tanışmış olmak, izin günlerimin en keyifli anılarından biri oldu.