Trump'lı yıllardan neler öğrenebiliriz?

ABD'de Başkan Donald Trump taraftarlarının 6 Ocak günü Kongre binasına düzenlediği baskın, Amerikan demokrasisinin kusurlarını ve zayıflıklarını açığa çıkardı. Trump’ın gereken yanıtı almaması durumunda demokrasiye duyulan güvensizlik daha da büyüyecek ve ardında telafisi imkânsız bir hasar bırakacak.

Google Haberlere Abone ol

Jordan Mass, Katerina Dion Arvanitakis

Trump, Amerikan aşırıcılığının vücut bulmuş halidir: Saf entelektüalizm karşıtlığı, kendine tapınma ve servet sahipliği. Kendisini dünyada daha fazla göstermeye dair saplantılı ihtiyacı yüzünden, ismini karikatürize bir Nietzscheci aşırılıkla kumarhanelerin, gökdelenlerin ve altın kaplı tuvaletlerin üzerine yazdırmaya adamıştır. Reality televizyonunun en tanınmış karakterlerinden biri olan Trump, kendisini otoriter ve vahşi bir kazanan olarak tanıtmayı başardı. Yine de, Trump’ın sergiledikleri, çoğu insanın saklamak isteyeceği türden özellikler. 

O, aslında var olmayan servetiyle övünen kendine saplantılı bir düzenbaz, güzellik yarışmalarında katılımcıların soyunmasını izlemek için gizlice kulislere giren bir sapık ve 6 bin öğrenciyi akredite edilmemiş bir eğitim için neredeyse 35 bin dolar ödemeye zorlayan sahte bir üniversitenin kurucusu. Ne var ki bütün bu korkunç şeyler Trump’ın Beyaz Saray’a yükselmesine yardımcı oldu. Tarihin bu noktasında, bütün değerlerin reddedilmesi ona politik bir avantaj sağladı ve Amerikan muhafazakâr bilincini karakterize eden çocuksu bir zihniyeti ortaya çıktı.

KÜLTÜREL EROZYON TRUMP’IN ÖNÜNÜ AÇTI

Trump’ın kariyeri, 1970’lerde New York’taki Grand Hyatt otelinin satın alınması ve yenilenmesiyle başladı. 1982’ye gelindiğinde, servetinin tahmini net değeri 200 milyon dolara yükselmişti ve ABD’nin doğu kıyısında yaşayan toplum içerisindeki kültürel varlığı ve politik beklentileri büyüyordu. 1998 yılında, siyasi lobici ve profesyonel aptal Roger Stone, Trump’ın sahip olduğu siyasi potansiyeli fark etti ve o zamanlar 52 yaşında olan bu çocuğu, kendi himayesi altında George W. Bush’a karşı başkan adayı olması amacıyla Reform Partisi’nin adaylığı için yarışmaya ikna etti. Trump, “Kazanamayacaksam, kazanamayacağımı hissediyorsam aday olmam” dedi ve anketlerin bir hezimet yaşayacağını öngördüğü 2000 yılındaki yarıştan hemen çekildi. Peki, aradan geçen 20 yılda ne değişti de üçüncül bir partiyi bırakan bir kişinin ABD'nin Cumhuriyetçi başkanı olmasını mümkün kıldı?

Burada mühim olan etken, özeleştiri ve kişisel gelişim kapasitesinden yoksun Trump’ın kendisi değildir. Fakat, son yirmi yılda, kültürel manzara öylesine değişti ki, artık Trump gibi bir karakterin kendisini iktidarın merkezine konumlandırması mümkün oldu. Bu değişimin temel sebeplerinden biri, orta sınıf Amerikalılar arasında giderek artan kültürel bağlamda yerinden edilme ve siyasi haklarından mahrum kalma duygusudur. Bunun birden fazla sebebi var. İlk olarak, seçkinlerin sahip olduğu servet oranı adeta uçuşa geçti ve iktidarla orta sınıflar arasında tarihi bir ayrışma yarattı. İkincisi, 'uyanık' olan kesim, ABD'ye bir çeşit ‘ulusal süperego’ benzeri bir politik doğruluk dayattı ve bu ideoloji artık Hıristiyanlıktan daha fazla bir ahlaki nüfuza sahip oldu. 

