Top ve topos: Futbol mekanlarının doğuşu ve batışı

Futbol mekanlarının katledilmesinin tek sebebi kâr hırsı değil. Saha, gençler arasındaki ayrımları siliyor. Koltuğunu korumak için toplumu kutuplaştırmak zorunda olanlar bu etkileşimden hoşlanmıyor.

Google Haberlere Abone ol

Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti modern kolektif uğraşlara her zaman ikircikli yaklaştı. İki rejimde de insanların bir araya gelip konuştuğu, görüştüğü, oynadığı, eğlendiği, tepki gösterdiği, bir şekilde “birlikte eylediği” kamusal alanlar günün siyasi paradigmasına göre yönetildi. Futbol mekanları da bazen politik ideallere paralel görülüp yüceltildi, bazen gözleri siyasetten başka yöne çekmek için kullanıldı. İstendiği gibi güdülemeyecek olduğunda veya başka öncelikler ağır bastığında ise saldırıya uğradı

ORGANİK OYUN VE TOPOS

“Güzel oyun” diye boşuna dememişler. Futbol halk için ilk günden itibaren görmezden gelinemeyecek kadar çekiciydi. Bu cazibe oyunun “organik/amatör/halktan” tarafını oluşturdu ve belli iniş çıkışlara rağmen hep ayakta kaldı.

Karşı tarafta ise “inorganik/profesyonel/devlet-kulüp güdümlü” futbol vardı. Cumhuriyet tarihi boyunca spor, devlet planlamalarında iki şekilde yer aldı: 1) Elit sporcuların küresel tanıtım sağlayan faaliyeti. 2) Halkın spor yapması. Oyunun bu iki ucu bazen bir oldu, bazen birbirine yaklaştı, bazen uzaklaştı. Bugün ise net bir kopuş söz konusu. Siyasi iktidar ve onun güdümünden memnun görünen futbol yönetimi, zamanın ruhuyla el ele verip organik futbolu taca atma derdinde. Halk da pek oralı görünmüyor.

Kopuşu izlemek için en uygun kavramlardan biri “topos” olabilir. Yunanca “yer” anlamındaki bu sözcük “bir uğraşın hareketten bağımsız düşünülemeyen mekanı” demek. Futbolun topos’u çayırlardan, kışlalara, arsalardan sokaklara, evlerden bilgisayarlara 100 yıldır sürekli değişiyor.

EMİR ERİ FUTBOL

19. yüzyılın ikinci yarısında futbolu bugünkü kurallarına bağlayan İngilizler oyunun ihracatını gemiler, işgal orduları ve demiryolu ağları üzerinden yürüttü. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk futbol maçı 1877 yılında Bornova çayırında oynandı. İzmir’deki öncülerden James La Fontaine 1899’da İstanbul’a taşınırken heybesinde futbol da vardı. Dönemin sayfiye mekanı olan Kadıköy’ün çayırları futbol için ilk topos olacaktı.

İngilizlerin ve Levantenlerin hastalığı önce Rum ve Ermenilere bulaştı. Müslümanlar bazen dinen caiz olmadığı gerekçesiyle, daha çok da II. Abdülhamid döneminin paranoyak kısıtlamalarının etkisi ve korkusuyla başlarda ya izleyici olarak kaldı, ya da gizlice oynadı. Fakat tıpkı 350 yıl önce gelen kahve gibi futbol da halktan gördüğü teveccüh sayesinde idarenin inadını deldi. İlginçtir, bu yeni topos’ta kahvenin de önemli bir rolü vardı. Kadıköy çayırlarına komşu kahvehaneler futbolcuların ilk dinlenme ve soyunma odaları olacaktı.

Meraklılar çok geçmeden bir topos daha yarattı: 1905’te Galatasaray’ı kuran ekibe ev sahipliği yapan Mekteb-i Sultani’nin Grand Cour olarak bilinen Büyük Avlu’su, futbolu bugün bile işlevini bir ölçüde sürdüren bir mekanla, okul bahçesiyle buluşturdu.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra tahsillilerin gösterdiği ilginin de etkisiyle futbol itibar kazanmaya başladı. 1913’te İstanbul’da futbol ligleri idaresi Türkleşti. Milli karma oluşturuldu. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’yla harlanan millileşme sahaya da yansıdı.

Ulus-devlet idealine doğru depara kalkmış ülke özellikle Fransız Devrimi’nden mülhem fikirlere yatkındı. Milli ordu kavramı kapsamında jimnastik ve beden eğitimi önemli, gençlerin vatan için savaşmaya her daim hazır bulunması makbuldü. Futbol askerî açıdan jimnastik kadar işlevsel olmasa da dönemin kurucu dinamizminden nasiplendi: Yabancılarla, özellikle Batı’yla rekabet etmek ve uluslararası konfederasyonlara üyelik üzerinden yeni ulus-devleti dünyaya entegre etmek gibi faydaları vardı.

