Tuncer Bulutay: Bordo maviye tutkun iktisatçı

Trabzonspor’un ışık saçtığı bu seneki parlak sezonun sonunu görmesini çok isterdim, olmadı. O sene bu sene Tuncer Hocam, o sene bu sene...

Google Haberlere Abone ol

Ali Eroğul

Prof. Dr. Tuncer Bulutay Türkiye’de iktisat biliminin öncülerinden olmanın yanı sıra çok iyi bir Trabzonsporluydu. Aslen Trabzonlu olan hocanın hayatının ilk yılları bu şehirde geçmişti. Futbola meraklıydı, hem izlerdi hem de gençliğinde Trabzon İdman Ocağı takımında oynamıştı. 1970’lerde Ankara’da öğretim üyesiyken meslektaşlarıyla ve üniversite öğrencileriyle ODTÜ’deki büyük sahada düzenli olarak maçlar yaptıklarını biliyorum. Hatta çekişmeli geçen bir maçta rakip takımdaki üniversite öğrencisinin, hocanın kürsü arkadaşı, dayım iktisatçı Yılmaz Akyüz’ün bacağını kırdığını duymuştum.

Hayatımdaki dönüm noktalarımdan biri beni Trabzonsporlu yapmasıydı. 1981’de İngiltere’den Ankara’ya döndüğümüzde sekiz yaşındaydım, Liverpool’un İngiltere’de fırtına gibi estiği yıllardı, ben Kevin Keegan’lı Liverpool’u tutuyordum. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren, İstanbul’un para babası kulüplerine karşı Anadolu’dan çıkmış, Karadenizli delikanlıları oynatan bir futbol takımının şampiyonluklar kazanması solcu entelektüellerin sempatisini çekmişti. Spor yazarları, yaşanan bu devrime Anadolu İhtilali diyordu. Tuncer Hoca, dayılarım Yılmaz ve Kürşat Akyüz’ü Trabzonsporlu yapmıştı. Her ikisi de futbol oynamaya ve izlemeye tutkundu. Babam Cem Eroğul; futbolla pek ilgili olmadığından, yönlendirmesi olmamıştı. Dayımlardan sonra ben de bu kervana katıldım.

1985 yılından itibaren 1990 yılına kadar Ankara’daki hemen hemen her Trabzonspor maçına, hafızam yanıltmıyorsa o sırada ODTÜ’de hoca olan Cem Çakmak ve Tuncer Hoca’yla gittim. Cem Çakmak Trabzonsporlu değildi, Gençlerbirliği’ne sempatisi vardı ama bizimle gelirdi. Kızılay’da buluşur, beraberce 19 Mayıs Stadı’na yürür, maçımızı izler, sonrasında yine yürüyerek geri dönerdik. Tuncer Hoca sıkı bir yürüyüşçüydü, mesafeleri gözünde büyütmez, toplu taşıma yerine daima yaya olmayı tercih ederdi.

İlk defa, 1985 Haziran’ında Ankara’da oynanan Başbakanlık Kupası finaline gitmiştik. Trabzonspor’un rakibi Kayserispor’du. Şansıma, statta izlediğim ilk maç gol yağmuru şeklinde geçmiş ve 6-2 kazanmıştık. Sonrasında seferlerimiz Ankaragücü ve Gençlerbirliği maçlarıyla devam etti, neredeyse hiçbir maçı kaçırmadık; kimi zaman kapalı tribünde kimi zaman maraton tribününde yerimizi aldık. Ankara İstanbul’a nazaran Trabzonsporluların daha az olduğu bir şehirdi. Seyircimizin bir kısmı, o tarihlerde pek de örgütlü olmayan taraftar gruplarıyla, Trabzon’dan gelirdi. Büyük kalabalık oluşturamazdık. Tezahüratımız güçsüzdü, bilinen bir marşımız yoktu. “Bordo Mavi, En Büyük Trabzon” diye bağırırdık.

