Toplumsal ve siyasal açıdan 1894 İstanbul depremi

"Mösyö" kelimesi olması gereken yerden kalkıp, padişahtan söz edilen cümlenin başına gelince İkdam gazetesi kapatılmayı bekler. 'Depremde belki unutuluruz' umudu ise boşa çıkacaktır...

Aksaray Yokuşu'nda Hüseyinpaşa hanı...
Google Haberlere Abone ol

Mehmet Ö. Alkan

İstanbul, deprem kuşağında olması nedeniyle binyıllardan beri olduğu gibi, fethinden sonra da birçok deprem yaşadı. İmparatorluğun 1894 İstanbul depremi öncesi yaşadığı son büyük deprem, Sakızadası merkezli ve 26 Temmuz 1882 günü, batıdan doğuya atımlı ve yaklaşık 33 saniye süren sarsıntıdır. Bu depremde 5 binden fazla insan öldü ve neredeyse bütün binalar yıkıldı. Bunu Kasım 1891'deki İzmir depremi izledi. İstanbul ise en son Bursa depreminin sıcaklığını üzerinde hissetti ve hayli sallandı.

İstanbul'da 19. yüzyılın son büyük depremi 10 Temmuz 1894 Salı günü yaşandı. Deprem günü takvimler Mâlî (Rûmî) tarihle 28 Haziran 1310 gününü gösterdiği için, sonradan "1310 zelzelesi" veya "1310 Dersaadet Hareket-i Arzı" olarak anılacaktır. Deprem üç büyük sarsıntıdan meydana geldi. Havanın berrak ve fakat rüzgarlı olduğu öğle vakti yaşanan deprem eskiden kullanılan Ezanî saatler 4.45'i, günümüzde kullandığımız Zevalî saatler ise 12.27'yi gösterirken oldu. Tam saati konusunda 5 ilâ 10 dakikaya varan farklar vardır. Ama müezzinlerin ezan okumaya başladıkları bir sırada olduğu kesindir. İstanbul'u vuran depremin merkezinin Yeşilköy'den 8 km. uzakta ve güneydoğu istikametinde, Marmara Denizi'nde olduğu tahmin edilmektedir.

HALK SOKAKLARDA...

Depremle birlikte halk sokaklara dökülmüş, İstanbul'da büyük bir kargaşa ve korku yaşanmaya başlamıştır. Yıkılan evlerin çıkardığı dumana, deprem sonrası başlayan yangınların dumanları da eklenince şehrin üzerini yoğun bir sis tabakası kaplamıştır. Özellikle Kapalıçarşı'nın yıkıntıları arasından gelen çığlık ve yalvarışlar birçok kişinin kulaklarından yıllarca silinmemiştir.

Depremden telgraf hatları da zarar gördüğü için, diğer yerleşim birimlerinden haber alınamamakta, dolayısıyla depremin yalnızca İstanbul'da olduğu zannedilmektedir. Telgraf ve Posta Nezareti çok büyük hasar görmüştür. Sağlam makinelerin çoğu bahçeye çıkarılarak koruma altına alınmıştır. Bir müddet sonra kent içi ve dışı haberleşme Nezaret bahçesinden sağlanmıştır. Haberleşme kısmen de olsa sağlanıp telgraf hatları çalışmaya başlayınca, depremin Adapazarı'ndan başlayarak Edirne'ye kadar uzanan bir satıhta yaşandığı da yavaş yavaş anlaşılmıştır. Adapazarı, İzmit, Gebze, Karamürsel, Bilecik, Bursa ve Edirne'den hasar haberleri gelmektedir. Balıkesir de depremden ciddi şekilde etkilenen yerler arasındadır.