Ateş çok geçmeden Anadolu bacalarını da sardı. Gemiler ve trenlerle taşınan top kimi şehirlerde işgal kuvvetlerine karşı, kimilerinde işgalcilerin marifetiyle yuvarlandı. Trabzon, Ankara, Sakarya, Balıkesir, Edirne, Kastamonu, Konya, Kocaeli ve Antalya gibi kentler de sahada arzı endam ediyordu.

Cumhuriyet rotası ve artan prestij kurumsallaşmayı getirdi. Mayıs 1923’te Türkiye Futbol Federasyonu kuruldu. Cumhuriyetin ilanından üç gün önce Türkiye Milli Takımı tarihinin ilk maçında Taksim Kışlası’nda bayraklar altında Romanya karşısına çıktı.

Kurucu askerî ideoloji futbolun yeni topos’unu belirledi. Cumhuriyetin ilk yıllarında birçok önemli müsabaka kışlalarda ve saray yanı düzlüklerde oynandı. Özellikle tek partili dönem boyunca sahalara devlet büyüklerinin, önde gelen generallerin veya cumhuriyet serüvenini anlatan kavramların adı verildi. “Sivil futbol” ise çayırdan taştı. Yerleşim yerlerinde bulunan ve yazın toz, kışın çamur içindeki toprak sahalar futbolun yeni topos’u oldu.

HALKSPOR

İngiltere’de futbol üniversiteden çıkar çıkmaz işçilerin ayağına dolaşmıştı. Türkiye’de bu kadar net bir sınıf ayrımından söz etmek zor olsa da 1935’te başlayan hafta tatili işçi sınıfının oyuna dahline katkı yaptı. Çalışan kesimde hafta sonu maça gitme alışkanlığı yerleştikçe tribünler de organik futbol topos’u haline geldi. Sahaya da indiler: Tekstil (Sümerbank), cam (Paşabahçe) ve silah (İmalat-ı Harbiye) fabrikalarındaki işçiler takım kurup top peşine düştü.

1951’de profesyonelliğin resmileşmesi ve 1959’da Profesyonel Milli Lig ve Spor Toto’nun kuruluşu sonrası oyundaki para sürekli, katlanarak artacak, bu zenginlikten pay almak isteyenlerin ilgisi de yükselecekti. Çocukların ve gençlerin merakı özellikle düşük gelirli bölgelerde sınıf atlama motivasyonuyla pekişti.

1950’lerin saha dışındaki gündemiyse İstanbul’un nüfusunu 15 yılda üç katına çıkaracak göç dalgası ve Adnan Menderes yönetimindeki Demokrat Parti’nin imar politikalarıydı. Tarlaların imar görüp inşaata hazır hale getirilmesiyle “arsa” kavramı bir daha çıkmamak üzere toplumsal yaşamın ve futbolun merkezine yerleşti.

1950’lerden itibaren yaklaşık elli yıl boyunca arsa ve sokaklar en önde gelen futbol topos’u oldu. Çeşme sokaklarında top oynarken tesadüfen oradan geçen bir Altay yöneticisinin keşfettiği Mustafa Denizli gibi örnekler, sokakların cevher madeni niteliğini yansıtıyordu.

Milli Lig şehir kulüplerini de yükseltti. Anadolu’ya dair veriler çok kıt olsa da üst düzey rekabetteki değişim çarpıcıydı. Ligin haritası giderek genişledi ve bir ara Üç Büyükler harici İstanbul takımı kalmadı.

Öte yandan taşrada başka bir hikaye sürüyordu. Örneğin 1950’lerde köylerde çoğu zaman tek bir futbol topu oluyor, köy öğretmeninin dolabında duruyor, çocuklar onunla oynuyordu. İlçelerde de henüz plastik toplar piyasaya çıkmadığı için sağdan soldan bulunan patlak eski toplar kullanılıyordu.

Sanayi bölgelerinin şehir dışına doğru taşınmasıyla doğan niteliksiz alanlar futbola yeni bir topos verdi. Saha farklı gelir gruplarını, inançları ve etnik kökenleri birleştirmeyi sürdürdü. Örneğin Halimpaşa Korusu’nda gecekondulu gençler ile Robert Kolejliler kozlarını paylaşıyordu.

