TİP kongresinden izlenimler: Korkmayanlar her yerde!

Alay komutanları her yerde, başka kılıklarda başka sıfatlarla. Ama korkmayanlar da her yerde… TİP’in yolu açık olsun.

Google Haberlere Abone ol

Yıldız Tar*

Türkiye İşçi Partisi (TİP), İstanbul'daki Haliç Kongre Merkezi'nde 'Müdahale Kongresi'ni gerçekleştirdi. Üç bin kişilik salonun tıklım tıklım dolduğu kongre, tam olarak ilan edilen saatte başlamasıyla daha ilk andan farkını ortaya koydu diyebiliriz. Benim gibi, “Nasılsa en az yarım saat gecikmeli başlar” diyenler 15.15’te salona vardığımızda Parti Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil sahneye çıkıp konuşmasına başlamıştı bile. Salonda yer bulmak imkansıza yakındı ancak neyse ki protokol ayrıcalıklarını kullanarak salona girebildim. Pür dikkat sahneyi takip edenleri yerlerinden kaldırmak ve o sırada hiç de yoldaşça olmayan homurdanmalarını dinlemek suretiyle yerime geçip tam oturduğum sırada Kadıgil, TİP’in 61. yılını kutladı ve salon alkış kıyamet kendinden geçti. Ben de bir an dayanamayıp tekrar ayağa kalksam da yaşadığım senkronizasyon sorunundan olsa gerek ben ayaktayken herkes yine oturuyordu.

Ben geç kaldığım kongreye senkronize olmaya, not defterimi çıkarmaya çalışırken Kadıgil durmuyordu. Seri, akıcı ve yalın bir dille “adıyla, sanıyla sosyalist bir Türkiye” istediklerini tane tane anlatıyordu. Kadıgil’in Meclis kürsüsünden alışık olduğumuz kendine has üslubu ve nefes almaksızın konuşma ritmi salonu diri tutmakla kalmıyor, herkesi ne zaman bir mola verecek de slogan atabileceğiz diye her dediğini dinlemeye sevk ediyordu. İşin mizahı bir yana diye devam etmek isterdim ama TİP Kongresi’nin vücuduma zerk ettiği neşeyle ister istemez muzipleşiyorum. TİP’li arkadaşlar neşemi mazur görsünler, sonuçta altılı ittifakın karanlık masasıyla kararan içimizi aydınlattılar. Bu kadar sululuğu da hoş göreceklerdir.

Kadıgil’in kısa ve öz konuşmasından aklımda kalanların en başında Türk, Kürt, Alevi Sünni, erkek kadın gibi ayrımlara karşı sınıfta birleşme çağrısı. Tek gerçeğin bu ülkenin yüzde 99’u çalışırken geriye kalan yüzde 1’inin yediği olduğunu da tam bunun üzerine eklemesiyle açıkçası yeniliğin sanki tarih hiç akmamışçasına 61 yıl öncesinin söylemi mi olduğu endişesine kapıldım. Ve tabii Kadıgil’in CHP’de olduğu dönemde partinin solundaki siyasetinin TİP’te partinin sağına mı düştüğü de zihnimden geçmedi değil. Ama neyse ki Kadıgil, çok hızlıca “bunca düşmanlık” diyerek indirgemeci bir siyaset endişemi yersiz kıldı.

