‘Sur sevdadır’

Suriçi’ndeki birçok evin sağlıklı olmadığı muhakkak. Ama asıl mesele, bu sağlıksız evlerde hayata tutunmanın yolunu bulmuş insanların, buradan çıkarıldıktan sonra ne olacağı. Dilenci ya da hırsız mı olacaklar? İnsanları hesaba katmadan yıkım kararı alanların bu mudur istediği?

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Cuma, “Benim ancak cenazem çıkar buradan” diyor. İçinde bulunduğu çaresiz durumu anlattıkça öfkeleniyor. Zayıf, kısa boylu ve sanırım taş çatlasa 30’lu yaşlarının başında. Ama yoksulluktan olmalı, yaşından büyük gösteriyor. Oğlu yanında duruyor, bacağına yapışmış neredeyse. Babasının anlattıklarına bir mana veriyor mu, bilmiyorum. Daha küçük çünkü, 3 ya da 4 yaşında. Biz de pek ilgilenmiyoruz onunla.

Birazdan Cuma’nın eşi çıkıyor evden. Kucağında yeni doğmuş bebeği var. “O da erkek” diyor Cuma. Bir gün önce sünnet etmişler, annesi, onu hastaneye götürecek pansuman için. 3-4 yaşında olan annesiyle gitmek istiyor. Annesi izin vermeyince ağlamaya başlıyor. Az önce objektife gülerek poz veren kendisi değilmiş gibi. Ne Cuma ne de ben, bizimle kalması için ikna edemiyoruz çocuğu. Sonunda annesi mecbur kalıyor onu yanında götürmeye.

‘BİZİ RAHAT BIRAKSINLAR, YAŞAYIP GİDERİZ’

Karşıdaki evler boşalmış, kimi onarılamayacak kadar yıkılmış. Cuma, “Giden gitti abi” diyor, “Sonra pişman oldular ama geri dönemediler. Dönenler kirada oturmak zorunda kaldı.” Dışarıdan bakınca pek bir şeye benzemiyor Cuma’nın evi. Küçük, kahverengiye boyanmış demir bir giriş kapısı var. Ev üç odalıymış. Arkadaki odalar Urfakapı’dan Yedi Kardeş Burcu’na kadar surları görüyormuş. Bu manzara için bütün Diyarbakırlılar can atar. Manzarayı anlatırken Cuma’nın da yüzü aydınlanıyor.

Cuma ve oğlu Cuma ve oğlu

Evin bitişiğinde küçük bir dükkânı var Cuma’nın. Elektrik ustasıymış Cuma, Suriçi boşalmaya başlayınca işleri bozulmuş, bu küçük dükkânı açmış. Dükkânın içinde çok az çeşit var. İçecekler, cipsler, sakızlar, çikolatalar… “Geçinebiliyor musun” sorusuna, “Silkelesen 100 lira çıkmaz üzerimden” diye cevap veriyor. Bunu söylerken o dobra çıkan sesi kırılıyor. Bunu fark edince susuyor. Sonra, sesini toparlayarak, “Burada geçinebiliyorum” diyor. “Bak, bu evi mahallelinin yardımıyla yaptım. Kalıpçısı geldi yardım etti, demircisi geldi yardım etti. Neden? Çünkü biz aynı mahallenin çocuklarıyız. Kimin başı ağrısa yardıma koşarız. Ben şimdi TOKİ evlerine yerleşsem kiminle komşuluk yapacağım? Aynı apartmanda oturup kimseye selam vermeyeceğim. Biz böyle yaşamadık, böyle yaşamaya alışık değiliz. Bizi rahat bıraksınlar, üç beş komşum kaldı, onlarla birbirimize yardım eder, yaşayıp gideriz.”

TOLEDO İSYANI

Cuma’nın bitişik komşusu geliyor. Teklifsiz konuşuyor: “Burayı Toledo yapacaklar, sonra biz de biletle gireceğiz doğup büyüdüğümüz mahalleye.” Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na gönderme yapıyor. Davutoğlu döneminde çatışmaların yaşandığı 6 mahalle yerle bir edildi. Yıkım devam ederken, “Suriçi’ni Toledo yapacağız” müjdesini(!) vermişti Davutoğlu. “Buralarda hep evliya türbeleri var” diyor Cuma’nın komşusu. Eliyle işaret ediyor evliya türbelerinin bulunduğu sokakları. Evliyaların adlarını sıralayarak, “Bu evliyalar garibanların hakkını kimsenin yanında bırakmaz” diyor.

Cuma'nın komşusu Cuma'nın komşusu

Cuma’ya bitişik evde adamın annesi tek başına oturuyormuş. Camilerde yapılan "1 Mayıs’a kadar evleri boşaltın" çağrısından sonra tedirgin olmuşlar. Anne oğlunun yanına, Bağlar’a taşınmayı kabul etmemiş. Suriçi’ni terk etmemek için diretmiş. Oğlu, evi yıkacaklar endişesiyle, iki sokak ileride kiralık bir ev tutmuş annesi için. Yaşlı ve hastaymış kadın, yürümekte güçlük çekiyormuş. Oğlu, “Ama aklımız onda kalmıyor, komşular bakar ona” diye ekliyor.

