YAZARLAR

Türkçe popun büyük krizi

Varoşun maskülen ve hoyrat kültüründen ve kötü zevkinden beslenen, TikTok ve Instagram yoluyla hızla genişleyen ucube bir müzik, bugünün ana akımının ortasına geldi yerleşti. Ne dediği belli olmayan, şarkı söylemeyi bilmeyen, iki cümleyi bir araya da getiremeyen ve sesleri autotune’a boğulmuş adamların ve kadınların birkaç sene sonra esamesi okunmayacak şarkıları o denli gürültülü ki, dinleyicinin kulaklarını başka bir müziğe yöneltmesi için kaçacak bir yer bulması gerekiyor.

Bir süredir dijital müzik platformlarını yalnızca beğendiğim müzikleri dinlemek için değil, merakla yeni müzikleri keşfedebilmek için de kullanıyorum. Bu, müzik dijitalleşmeden önce kolay yapılabilir bir şey değildi. Yeni, tanımadığınız bir müziği, sanatçıyı dinlemek, o şarkılarla tanışmak için yeni çıkan her kaseti, CD’yi satın almak mümkün olamadığından genelde ya zevkine kefil olacağınız eşe dosta güvenmek ya da oturduğunuz mekânlarda çalan yeni müziklere kulak kabartmanız gerekirdi. Müzik keşfetmenin en yaygın yolu ise tabii ki radyolar ve sonra televizyondaki müzik kanallarıydı. Televizyonun yalnızca popüler olana ekranlarını açtığını düşününce özellikle 90’lı yıllardaki tematik özel radyo patlamasının birkaç kuşağın müzik zevkini biçimlendirmede en önemli araç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Benim kişisel dinleyicilik öykümde örneğin, ana akım bir Türkçe pop radyo istasyonunda ilk kez Fikret Kızılok’un ‘Yeter ki’ şarkısını duymam bir köşe taşıdır. Benzer öyküleri belli bir yaşın üzerindeki çoğu insandan duyabilirsiniz.

Şimdi ise YouTube ve Spotify gibi sık kullandığım iki dijital platformda kimi zaman çekilmez ve yorucu da olabilen bir keşif yolculuğuna çıkmam gerekiyor. Bu bir yanıyla tabii ki özgürlük ancak müzik dinleyiciliği açısından ciddi riskleri de olan bir özgürlük. Örneğin bu keşif yolculuklarında sevdiğiniz tarzlarda yeni çıkan şarkıların tümünü dinlemek olanaksız. Dinlemeye karar verdiğiniz şarkıları da baştan sona dinlemek maalesef çok zor. Zaten dijital müzik platformlarından edinilen verilere göre birçok dinleyici, birçok şarkının genelde yarısını dinliyor. Özellikle belli bir sürenin, diyelim 3 dakikanın üzerinde olan şarkıların sonuna kadar dinlenme oranları ne yazık ki düşük. Plak, kaset, CD gibi medyalarda pek olmayan bir şeydi bu da.

Ancak bugünkü yazının konusu bu analog-dijital karşılaştırması değil. Bu keşif yolculuklarımda karşılaştığım şarkılar ve trendlerden yola çıkarak çizdiğim bir büyük resimden söz etmek istiyorum.

Bu resmin adı, “Türkçe pop büyük bir krizde”. Evet, bildiğimiz haliyle, kuralları, amaçları ve iş yapma biçimiyle popüler müzik, kısa tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor bence. Bu; tiraja, reytinge dair bir kriz değil, maşallah o konuda sosyal medyanın da etkisiyle popüler müzik özelinde eşi görülmemiş bir bereket yaşanıyor. Tabii bu izlenme, dinlenme sayılarının sanatçıya nasıl telifler olarak döndüğü meselesi var bir de. Ünlü bir yapımcının, “90’larda boş CD yayınlasak 500 bin satardı” lafını hatırlıyorum. Sanatçıların milyonlarca kaset ve CD sattığı ve eğer yapımcı ile doğru bir anlaşma yapıldıysa bu satışlardan servetler elde ettiği bir dönemden çok daha mütevazı dijital telif gelirlerinin söz konusu olduğu bir zamana geldik. Her gün küresel bazda binlerce, on binlerce içeriğin yüklendiği dijital müzik platformlarında bir şekilde öne çıkmayı başarabilen sanatçı, ciddi dinlenme sayılarına ulaşırsa düşük telif ücretlerine rağmen iyi gelirler elde edebiliyor. Hem zaten bugün artık müzisyenlerin temel geçim kaynağı telif değil, konserler ve diğer organizasyonlar. En “ünlü” olanların ise dokundukları her şey zaten paraya dönüşüyor.