Kadıgil’in açtığı hattın kongrenin tümüne sirayet ettiğini söylemek abartı olmayacaktır sanırım. O da, TİP’in bundan sonraki dönemde özellikle işçi direnişleri, grevler ve yağma düzeninin derinleştirdiği sınıfsal uçurum meselesini siyasetin tam da merkezine taşıyacağı. Bu yanıyla, uzunca süredir iktidarın maharetli bir sihirbaz edasıyla üstünü örtmeye çalıştığı neoliberal yıkım ve yağmanın üzerindeki görünmez pelerini kaldırabileceklerine inandım. Ve salondan aldığım izlenim de bu yöndeydi. Ancak, “ayrım” olarak ifade edilen çelişkilerin de sınıflı toplum yapısıyla ilişkiye geçen, onu besleyen, ondan beslenen, başlı başına ayrı çelişkiler yığını olduğunu unutmamakta fayda var. Feminizmin, LGBTİ+ hareketinin, Kürt hareketinin, Alevilerin eşitlik mücadelesinin bizlere seneler içerisinde öğrettiği gerçek; ataerki, ikili cinsiyet rejimi, heteroseksizm, sömürgeci rejim, ırkçılık, dincilik gibi ideolojilerin salt ayrımcılık ideolojileri olmadığı. Ayrımcılık; her daim eşitsizlikten beslenir ve o eşitsizliği büyütür. O eşitsizliklerin her birinin yarattığı çelişkiler; kapitalizmin dişlilerini oluşturuyor ve sosyalistlere düşen görev de, o dişlileri bir bir kırmak…

Bir kongredeki açılış konuşması üzerinden bir siyasi partinin tüm hattını eleştirmenin hakkaniyetsiz olduğunu düşündüğümden bu başlığı burada kapatmak istiyorum. Ki, kongrede dağıtılan siyasi raporda bu eleştiriyi boşa düşürecek kapsamlı bir analiz ve TİP’in siyasete müdahalesine dahil sorulara yanıtlar yer alıyor. Umuyorum ki bu rapor ilerleyen günlerde dijital ortamda da erişilebilir olur ve üzerine daha fazla düşünme imkanımız doğar. Şimdilik bu parantezi o rapordan bir paragrafla kapatalım:

“Partimiz, Saray Rejimi için karar anının yaklaştığı dönemde stratejik yaklaşımından yola çıkarak, taktiksel hamlelerini ve siyasi eylemliliğini “hesaplaşma” çizgisi çerçevesinde yeniden üretmiştir. AKP’li yılları ve öncesini kapsayacak bu bütünlüklü hesaplaşma çerçevesi, emekçilerin birbirleriyle yan yana gelmeyeceği düşünülen kesimlerini, Kürtleri ve Alevileri, gençleri ve kadınları ortak bir hedef etrafında birleştiren bir tutkal işlevi de görecektir.”

Kadıgil konuşmasının bir bölümünde Behice Boran’dan alıntıyla bir yandan TİP’in mirasına ve kurulduğu dönemde yarattığı etkiye göz kırparken diğer yandan özellikle kelime tercihleriyle, sosyal medyada “Telefonunu çıkart” diyenlere cevap veren gençlerin üslubuyla yeni nesle ve gençliğin siyaset yapma tarzına da sahip çıktığını gösterdi. Gençlikten gelen ve gençlikle birlikte siyaset yapan Kadıgil’in konuşması partisinin önümüzdeki dönemde özellikle genç işçilerle örgütlenme iradesini de ortaya koyuyor. Ancak gerek Kadıgil’in konuşmasında gerekse diğer konuşmalarda eksik olan kısım, yaşlılık meselesi, TİP’in nasıl yaklaşacağı konusunda henüz fikrimizin olmadığı bir konu, eğer ki ara ara konuşmalarda dalga geçmek için kullanılan “yaşlı dayılar” ifadesini saymazsak. Sosyal medyada da sıklıkla karşılık bulan bu ifadeye bir türlü ısınmamam hiç de sevmediğim “politik doğruculuktan” sanılmasın. Aksine tam da kongreye Emeklilikte Yaşa Takılanlar da katılmışken kaçırılan siyasi fırsata üzülmemden. Oysaki Kadıgil’in çizdiği emek ve kendi deyimiyle “gelir adaletsizliği” temelli siyasal hat açısından emeklilik hakkının, insanca yaşama ve ihtiyaç duyduğunda dinlenebilmenin ne kadar önemli olduğu ve aynı zamanda açabileceği siyasal kapıları söylememe gerek yoktur sanırım. Sanıldığının aksine AKP’ye öfkeliler sadece gençler ya da Z kuşağı veya belli bir yaşın üstündeki solcular değil. Kürdistan gerçeği bize bunu gösteriyor. Kürt hareketini bir gençlik hareketi olmaktan çıkartan en önemli meselelerden birinin, son dönem liberal sosyal bilimlerin kendinden menkul bir yöntemle insanları ayırdığı jenerasyonlar meselesini aşmasında saklı olduğu fikrindeyim. Nesilleri birbirine bağlayacak bir hat, TİP’in örgütlenmesi, kadro ve milletvekili partisi olmaktan çıkarak kitle partisi olmasına faydalı olacaktır.

