Toplumun nasırlı travması (TNT)

Şok anında düşünme mekanizması felç olan fertler, hayatta kalma dürtüsüyle otoriteye sığınır. Şokların kararları etkilemesi, siyasal tercihlere de yansıdığından kimi otoritelerce kullanılagelmiş.

Google Haberlere Abone ol
Seyfi Elçiboğa
 
Bomba, yangın gibi korkunun üst düzeyde yaşandığı felaket anlarında çocukların yetişkinlere, kadınların erkeklere, zayıfların güçlülere doğru kaçtığı ispatlanmış. 
 
Korku anında düşünce merkezi neokorteks yerine beynin amigdala denen kısmı karar verici olarak kontrolü devralır. Dur, kaç gibi kısa komutlar veren amigdalanın tek amacı bedenin hayatta kalmasını sağlamaktır. 
 
Şok anında düşünme mekanizması felç olan fertler, hayatta kalma dürtüsüyle otoriteye sığınır. Bu tip şokların kararları etkileme özelliği halkın siyasal tercihlerini de etkilediğinden, şoklar kötü amaçlı kullanıma daima elverişli yöntemler olarak geçmişten günümüze değin kimi otoritelerce kullanılagelmiş. Örneğin yakın dönem Belarus-Gürcistan-Kazakistan seçimleri ve 1 Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri, güvenlik endişelerinin zirvede olduğu bir atmosferde halkın otoriteyi seçmek zorunda bıraktırıldığı seçimler olarak siyaset bilimcileri tarafından tescillenmiş.
 
13 Kasım 2022’de, Türkiye'nin en işlek caddesinde en güçlü patlayıcılardan olan TNT(tri nitro toluen) bombası patlatılmış, 6 insan ölmüş, 81 insan yaralanmış, ahali ne olduğunu anlamak isterken BTK eliyle herhangi bir mahkeme kararı olmadan internet kısıtlanmış, haberlere yayın yasağı konulmuş; Suriyeli bir kadın evinden alınıp ahaliye "işte terörist" denilmiş ve o sırada Suriye’nin İdlib kentinde MÜSİAD Köyü briket evleri açılışında olan içişleri bakanı hâlâ istifa etmemişti!
 
Malum nedenlerden ötürü Türkiye'de ABD karşıtlığı çok kullanışlı, enteresan bir argüman. Ama ondan da enteresan olan İçişleri Bakanının tavırlarıydı. Bombalı saldırının hemen ardından kafe müdavimi gibi "ABD'nin taziyesini kabul etmiyoruz, reddediyoruz" deyivermişti.
 
Diplomatik teamüllere göre bir içişleri bakanı elinde kanıt varsa konuşur ve gereğini yapardı. Örneğin ABD Büyükelçisi çağrılıp uyarılır ve hatta deport edilebilirdi. Eldeki dosya dış işleri bakanlığı aracılığıyla BM Güvenlik Konseyi Başkanlığına sunulur, soruşturma istenir, BM Genel Kurulunda uluslararası topluma ABD şikâyet edilebilirdi. Devlet ciddiyeti bunu gerektirirdi. Tribünlere üçlü çektirir gibi şov yaparak ülkenin itibarı ile oynanmamış olunurdu.
 
İstanbul Emniyet Müdürü ile İçişleri Bakanı’nın uyumsuzluğu geçtiğimiz hafta basına yansımıştı. Dünkü vakada Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Valisi ile iletişim sonrası basına açıklama yapmış olması gözlerden kaçmamıştı. İstanbul Emniyetinin fail diye yakaladığı Ahlam Albashir bilindik cani profilinden uzak biriydi. Albashir'in İstiklal Caddesi’nden toplanan kamera görüntülerine yansıyan fotoğraftaki kadına benzemezliği, patlamanın ardından üzerindeki kıyafetler, silah, mermi ve yüklü para olduğu halde kaldığı eve dönmüş olması, yakalanma anı ve sonrasındaki korku dolu mimik ve tavırları, ojeli tırnakları, dövmeli ve makyajlı oluşu, sosyal medya kullanıcıları başta olmak üzere kamuoyunun faile şüpheyle yaklaşmasına sebep olmuştu.
 
Bombalı terör eylemini saldırıyı yaptığı iddia edilen örgütler dahil, tüm siyasi partiler ve liderlerin kınamış olması ortada dolaşan komplo teorilerinin klonlanarak yayılmasına yol açtığı kadar, kamuoyunda şüphe bombasını da patlatmış oldu.
 
Bombalı saldırı sonrası travmatik bir hal almış ahalinin tepkisinin, yaklaşan seçimler öncesinde kötü amaçlı birilerince siyasal tercihlerin saptırılması amacıyla mutat kullanımı düşüncesi ürkütücü. Sınırların kevgire döndüğü, ekonominin kırılgan olduğu, şiddetin sokaklarda kol gezdiği bir dönemde yaşanan güvenlik zaafiyeti dikkatli olmayı zorunlu kılıyor. Yaşanmış hiçbir olumsuz vaka sonrası iktidara mensup siyasi aktörlerin sorumluluğu üstlenmemesi siyasi bir kültüre dönüşmüşken var olan durumun düzelebileceğine dair umutlanmak da mümkün gözükmüyor. 
 
Hayatı boyunca tek bir güvenlik makalesi okumamış olduğunu kendi ağzıyla söyleyen içişleri bakanı, siyasi ittifakların ülke menfaatlerinin üzerinde tutulduğunun kanıtı gibi mayo masası üzerinde duruyor. Bu ittifakların oynaklığının, karşılıklı tahakküm kurma gayretlerinin ve diğerleriyle iktidar mücadelesinin bedelini ne olursa olsun ahali ödememeli.   Katliamı yapanları, yaptıranları, katliama göz yumanları ve katliamdan medet umanları lanetlemeden önce sormak gerek: Pazar günü huzur içinde İstiklal Caddesi’nde gezintiye çıkmış masum insanları öldürmekle elinize ne geçti? 
 
Hangi yüce amaç Yusuf Meydan ve 9 yaşındaki kızı Ecrin’i, Arzu Özsoy ve kızı Yağmur’u, Adem Topkara ve eşi Mukaddes Elif’i öldürecek kadar gönlünüzü kararttı?
 
Şefkatli bir hayatı çoğaltarak var olmak dileği ve tüm iyimserliğimle kanlı katliamların bundan sonra bir daha tekrarlanmamak üzere gündemimizden yitip gitmesini umut ediyorum. Yaralılara şifa, ölenlerin yakınlarına sabır diliyor, ölenleri saygıyla anıyorum. Hepimize geçmiş olsun diyorum.