Yanlarından ayrılırken kendilerini sefalete mahkum edecek olanlara beddua ediyorlar. Öyle içten beddua ediyorlar ki içim ürperiyor.

SURİÇİ’NDEN ÖTESİNİ BİLMEYEN SABİHA

Sabiha, Suriçi’nde doğup büyümüş. Ortaokuldan sonra devam edememiş okula. Evlenince semtini değiştirmemiş, birkaç sokak öteye taşınmış sadece. Bin metre ötedeki Ofis semtini sorsan bilmez, merak da etmez, o kadar Suriçili.

Sabiha Sabiha

Ama dar sokaklarını sorarsan Suriçi’nin, avucunun içi gibi tarif eder. İnsanlarını tanır ve kendinden bilir. Hangi evde hasta var, hangi evin oğlu uzun zamandır işsiz, mahalleden kim hapiste bunu ve daha pek çok şeyi sor, anlatsın.

Suriçi’nde doğup büyümüş, evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmış Sabiha’nın evi de yıkılacak evler arasında. “Bankaya para yatırmışlar, ‘bu parayı alın gidin’ diyorlar. Ama ben mahallemden gitmek istemiyorum ki. Gitmek istesem ben o parayla yeni bir ev alamam ki. Bankadan kredi çekin diyorlar. Ama kredi çeksem bankanın parasını nasıl ödeyeceğim, bunu söylemiyorlar?”

Suriçi’nden taşınırlarsa bugüne kadar hiç karşılaşmadıkları, yabancısı oldukları ekonomik zorluklar yaşayacaklar. Yoksul olmasına yoksullar, bunun farkında Sabiha. Ama bir düzen var Suriçi’nde ve bu düzen içinde yaşama biçimi elde etmiş, başka türlü bir düzen onu ve ailesini altüst edecek. Sabiha, Suriçi’nden taşınırsa sudan çıkmış balığa dönecek, bunu iliklerinde hissediyor.

ŞİİRLER SURİÇİ’Nİ ANLATIR

Sonra, “Şiirlerimde hep Sur’u anlatıyorum” diyor Sabiha. Yıkılmış ve yıkılmayı bekleyen evlerin arasında, bir ağacın gölgesinde durmuş, konuşuyoruz. Şiirlerini görmek istiyorum. Beni kırmıyor, çevik adımlarla karşıdaki evine gidiyor, kucağında defterlerle geri dönüyor Sabiha. Bloknotlar, okul defterlerinin yanı sıra kalın kaplı bir defter de var getirdiklerinin arasında. Defterin kapağındaki yazı Süryanice mi, bilemiyorum. Sabiha da bilmiyor, “Bu defter babamdan kaldı, onun Hıristiyan çok arkadaşı vardı” diyor. Esnafmış babası, anlaşılan hesaplarını bu defterde tutuyordu. Sabiha babasının kullandığı sayfaları yırtmış, koca defterin boş sayfalarına şiirler yazmış.

Sabiha'nın defterleri Sabiha'nın defterleri

Arabesk şarkı sözlerine benziyor Sabiha’nın şiirleri. Ben defterlerdeki şiirleri okumaya çalışırken, şiirlerini şarkı yapsınlar diye Zeki Müren’den Cengiz Kurtoğlu’na kadar çok sayıda sanatçıya gönderdiğini anlatıyor Sabiha. Bir ara, “Benim kelime dağarcığım zayıf, yoksa daha iyi şiirler yazabilirdim” diyor. Aklında kalan bir şair adı yok, ama dediğine göre şiir kitabı bulsa okuyacak.

Eski defterlerde daha çok aşk şiirleri var. Sabiha, “O zaman kocama aşıktım” diyor gülümseyerek. Yeni şiirlerini okul defterlerine yazmış ve bu şiirlerin tümü Suriçi ile ilgili. Buradaki yaşamı, insanları, sokağa çıkma yasaklarını ve Suriçi’ndeki evlerin yıkılacak olmasını anlatmış.

Tanık olduklarını anlatacak kimseyi bulamayınca şiirlere sığınmış Sabiha. Evde balıklar beslemiş, terasında çiçekler yetiştirmiş. Şimdi, “Gidin” diyorlar. Sabiha gitse anıları ne olacak? Çiçekleri, balıkları, komşuları nereye savrulacak?

Sabiha'nın şiirleri Sabiha'nın şiirleri

BEKLENMEDİK SİYASİ TARTIŞMA

Sırtında okul çantasıyla küçük bir çocuk Sabiha’ya sesleniyor. “Oğlum” diyor Sabiha. Annesinin içinde bulunduğu grupta tanımadığı insanlar var. Bu yüzden olsa gerek, kaşları çatık, sert bir sesle, “Eve gel” diyor Sabiha’ya. Bütün bakışlar ona yönelince rahatsız oluyor, kapıyı açıp evden içeri giriyor.