Kent içi ulaşım da felç olmuş, tramvay seferleri durmuştur. Tünel herhangi bir zarar görmemekle birlikte önlem olarak tramvaylar işletilmemiştir. Geç vakitlere doğru Sultanahmet ile köprü arasında tramvay seferleri aksamalı olarak başlamıştır. Şirketi Hayriye ile İdare-i Mahsusa vapurları Boğaz’ın iki yakasında ücretsiz yolcu taşımışlardır. Şehremaneti ise hemen ekmek temin ederek halka dağıtmaya başlamıştır. Depremde hasar görmemekle birlikte, korkudan kapalı tutulan fırın ve bakkallar, hükümet emriyle açtırılmıştır.

DEPREMDE İNSAN HALLERİ

Bu arada Çukurçeşme Kadınlar Hamamı'nın kubbesi çökünce, hamamda bulunan kadınlar güç bela kendilerini dışarı atmışlardır. Emniyet Sandığı veznesine para teslim etmek için gelen bir kişi zelzele sırasında kaçmış, geri döndüğünde ise para bulunamamış ve soruşturma açılmıştır.

Zelzelenin gündüz olması, can kaybının az olmasının başlıca nedenidir. Kapalıçarşı çok büyük hasar görmüştür. Kuyumcu esnafı dükkanlarını terk ettiğinden jandarma ve polis tarafından hemen güvenlik önlemi alınmıştır. Ertesi gün de en çok can kaybının Kapalıçarşı'da olduğu anlaşılmıştır. Padişahın emriyle başlatılan enkaz kaldırma çalışmaları esnasında, ilk gün enkaz altından 81 ölü ve 112 yaralı çıkartılır. Enkaz altından çıkarılan cesetler Hapishane-i Umumi'de toplanmakta ve sağlık nedenleriyle, ait olduğu dinin gereklerine göre gömülme işlemleri yapılmaktadır. Toplam ölü sayısı ilk gün için 135 ve yaralı sayısı da 144 olarak verilmektedir. İki gün sonra yalnızca Heybeliada'da ölenlerin sayısı 10'dan 70'e yükselmiştir.

Kapalıçarşı'daki enkaz altından üç gün sonra 12 yaşında bir çocuk sağ salim çıkarılmıştır. Depremden beş gün sonra Kapalıçarşı enkazından canlı bir insan daha çıkarılır. Polis İdaresi yanındaki dükkânda suculuk yapmakta olan bir Ermeni, zelzele esnasında büyük bir küpün yanına sinmiş ve üzerine çöken tavanın altında, günlerce küpün içindeki suyu içerek canlı kalmıştır.

Zelzelenin izleri Maltepe'den itibaren başlamakta, Yeşilköy'e kadar uzanmaktadır. Kısmen veya tamamen yıkılan binalar arasında istasyon, gar, okul, camii, kilise, hastane ve resmi daireler bulunmaktadır.

PADİŞAHIN SAĞLIĞINA DUA İLE BAŞLAYAN HABER

Deprem sonrasında resmi dairelerin hasar gördüğü konusu pek işlenmemiş, işlense de geçiştirilmiştir. Örneğin -şimdi olmayan- Adliye Binası pek hasar görmemiş gibi anlatılsa da işlerin aksamaması için taşındığı da eklenmiştir. Satır araları okunduğunda hasarın oldukça ciddi olduğu anlaşılmaktadır. Bâbıâli için kurulan "heyet-i fenniye" raporunda, yapılan incelemeler sonucunda masraf çıkarılmış ve 14124.50 kuruşluk harcama belirlenmiştir. Padişahın emriyle hemen tamirata başlanmıştır.

Depremin ertesi günü yayınlanan Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ilk yazısına ölenlere değil, padişahın sağlığına dua ederek başlamıştır. Gazetede, padişahın ve onun devletinin halkın yardımına hemen nasıl yetiştiği özenle anlatılır. Padişah, zelzelenin ardından, kentin çeşitli yerlerine görevliler göndererek inceleme yaptırmıştır. Diğer yandan, Şehremaneti ve Zaptiye Nezareti memurlarını da hasarlı binalardan halkı uzaklaştırmak, tehlikeli olanları yıkarak halkın yaralanmasını önlemek, halkın rahatını sağlamak için önlem almak ve yaralıları tedavi ettirmek için görevlendirmiştir. Yaralılar padişahın emriyle hastanelerde tedavi altına alınmıştır. Bunu gören halk, padişaha dualar etmiştir. Devlet görev başındadır!