Maçları çok dikkatli takip ederdi, pek konuşmaz, maç esnasında bir şey yiyip içmezdi Tuncer Hoca. Attığımız gollerde çok heyecanlanır, ayağa kalkar ve birbirimize sarılırdık. Karadenizli damarı vardı, sert ve inatçı karaktere sahipti fakat maç içindeki pozisyonlarda öfkelendiğinde ne rakip takıma ne de bizimkilere ağır sözler söylediğini hemen hemen hiç hatırlamıyorum. Sadece biraz söylenirdi. Her mevsimde, yağmur çamur demeden, yıllarca gittik, geldik; Farozluların, Çılgınların kemençeleriyle coştuk; Hami’nin füzelerine, Dobi Hasan'ın gollerine, İskender’in sol kanattaki müthiş çalımlarına, Başbakan lakaplı Lemi’nin savruk oyununa, libero Küçük Hamdi’nin forvete geçmesine beraberce tanıklık ettik.

1980’lerin ikinci yarısı Karadeniz Fırtınası için kahır dolu yıllardı. 1970’lerdeki havası yoktu; rakipleri güçlenmiş, Trabzonspor ise kadrosunu yenileyememişti. Her dönem bir ümitle sezona “şampiyonluk parolasıyla” başlanır, kısa zamanda yarıştan kopardık. Maçı kaybettiysek Tuncer Hoca hayata küser, içine kapanır, bayağı etkilenirdi. Eşi rahmetli Emine Yenge de onun bu durumuna ziyadesiyle üzülürdü.

Zamanın Türk solunun önde gelen simalarından Sadun Aren Beşiktaş’ı tutardı, benim Trabzonspor’u tuttuğumu bildiğinden çocukluktan ergenliğe geçtiğim dönemde takma isimlerle mektuplar yazar, Trabzonspor’u bırakmamı ve Kara Kartallara katılmamı isterdi. “Tuncer Bey gibi Trabzonlular mecburen Trabzonspor’u tutuyorlar, siz Karadenizli değilsiniz, senin bir mecburiyetin yok” diye takılırdı. Mektuplaştığımız dönemde Sadun Aren altmış beş, bense on dört on beş yaşlarındaydım. Aklım yettiğince bu mektupları cevaplar, yazdıklarımı Tuncer Hoca’ya anlatırdım.

O yıllarda televizyonda maç yayını pek yoktu; sonuçları takip etmek için TRT1 radyolarından haftasonları maç dinlemek rutindi, Tuncer Hoca da dinlerdi. Başka şehirdeki maçı anlatan spiker, “Trabzon’dan gol haberi,” veya “Mikrofonlarımız Trabzon’da” anonsunu yaptığında heyecanımız tavana vururdu. Ben Trabzonspor’u tutmaya başladığımda takımın gerileme dönemi başlamak üzereydi, dolayısıyla Trabzon’a bağlanan mikrofon kimi zaman bizim açımızdan iyi haber vermezdi.

Lise sondan itibaren maçlara kendi arkadaşlarımla gitmeye başladım, sonrasında üniversite dönemi ve İstanbul günlerim geldi. Tuncer Hoca’nın yaşlılık yıllarında birlikte maça gitme şansımız olmadı ama sohbetlerimizin konusu genellikle Trabzonspor’du.

2009 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanan Trabzon’u Anlamak kitabına, Güven Bakırezer hocanın büyük desteğiyle Trabzonspor konusunda bir yazı yazdım. “Trabzonspor Tarihi Üzerine Bir Deneme” başlıklı makaleyi Tuncer Bulutay’a ithaf etmiştim.

Bugünden bakınca beni çocukken öyle bir tutkalla bağlamış ki, Trabzonspor hep hayatımın merkezinde oldu; bu yaşıma kadar maçına, deplasmanına gittim, televizyonda izledim, radyoda dinledim, hakkında yazdım, konuşmalar yaptım. Ne mutlu bana! Trabzonspor’un ışık saçtığı bu seneki parlak sezonun sonunu görmesini çok isterdim, olmadı.

O sene bu sene Tuncer Hocam, o sene bu sene...