Bu arada bastonuna yaslanarak ve genç kızından destek alarak yürüyen bir yaşlı kadın dahil oluyor konuşmaya. Kızı, “Asıl annemle konuşun, size neler anlatır” diyor.

Yaşlı kadın bir filmin karakter oyuncusu gibi. Kızıyla birlikte oturduğu evin de yıkılacağını öğreniyoruz. Buna gönlü hiç razı değil. Ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hayran. “Onun gibisi gelmedi dünyaya” diyor. Diğer kadınların itirazlarına aldırmıyor. “Bize yaşlılık parası veriyor” diyerek savunuyor Erdoğan’ı. Kızı, annesinin bu hayranlığından sıkılmış, kadını yanımızdan uzaklaştırmak istiyor.

Yaşlı kadın ve kızı Yaşlı kadın ve kızı

Sabiha ile sohbetimize katılan kadınlardan biri, “Elbette verecek, o devlet değil mi” diyor kadının arkasından. Diğer bir kadın, “Sanki cebinden veriyor parayı, bizden aldığı vergileri, Avrupa Birliği’nden aldığı parayı veriyor” diyor. İyice uzaklaşmış olan yaşlı kadın bir şeyler söylüyor, ama sesi bize kadar ulaşmıyor. Ancak bastonunu sallayışından, kadınlara katılmadığı anlaşılıyor.

“Bütün yaşlılarımızı dilenci yaptılar” diyor Sabiha.

Sohbete sonradan katılan kadın, “Evimizi yıkarlarsa biz de ya dilenci ya da hırsız olacağız” diye karşılık veriyor. Kadının ağzında iki altın diş var. Kadın gülümserken parlayan iki altın diş.

YOL KESEN SLOGANLAR

Alipaşa’dan Lalebey’e doğru giderken duvarlara yazılmış güncel sloganlar karşılıyor. Suriçi’ndeki evlerin duvarları siyasi sloganlara ve örneğin “Uyuşturucuya Hayır” gibi toplumsal sloganlara alışık. Bu kez, “Sur Bizimdir”, “Ev Namustur”, “Sur Yıkıma Hayır Diyor”, “Sur Sevdadır”, “Toledo’ya Hayır” gibi sloganlar yol kesiyor. Yıkılmış bir evin iç duvarına yazılmış sloganın ise konuyla hiç ilgisi yok. Bozo imzalı slogan, “Sen Yoksan Yıldız Tilbe Var” diyor.

"Sen yoksan, Yıldız Tilbe var" "Sen yoksan, Yıldız Tilbe var"

Alipaşa ve Lalebey’de zorunlu kamulaştırma projesi içinde yer alan evler için alınan yıkım kararı henüz gerçekleşmedi. Evlerin 1 Mayıs’ta yıkılacağı duyurulmuştu, ama tepkiler üzerine yıkım gerçekleşmedi. Buna rağmen yıkım için görevlendirilen ekip, sık sık yeni duyurular yaparak yıkım için tarih verdi. Bu duyuruların mahalle sakinlerini tedirgin ettiğine hiç kuşku yok. Bir taraftan evlerini asla terk etmek istemiyorlar, diğer taraftan Suriçi’nin 6 mahallesini yerle bir eden fütursuz bir güç var karşılarında.

Ama en önemlisi, galiba, bugüne kadar kendilerini hiç bu kadar yalnız hissetmediler ve bunun çaresizliğini canları yanarak hissediyorlar. Bütün Diyarbakır sessizlik içinde olup bitecekleri izlemeye koşullanmış adeta. Siyasetçiler, kentsel dönüşüm projeleriyle ilgilenen sivil kurumlar, hak savunucuları… Bir iki cılız ses dışında, insanların mağdur olmadan meselenin çözülmesi için ciddiye alınacak güçlü bir itirazda bulunan olmadı şimdiye kadar.

Suriçi'ndeki çocuklar Suriçi'ndeki çocuklar

Aynı tespitleri, şehrin dışında kalan, örneğin çevreci gruplar için de söylemek mümkün. Belki Diyarbakır çok ‘uzak’ ve OHAL var, bu nedenle onlar da derin bir sessizlik içinde. Yıkım ekibine karşı Suriçi’ni bir başına bıraktılar.

Bu nedenle Suriçi’nde yaşayanların duvara yazdığı “Sur Sevdadır” sloganı sahicidir. Labirente benzer daracık sokaklara sosyal medyada güzelleme yapanların yapış yapış romantizmi de kocaman bir yalandır.

Suriçi’ndeki birçok evin sağlıklı olmadığı muhakkak. Ama asıl mesele, bu sağlıksız evlerde hayata tutunmanın yolunu bulmuş insanların, buradan çıkarıldıktan sonra ne olacağı. Dilenci ya da hırsız mı olacaklar? İnsanları hesaba katmadan yıkım kararı alanların bu mudur istediği?