Bâbıâli, deprem günü öğleden sonra tatil edilse de bir heyet tarafından incelenerek hasar olmadığı görülünce, ertesi gün memurlar görev başına çağrılmışlardır. Hatta Meclis-i Has ve Vükela da aynı gün olağan toplantısını yapacaktır. Ayrıca padişah, hasarlı devlet dairelerinin yanına hafif barakalar inşa edilmesi için emir çıkartmıştır.

Depremden birkaç gün sonra, gazeteler hasar ve can kaybı konusundaki haberleri bir kenara bırakarak, devletin halka yardım etmek konusunda ne kadar etkin olduğunu anlatan haberleri vermeye başlamıştır. Deprem sonrasında II. Abdülhamit'in başkanlığında ve Şehremaneti içinde "İane-i Musâbîn Komisyon-u Âlisi" oluşturulmuştur. İlk yardımı II. Abdülhamit 1.000 lira ile başlatmıştır. Ayrıca “şehzadegân ve selâtin-i azam” için de 500 lira vererek, toplam 1.500 lira yardım yapmıştır. II. Abdülhamit'in yardımları ilerleyen günlerde de devam etmiştir. Muhtaçların gittikçe artması üzerine II. Abdülhamit, 5.000 lira daha vermiştir.

MEMLEKETTEN DEPREM YARDIMLARI

Zelzele sonrasında ülkenin her vilayet ve sancağında bir yardım seferberliği başlamış, yardım defterleri açılarak, para toplanmıştır. Bu paralar, yardım komisyonuna ulaştıkça resmî bir ilân şeklinde hangi vilayetten, kurumdan veya kişiden, ne kadar (kuruş-para) yardım yapıldığına ilişkin alt alta listeler halinde gazetelerde yayınlanmıştır. Devlet görevlileri adeta bir yardım yarışına girmişlerdir. Yıl sonunda, 28 Aralık 1894'te toplanan para miktarı 8.287.399.11 kuruşu bulmuştur. Bu konudaki özellikle yabancı kişi ve kurumların yardımları, gazete haberleri haline dönüşmeye başlamıştır. Zelzeleye ilişkin haberler, toplanan ve dağıtılan yardımların yanı sıra, II. Abdülhamit'in ne kadar şefkatli olduğunu belirten haberlere dönüşmüştür. Ayrıca yaraların ne kadar hızlı sarıldığına ilişkin haberler sıkça yer almaya başlamıştır.

MÖSYÖ PADİŞAH!

Deprem yalnızca devlet işlerini değil, sivil yaşamı da etkilemiştir. Deprem sırasında bazı gazetelerin matbaaları zarar gördüğü, çalışanların yakınları yaralandığı için yayınlarına ara vermek zorunda kalmışlardır. Deprem, halkın habere olan ihtiyacını, dolayısıyla da gazeteye olan ilgisini olağanüstü artırmıştır. Ama bu arada gazeteler karaborsaya düşmüş, fahiş fiyatla satılamaya başlamıştır. Örneğin, Sabah gazetesi, gazetenin matbaadan 7.5 paraya çıktığını, 2.5 paranın müvezzilere verildiğini, dolayısıyla 10 paraya satılması gerektiğini, halbuki piyasada 20,30 ve 40 kuruşa kadar satıldığını haber aldıklarını yazar.