POLİTİK-APOLİTİK OYUN

1970’ler sokak futbolunu güncelledi. Otomobilin altına kaçan topun taç sayılması, sokaktan araba geçeceği zaman oyunun durdurulması, lastiklerle duvar pası gibi yeni pratikler doğdu. Topos kaynaklı bu nitelikler oyuncuların doğaçlama becerisine katkı yapsa da gerçekte sahanın – sokağın – giderek daraldığı anlamına geliyordu.

12 Eylül darbesinden doğan Turgut Özal’ın liberal kalkınma hamlesi uyarınca teoride devlet ekonomide belirleyici değil yol gösterici olacak, özel teşebbüsler kamunun yerini alacaktı. Pratikte arsalar binalarla doldu ve kentteki boş alanlar “bedelli” hale geldi. 1988’de Fatih’te hizmete giren Dinarsu halı sahası Özalizm’e en uygun tezahürlerden biriydi. Halı sahalar zaman zaman organik futbolun kurtarıcısı gibi görünse de özünde ölüme doğru gidişin habercisiydi.

Siyasi iklimin sertleştiği 1970 ve 80’lerde taraftarda da bir kararsızlık hali görünüyor. Aktif solun bir bölümü futbol tutkusunu mahcubiyetle de olsa sürdürdü. Kimileriyse apolitik olduğu ve halkı uyuttuğu gerekçesiyle dışladı. Bazı taraftar grupları politik kimliğini tribünden halka duyurmaya çalışsa da bu çabalar hemen her zaman sahici tutarlılıktan yoksun kaldı. Sağda radikal dinciler “baldırı çıplaklara” soğuk bakmayı sürdürürken diğerleri yeşil sahanın milliyetçilik için sunduğu verimli araziyi yeniden keşfetti. 1980’lerin sonunda başlayan uluslararası başarılar dönemi de “milli gurur” ve “Avrupa’nın fethi” gibi kavramları futbolun içine işledi.

2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi bu mirasa kondu. Ancak yeni iktidarın boş alan alerjisi çok şiddetliydi. Özal döneminde form tutan “köşe dönücü” anlayış AKP devrinde yıldızlaşarak önüne kattığı her şeyi araçsallaştırdı. Futbol ve arsa mükemmel bir ikiliydi. İktidar bir yandan profesyonel kulüpleri destekledi, kendine maddi-manevi borçlu bıraktı, icabında kendi kulüplerini var etti (Başakşehir, Osmanlıspor); diğer yandan amatör oyunu boğdu.

Stadyum inşası popülizmin icraat simgesi haline geldi. Kamu ihaleleriyle beslenen müteahhitler hem yirmiden fazla stat dikti hem de kulüp yönetimlerini parselledi. Şehir içinde “haddinden fazla” yer kaplayan, tek işlevli, bakım ve koruma gerektiren top sahaları ranta yem oldu. Müteahhit yöneticiler bu kutlu himayeyi bağrına bastı.

YERSİZ YURTSUZ FUTBOL

Bugün organik futbol yersiz yurtsuz. Kentlerde izole ve hareketsiz yaşayan orta ve üst sınıfların çocukları aynı müteahhitlerin inşa ettiği sitelerin çok amaçlı sert zeminlerinde, özel okulların beton avlularında kendini eğlemeye çalışırken yoksullar mahalledeki dar sokaklara sıkıştı. Sahaların bekası zaman zaman mahalleliyle yerel ve merkezi yönetimleri karşı karşıya getirse de bu şikeli maçtan hep yönetenler galip ayrılıyor.

Futbol topos’larının katledilmesinin tek sebebi kâr hırsı değil. Oyun çocukları ve gençleri bir araya getirerek dini, siyasi, etnik ayrımları siliyor. Sahada kim olduğunuza değil ne yaptığınıza bakılır. Koltuğunu korumak için toplumu kutuplaştırmak zorunda olanlar, kimliklerin öne çıkmamasından, farklılıkların etkileşiminden hoşlanmıyor. Üstelik spordan koparılmış çocuk ve gençleri sosyalleşmek için kendinize mecbur bırakarak partinizin ilçe binasına toplayıp örgütleyebiliyor, Kuran kurslarına yollayabiliyor, cemaatlere emanet edebiliyorsunuz. Oyuna gösterilen sahte ilgi de benzer motivasyonlarla ilerliyor.

Bu araçsalcı bakış, işler istediği gibi gitmeyince hemen asabileşiyor. Kamuoyunun vicdanına dokunan bazı olaylar tribünlere taşındığında hemen yasaklar ve kısıtlamalar geliyor. “Hainliğe” meyletmeyenler maddi manevi ödüllendirilip taltif ediliyor.