Üçüncü olarak, son başkanlık seçimlerine Bush ve Clinton aileleri damgasını vurdu ve bu durum, seçmenlere, siyasetin seçkinler tarafından kontrol edildiğini, orta sınıf Amerikalıların ekonomik refahı için mücadele etmekten ziyade, siyasi düzenin ayrıcalıklarını korumaya odaklandığını işaret etti. Bundan ötürü halkın hükümete duyduğu güven azaldı ve gittikçe daha fazla insan devletin Amerikan demokrasisinin temelini oluşturan idealleri koruyamadığına inanmaya başladı. 2016’da gördüğümüz üzere, Trump gibi bir fırsatçı için, düzen karşısında artan bu öfkeden faydalanmak gayet kolaydı.

TRUMP NEYİN TEMSİLCİSİ?

Politikacılar geleceğin mimarları değildir; daha iyi bir toplum yaratmaya yardım ederler. Onlar, hangi grupların en az oranda temsil edildiğini hissetme ve bu sayede politik amaçları doğrultusunda sömürme hususunda keskin bir anlayışa sahip olan en üst düzey fırsatçılardır. Politikacıların seçmenlere nasıl hitap etmeye çalıştıklarını gözlemleyerek bu kültürle ilgili birçok şey öğrenebilirsiniz. 2016 yılında Trump, hem kariyer sahibi politikacılara hem de fırsatçı siyasi kültüre karşı artan kızgınlığın ve öfkenin farkındaydı. Seçim kampanyasında kültürel sola saldırdı; politikaya değil, -'bataklığı kurutun', 'onu engelleyin' (ing. drain the swamp, lock her up) gibi- sloganlara odaklandı ve Amerika’yı geleneksel, sağduyulu değerlere geri döndüreceğine söz verdi.

Şaşırtıcı biçimde, ahlaki açıdan içi boş bir milyarder olması, Trump’ın kurumsal elitleri alt edebilecek bir yabancı olduğu iddiasını geçersiz kılmadı. Karakterindeki kusurlar aslında iktidar iddiasını güçlendiriyor gibiydi. Küstah kişiliği, zenginliği, ırkçı ve cinsiyetçi davranışları, liberal denen kesimleri kızdırmak için kusursuz bir şekilde uygundu. Ona yöneltilen ciddi iddialardan herhangi biri, kendinden öncekilerin büyük kısmının kariyer beklentilerini yok etmiş olsa da, seçmenleri, 'uyanık' kıyı seçkinlerine orta parmağını gösterdiği sürece, onun kusurlarını alkışladılar. Trump, politik doğruluğun karşı tezini temsil ediyordu: 'Uyanık' Amerika'nın idi. 

Trump, başkanlık tarihinin en narsist adayı olmasına karşın, uyanıklığa karşı konumlanarak, kendisini ülkenin en tartışmalı kültür devriminin odağına yerleştirmeyi başardı. Her önemli politik konuşmanın odağında kendisi vardı ve yaptığı her şeyi kendisiyle ilişkilendirdi. Dünyanın en güçlü ülkesinin başkanı, her sabahın ilk saatlerini, Twitter hesabından düşmanlarını küçümsemek amacıyla küfürler paylaşarak geçirdi. Ve şiddetli duygusal tepkiler uyandırmada ve kargaşa yaratmada çok başarılıydı. Başkanlığının kültürel bölünmeyi daha da kötü bir hale getirdiğine hiç şüphe yok. Trump'lı yılları bir an evvel ardımızda bırakmalıyız.