Depremden yalnızca beş gün önce, yeni bir gazete “İkdam” adıyla yayınlanmaya başlamıştır. Deprem günü yayınlanacak altıncı sayısı bir gece önce sansür memuruna gönderilmiş, oradan emredilen düzeltmeler ve çıkartmalar yapılmıştır. Ancak bu işlem yapılırken bir dizgi hatası sonucu, bir başka cümledeki "Mösyö" kelimesi olması gereken yerden kalkıp, padişahtan söz edilen cümlenin başına gelmiş ve cümle "Mösyö Cenâb-i Şehriyâri" olmuştur. Bu tür bir yanlışlık gazetenin süresiz kapatılması için yeterlidir. Gazetenin yazı kurulu üyeleri de bunu bildiği için, her an bir sansür memurunun gelip gazeteyi kapatmasını beklerken zelzele olmuş, İstanbul karışmıştır. Sevinsinler mi üzülsünler mi onlar da şaşırır. Zira bu kargaşada “hata fark edilmez, fark edilse bile sansür memuru gelemez, gazete çıkmaya devam edebilir” diye düşünürler. Ama o kargaşa arasında, sansür görevi yapan Matbaa İdaresi'nin görevli memuru gelerek, gazetenin kapandığına ilişkin yazıyı tebliğ eder. İkdam, süresiz olarak kapatılır. Deprem bile bir gazetenin, bir sözcük yanlışlığı yüzünden kapanmasına engel olamamıştır. İkdam’ın yaklaşık bir ay sonra "aff-ı şâhâneye mazhar" olarak, 8 Ağustos'ta yayınlanmasına izin verilmiştir. Gazetenin uzun aradan sonra yayınlandığı ilk gün, padişaha yazılan övgü dolu özür yazısı, doğrusu okumaya değer!

Deprem sonrasında gazeteler sayfa sayılarını düşürmüştür. "Karşı gazeteleri" olarak anılan ve yabancı dilde basılan Monitor Oriental ve Konstantinopolis yayınlanamamıştır. Yayınlanabilen gazeteler ilk günlerin karmaşası içinde zelzele haberlerini verebilmişlerdir. Ancak birkaç gün sonra hasar ile ölü ve yaralı konusunda haberler, önce ikinci ve üçüncü sayfalara düşmüş, ardından da yazılmaz olmuştur. Bu haberler yerini, padişahın "yardım ve şefkat" faaliyetlerine bırakacaktır.

İkdam gazetesi zaten bir yazım yanlışının kurbanı olarak, depremin olduğu gün süresiz kapatılmıştır. Bazı gazeteler ise deprem haberlerini "doğrulamadan" verdikleri için kapatılmıştır. Bazı kaynaklar Sabah gazetesinin zelzele haberleri nedeniyle süresiz kapatıldığını yazarlar. Oysa Sabah gazetesi 14 Temmuz Cumartesi bir günlük kapatma cezası nedeniyle yayınlanmamıştır.

Ama aynı gün birden fazla gazete "yanlış zelzele haberleri” nedeniyle ceza almıştır. Sabah gazetesinin kapatılma gerekçesi Rumca yayınlanan Konstantinopolis'ten inceleme ve doğrulama yapmadan aktardığı bir haberdir. Haberin kaynağı Konstantinopolis gazetesi ise bir hafta süreyle kapatılmıştır. Rumca yayınlanan Konstantinopolis gazetesinin kapatılmasına ilişkin şu "Tebligat-ı Resmiye" yayınlanmıştır:

"Konstantinopolis gazetesinin evvelki günkü nüshasında Mekteb-i Harbiye-i Şahâne'nin bir kısmı münhedim olarak yirmi iki kişinin sakatlanmış ve üç kişinin dahi enkaz altında kalarak vefat etmiş olduğuna dair münderiç bulunan fıkra kamilen biasıl ve esas erâcif kabilinden olmasına ve böyle asıl ve esası olmayan bir havadisi bilâ tahkik derç ve neşre cür'et eylemesine mebni mezkûr gazetenin dünkü günden itibaren bir hafta ve Sabah gazetesinin dahi tetkik ve tahkik etmeksizin mezkûr fıkrayı dünkü nüshasının ikinci sahifesinin ikinci sütununa nakil ve derç eylediğinden dolayı bir gün müddetle tatil kılınmış oldukları ilan olunur."