Çağın ruhu da izolasyona yakışıyor. Televizyonla başlayan “koltuk futbolseverliği” bilgisayar, internet, akıllı telefon ve sosyal medya ile birlikte çağ atladı. Apartman hayatıyla evlerin koridorlarına taşınan futbolun cazibesi çocukları artık sokaklarda değil internette, oyun konsollarında ve bilgisayarlarda buluşturuyor.

HİÇBİR YERDE BULUŞURUZ

Öte yandan endüstriyel futbol kesintisiz işlemek zorunda olan bir fabrika olduğundan sokak futbolunun bitişi kendisini de olumsuz etkiliyor. Çocuklar ve gençler için oyun, profesyonel kulüplerin çoğunlukla halı sahalarda mukim futbol okullarına indirgenmiş durumda. Kendi başlarına güvenle gidip geliverecekleri sahalar tükeniyor.

Sokak futbolunun alametifarikası olan pratik sorun çözme becerilerinin halı sahalarda ne kadar gelişeceği şüpheli. Dahası, günümüz futbolunun teknik ve fiziksel taleplerini karşılamak için binlerce saatlik uygulama şart ve altyapılara erişecek gücü olmayan çocukların bu talepleri karşılaması çok zor. Buna yetersiz beslenme gibi daha temel eşitsizlikler eklendiğinde futbolculuk mesleğinin gidişatı iyi kötü beliriyor: Düşük gelirli hanelerden çıkan çocukların futbolcu olma şansı giderek azalıyor.

Vergi affı ve siyasi destek gibi motivasyonlarla yüzünü devlete dönenler bindikleri dalı kesiyor. Birçok “büyük” kulüp altyapı tesislerini kentlerdeki imar rantına gönüllü olarak kurban verip şehir dışına göçtü. Topos’un devamlılığı kalmadı. Çocuklarımız tuttukları takımın – eğer hâlâ tutarlarsa – hangi semtten olduğunu bilmeyecek.

Esas mesele de bu. Profesyonelliğe dair sorunlar “transfer” adlı mucize ilaçla çözülebilir. Ama oyunu bugüne getiren şey padişahın yasağına rağmen sahaya çıkanların veya onları izlemeye gelenlerin samimi merakı ve sevgisiydi. Top oynayan bin çocuktan biri profesyonel oluyor ve geri kalan 999’unun oynamaktan aldığı keyif yaşam boyu içinde dolaşıyor. Bitmeyen araçsallaştırma hırsı ise gerçek meraklılara sahayı dar ediyor.

Elbette hiçbir ülkedeki hakim zihniyet tek başına siyasi iktidardan veya sağ partilerden ibaret değil. Türkiye’de toplumun büyük bölümü imar rantı fırsatını hiç ıskalamadı. Geniş orta sınıftaki – aslında alt sınıf – her ailenin tarihinde eski tek katlı evin yerine dikilen apartmana, buradan gelecek kazanca ve miras paylaşımına dair uzun bölümler var. Çocuğunun top oynayacak yer bulamadığından şikayet edenler ile tarlasının imara açılması için ter dökenler çoğu zaman aynı insanlar. Bu gerçek, yönetenlerin sorumluluğunu azaltmıyor ancak kurtuluşun nereden başlayabileceğine dair ipucu verebilir.

Futbol her yerde oynanabilen bir oyun. Ama hiçbir yer kalmazsa oynanamaz. Türkiye’yi saran “her şeyin sonuna geldik” hissi güzel oyunu da kaplamış durumda. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu duygudan kurtulmak için ülkenin her şeyle ilişki kurma biçimini yeniden düşünmesi gerektiği ortada. Futbol da buna dahil. Aksi halde elimizde devlet desteğiyle kurtarılmış kulüplerin yıldızlarla dolu kadrolarını izleyecek paramızın olmadığı, çocukların oynayacağı sahaların kalmadığı, içi boş ve hareketten kopuk bir topos kalacak. Yani futbol kalmayacak…

KAYNAKÇA:

İstanbul’da Futbolun Mekansal Tarihi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Salih Demirci

Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak, Mehmet Yüce, İletişim Yayınları

Osmanlı Melekleri, Mehmet Yüce, İletişim Yayınları

Futbol ve Kültürü, Derleyenler: Tanıl Bora, Roman Horak, Wolfgang Reiter, İletişim Yayınları

Kent ve Spor Mekanları Paneli, Konuşmacılar: Ümit Kesim, Mustafa Sönmez, Sena Özfiliz

İstanbul’u Satıyorum (Tiyatro Oyunu), Ferhan Şensoy

Şantiye Sahası: Kentsel Dönüşüm Futbolun Peşinde (Video-Haber), Mekanda Adalet Derneği yapımı

Bir Futbol Belgeseli: Çanlar İstanbul için Çalıyor! (Belgesel), Habertürk

 

Etiketler futbol mekan topos