Türkçe popun büyük bir yaratıcılık, yenilik, orijinallik krizi var. Üstelik bu kez bu kriz, 70’lerin hareketli, yaratıcı ve çok sesli popüler müzik ortamından sonra girilen 80’lerin pop müzik krizine de benzemiyor. O dönemde darbenin ve asker devletin uygulamaları, toplumsal neşeyi ve her türlü pırıltıyı ortadan kaldırmaya çalıştığı için yaşanan daha üstten ve nihayet geçici bir krizdi. Türkçe popun büyük isimleri bu krizi yeni yollar ve tarzlar bularak bir şekilde aşmayı başardı. Çeşitli şekillerde engeller atlandı ve yol, malum, 90’lardaki büyük pop patlamasına çıktı.

Bugünün krizinin kaynağı ise daha derinlerde gibi. İktidarın da etkisiyle ivme kazanan olumsuz toplumsal dönüşümün yeni teknolojilerle ve bu teknolojilerin hayatımıza soktuğu yeni zevklerle buluştuğu yerde doğru düzgün, altı dolu, sahih iki cümle kurmak isteyen herkesin başı belada. Rap’in kimi örnekleri dışında ana akımda yaratıcı, cesur, yenilikçi bir söz söylemek zorlaştı. Çok değil 7-8 yıl önce popüler müziği de derinden etkileyen kaliteli “indie rock” ve “indie pop” gruplarının yaptığı müziğin bildiğimiz Türkçe popla ve rap ile buluştuğu yerde ortaya çıkabilecek müzikal hazine, ne yazık ki ümitvar potansiyeli yanlış ellere geçince tuhaf bir şeye dönüştü. Varoşun maskülen ve hoyrat kültüründen ve kötü zevkinden beslenen, TikTok ve Instagram yoluyla hızla genişleyen ucube bir müzik, bugünün ana akımının ortasına geldi yerleşti. Ne dediği belli olmayan, şarkı söylemeyi bilmeyen, iki cümleyi bir araya da getiremeyen ve sesleri autotune’a boğulmuş adamların ve kadınların birkaç sene sonra esamesi okunmayacak şarkıları o denli gürültülü ki, dinleyicinin kulaklarını başka bir müziğe yöneltmesi için kaçacak bir yer bulması gerekiyor.

Arabeskin en kötü haliyle tatlandırılmış, üzerine fason bir rap çeşnisi dökülerek servis edilmiş bu müziğin popülerliği ana akım popçularımızın da gözünü kamaştırıyor şimdi. Oturup kendi müzikal miraslarının zengin tatlarını yeni bir anlayışla ve yaratıcı biçimlerde eserler üretmek için kullanacaklarına birçok şarkıcımız en basit, en sığ bir müzik trendinin arkasına İstanbul’un fırsatçı taksileri gibi takılabilmenin yolunu arıyor.

Popüler müzikteki bu krizin bana bir dinleyici olarak zararı yok tabii. Benim sonsuz dijital dünyada bunlara (arada bir işim gereği dinlemek zorunda olmak dışında) hiç maruz kalmadan yürüyebileceğim bir yol var. Hepimiz için geçerli bu. Ancak bu yaratıcılık kötü zevke teslimiyet krizinin popüler müziğin yapı taşlarını yerinden oynatmaya başladığı yerde bizlere de ya korkunç bir müziğin tahakkümüne boyun eğmek yahut da kendi niş müzik çevrelerimizde birkaç kıymetli sanatçıyı dinlemeye mecbur kalmak dışında seçenek kalmayacak.

Cover çılgınlığı ve gerçek anlamda bir “alternatif pop”un artık var olmadığı gerçekleri ise bu krizin diğer yüzleri. Bu iki konuyu, bunlara iki ayrı yazıda değineceğim için şimdilik yalnızca anmış olalım.

Bu muğlak ve çok yünlü krizin bir ilacı var ise o da yine popüler müziğin kendisinden gelecektir diye düşünüyorum. Tabii bunun olabilmesi için bu krizden dolayı panik yaşadıkları apaçık ortada olan pop müzik geleneğini temsil eden büyük starlarımızın, prodüktörlerimizin ve aranjörlerimizin, hâlihazırda işe yaraması garanti olan formüllere sarılmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Bizler popüler müziğe kulaklarını kapatmamışlar olarak cesur ve yeni yollar keşfederek öncü olabilecek şarkıcı, şarkı yazarları ve müzik insanlarını özledik. Ve evet, Tarkan ‘Karma’ gibi bir albüm daha yapamadı...


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.