Ayrıca zelzele haberleri konusunda bazı yanlış bilgiler verdiği gerekçesiyle kimi gazeteler de uyarı cezaları almışlardır. Bunlardan biri deprem günü baskı yapan neredeyse tek gazete olan Nie Pitorisis'dir. Yanlış haberlerin gazete kapattığı bir ortamda, II. Abdülhamit'in yarı-resmi sözcüsü durumundaki Ahmet Mithat Efendi'nin yönetimindeki Tercüman-ı Hakikat, bu tür haber yayınlayan gazeteleri, açık bir şekilde "jurnal" edecektir.

II. Abdülhamit Dönemi’nin bir özelliği de sansürün yanı sıra oto-sansürün olmasıdır. Aslında bu, bütün otoriter rejimlerin özelliğidir. Gazeteler, kısa sürede yönetimin rahatsızlık duyabileceği haberleri anlayacak ve yayınlamayacaklardır.

BİLİM DERGİLERİNDE 'ALLAH'IN BÜYÜKLÜĞÜ' VAR DEPREM YOK

Dönemin popüler bilim dergilerinde ise birkaç istisna dışında zelzeleye ilişkin tek satır bile yer almadığı görülür. Bu konudaki ilk istisna, Malumat Dergisi’nde arkası gelmeyen yazı dizisidir. Amacı bilimsel konuları vülgarize ederek işlemek olan dergiler, bu görevlerini yerine getirememişlerdir. Örneğin Hazine-i Fünun'da tek satır yazı yoktur. Mektep Dergisi deprem sonrasında iki hafta gecikmeyle çıkmasına karşın, Allah’ın ve kâinatın büyüklüğü konusunda kısacık bir yazı yayınlanmıştır ki içinde zelzelenin adı bile geçmemektedir. Durum taşra için de farklı değildir. Örneğin depremi ciddi bir şekilde hisseden Bursa'da yayınlanan Fevaid Dergisi de depremden hiç söz etmemektedir. Dönemin Hukuk Dergisi bir ay ve yine haftalık yayınlanan popüler bilim dergisi Maarif ise yaklaşık bir buçuk aylık gecikmeyle yayınlanmış olduğu halde, yine Allah’ın büyüklüğüne ilişkin bir yazıdan başka bir şey yer almamıştır.

Depremin dördüncü günü yayınlanan dönemin göz alıcı dergilerinden Servet-i Fünun'da ise İstanbul halkı ile alay edercesine şu satırlar yer alacaktır:

"Geçen hafta evvel şiddetlice vuku bulup ondan sonra hafifleyerek devam etmiş elhamdülillah şimdi külliyen zail olmak derecesine gelmiş olan tezelzülat-ı arziye ile bir aralık zevk ve neşide-i mutadesini gaib eden şehr-i şehrimizin yine kisve-i saiyane-i asliyesini ahzeyledi. Hareket-i arziyeden duçar-ı havf olanlar, havf ve hissiyetlerinin mübalağa derecesine getirilmiş olduğunu anladılar; ehl-i say ve gayret vezaif-i mutadesine mübaşeret ettiği gibi haftada bir gün olan eyam-ı tatiliyeden dahi istifade asarı görüldü."

Bu yazının ardından gezip eğlenen insanlar ve havanın tatlılığı anlatılmakta, Boğaziçi gezintileri, mehtap, meltem ve balık tutmak konusuna değinilmektedir. Ertesi hafta "İstanbul Postası" köşesinde yer alan yazıda ise, havaların gölgede otuz beş, güneşte kırk iki derece olduğundan yakınan ve mesire yerlerinin öneminden söz eden bir yazı bulunmaktadır. Ne yıkıntılar arasından çıkarılan öğrencilerin cesetleri, ne de geceleri bile sokakta yaşayan İstanbul halkının durumu söz konusu dahi edilmez.

*Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı.

Not: Bu yazı daha önce yayınlanan “Toplumsal ve Siyasal Açıdan ‘1894 İstanbul Depremi’ ”Toplumsal Tarih No: 70 (Ekim 1999) s. 11-17’den kısaltılarak alınmıştır.