TRUMP'SIZ BİR AMERİKA

Son dört yıl bir türlü geçmek bilmedi. Tamamen Trump ve Trumpçılığa odaklandık ve o görevden ayrıldıktan sonra kültürel kurumlarımızın dikkatlerini nereye yoğunlaştıracakları henüz belli değil. Örneğin medyanın enerjisini yeniden yönlendirmesinin birçok farklı yolu var. Trump’ın ne kadar aykırı bir kişi olduğunu dile getiremezlerse bile, başkanlığını Amerika’daki köklü ırkçılığın bir emaresi olarak yorumlamayı sürdürebilirler. Diğer yandan, Trump bir uyanma çağrısı olarak da hizmet edebilir. Artık, bu tür şeylerin gerçekleşebileceğini ve mülksüzleştirilmiş bir çoğunluğun demokrasiye karşı tehdit oluşturabileceğini biliyoruz.

Bununla birlikte, aklımızdan Trump’ın Beyaz Saray şovunu silmemiz güç olacak. Biden/Harris ortaklığının Beyaz Saray’ı hakkındaki hiçbir şey kamunun ilgisini cezbetmeyecek; bu yüzden kendimizi özgür dünyanın liderinin ne yaptığı konusunda endişelenmek için sarf edebileceğimiz çok fazla boş zaman ile baş başa bulacağız. Başkan olmasına karşın, Donald Trump hiçbir zaman politik bir figür gibi görünmedi. Beyaz Saray’daki varlığı, daha ziyade göz alıcı ve bağımlılık yapan bir komedi programı izlenimi veriyordu.

Trump, medya reytingleri için harika bir figürdü. Seçim ayında, akşam kuşağı reytinglerinde Fox News’ta yüzde 41’lik, MSNBC’de yüzde 29’luk ve CNN’de yüzde 180’lik bir artış görüldü. 2020 Trump komedi programının en tutulan bölümleri arasında savaş tehditleri savurduğu tweetler, Covid hakkında yalan yanlış bilgiler ve aslında seçimi kaybetmiş olsa da sözde hileli bir seçimin gerçek galibi olduğu beyanı bulunuyordu. Haber medyası artık ana karakterini kaybetmek üzere ve sadece eğlence alanında çalışmayarak, kendi kendisine biçtiği politik gözlemcilik rolünü yeniden üstlenmek zorunda kalacak. Neticede, Trump’a karşı oy verirken, siyaseti yeniden sıkıcı bir hale getirmek için oy kullandık.

ÖĞRENMEMİZ GEREKEN ŞEY NEYDİ?

Haysiyet, 2016-2020 başkanlık seçiminden kendimizi kurtarıp, neyi hatırlayıp neyi unutacağımıza karar vermemizi gerektiriyor. Onu düşünmek için sarf edilen her saniye, Trump için kişisel bir zaferdir. Onu anlayabileceği biçimde yenmek için görmezden gelmeli ve ilgisiz davranmalıyız. Yanı sıra, Trump’ı hem siyasi hem de kültürel bir olgu olarak ciddiye almakla yükümlüyüz. Zira rakiplerinin onu ciddiye almadaki başarısızlığı Trump’ı ilk etapta zafere taşımıştı.

Trump bir konuda başarılı oldu: İsmi, Beyaz Saray’da izin verilmemesi gereken bir örnek olarak tarihe geçecek. O, demokrasi üzerindeki kontrolümüzü kaybedebileceğimizin bir kanıtı. Hem şöhrete tapmaya hem de öfkeye olan yatkınlığımız, ABD'nin temel kurumlarını savunmasız hale getirdi. Sol, Amerika’ya ideolojik uyumu dayatmaya çalışarak bunun önünü açmaya yardım etti ve siyaset kurumu, seçmenlerle tam anlamıyla temas halinde olmalarına olanak sağlayarak sorunları daha da kötüleştirdi. Trump yılları, absürt bir piyes gibiydi. En başta çılgın kralı ciddiye almadık ve sonra sahnede gezinerek bir kargaşaya yol açmasını seyrettik.

İlerde tüm başkanların tartılacağı bir ölçüt olarak, gelecekteki politikacılar, Trump’tan ne kadar farklı olduklarını anlatarak seçmenlere seslenebilir. Ne yaparsak yapalım politika üzerinde kalıcı etkileri olmaya devam edecekse de, Trump’ın kültürel açıdan iz bırakmasını isteyip istemediğimize karar vermemiz gerekiyor. Yani, liderlerimizden Trump’ın ülkeye getirdiği bu utancı kabul etmelerini mi istemeliyiz? Netice itibariyle, Trump’ın zaferi bir kez yaşanan tek bir yanlış adım gibi görülemez. Başkanlık makamına dönük tarihi bir hakaret olarak ciddiye alınması gerek.

GÜVENSİZLİK TEHLİKELİ BİR ORTAM YARATIYOR

Kongre binasındaki son ayaklanmalar bize kamu kurumlarına duyulan güvensizliğin nereye varabileceğini gösterdi. Senato’da başkan yardımcısının koltuğunda oturan isyancılara tanık olduk. Bu, inanılmaz düzeyde utanç vericiydi. Başkan Trump, seçim sonucunu kabul etmeyi ya da Biden’ın seçilmiş başkan olduğunu onaylamayı reddetti. Ve mesajı açıkçası görmezden gelindi. Trump 2020’de oyların yüzde 47’sini kazandı ve taraftarlarından en azından bir kısmını, kendisi görevden ayrıldıktan sonra gelecek hükümetin meşru olmayacağına ikna etmeyi başardı.

Hükümetin sahtekârlıkla başarıya ulaşmasının ne gibi tehlikeler taşıdığının öğretildiği Cumhuriyetçi bir eyalette büyüdüğünüzü varsayın. Yaz döneminde aylarca süren isyanlardan ve polis ödeneklerinin kesilmesi çağrılarından sonra, büyük Amerikan kurumlarının gerçek bir tehditle karşı karşıya olduğuna inanmaya başladınız. Covid-19 kısıtlamaları sizi bunalmış ve huzursuz bir hale getirdi. Ardından başkanınız 2020 seçimlerinin sahtekârlıkla kazanıldığını öne sürüyor ve kendisine bağlı çalışanları sonuçları ters yüz etmeye çağırıyor. Yasa dışı bir başkanının göreve gelmesinden önce harekete geçmek için iki haftanız var ve anayasadaki ikinci değişikliğe inanan bir kişi olarak anayasayı savunmaya çağrılıyorsunuz.

Ve anayasanın şimdi her zamankinden daha güçlü biçimde savunulması gerekiyor. Daha önce hiçbir Amerikan başkanı demokrasiye karşı bu kadar açık bir tehdit oluşturmamıştı. Kongre binası en son 1814 yılında İngilizler tarafından işgal edildi. Torunlarımıza, okullarda Ocak 2021 olayları anlatıldığında, bizlere kurumlarımızı savunmak için ne yaptığımızı soracaklar. Eski savunma bakanı William J. Perry’ye göre, Başkan Trump, ABD anayasasını koruma yeminini ihlal etti. Demokratların ve Cumhuriyetçilerin, Amerikan ulusunun bütünlüğünü yeniden teşkil etmek amacıyla birlikte hareket etme ve başkanı görevden alma sorumluluğu var. Bu, bizi iki sonuca götürecek: Bir diktatörün Oval Ofis’e seçilmesinin mümkün olduğunu resmen kabul etmemizi sağlayacak ve yaptığı her şeye karşın Trump’ı desteklemeye hevesli olan insanları belirlememize yardım edecek. Siyasetçilerimiz Amerikan halkının temsilcileridir ve Amerikan halkı onları davranışlarından sorumlu tutmalı. Çok uzun bir süredir bunu başaramadık ve şimdi bu yüzden acı çekiyoruz. Şimdi Trump’ı durdurmak için harekete geçmezsek, demokrasimize layık olmadığımızı da ispatlamış olacağız.


Yazının orijinali Areo Magazine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)