Kadro partisinden ve dört milletvekili, onların karizması üzerinden yürütülen süreçten kitle partisine geçiş demişken Erkan Baş’ın konuşmasına geçmek gerekiyor. Baş, partisini ve parti kadrolarını çok iyi tanıyan bir star olarak çıktı sahneye. Sahnedeki direnişçi işçilerle tek tek tokalaştıktan sonra hem partisinin kadrolarına hem konuklara hem de genel olarak tüm topluma tek konuşmada mesaj verebildi. Gerçi bunda Kadıgil’e göre çok daha uzun konuşmasının da etkisi olabilir. Bu yönüyle bende Kadıgil ve Baş’ın konuşma metinlerini birbirini tamamlayacak şekilde hazırladıkları yönünde bir intiba yarattı. LGBTİ+’lardan ve eşitlik mücadelesinden bugüne kadar her daim o mücadeleye destek vermiş Kadıgil bahseder diye beklerken Baş’tan duymak da bu hazırlığın bizlere sürprizi oldu. Baş, Kadıgil’in açtığı hattı genişleterek “Yoksul Kürt halkına, doğaya, çevreye, Alevilere, LGBTİ+’lara borçluyuz” dedi. Bu anlayışın önemli ve TİP’i ileri taşıyabilecek bir anlayış olduğu aşikâr. Böylece hem sadece kendi mücadelesini merkezde gören kadro partisi anlayışından sıyrılma çabasını hem de senelerdir toplumsal ve siyasal alanda eşitlik mücadelesi yürütenlerin mücadelesi ile yakınlaşma hamlesini görebildik. Baş, artık sol, sosyalist siyasi parti geleneğine dönüşen direnen kesimleri selamlama ile başlasa da konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, “TİP kimdir” diye soranlara direnenleri işaret etti ve onlara kendilerinin temsilcisi olma sorumluluğunu yükledi. Bu da bana kalırsa Baş’ın içinden geldiği siyasi geleneğin yer yer sekterliğe kayan muhafazakarlığını düşünürsek, sosyalizm mücadelesi açısından olumlu bir dönüşüm.

Hem Kadıgil hem de Baş konuşurken salonu da inceleme imkanım oldu. Sıkılmanın emarelerini göremediğim gibi, pür dikkat dinleyenler çoğunluktaydı. Kadıgil’in özgüveni ve partinin örgütlendiği kesimin ötesine de seslenen tarzı ile Baş’ın parti kitlesinde yarattığı inanç ve irade ile herkese sorumluluk yüklemesi kitle partisine geçişin izleri olarak okunabilir. Ancak, TİP’in siyasette tutacağı hatta dair gerçekçi bir öngörüde bulunmak için çok erken. İşçi direnişleri içerisinden örgütlenmeye gayret eden, işçi direnişlerinin siyaset alanındaki temsiline aday olan bir partinin; senelerdir atıl kalmaktan köhneleşmiş sendikal bürokrasi, sendikalar içerisindeki sol hizipçilik anlayışı, senin grevin benim grevim diye sınıfı bölmekten başka bir işlevi olmayan dar grupçulukları nasıl aşacağını görmeyi açıkçası büyük bir heyecanla bekliyorum. Her ne kadar Baş, “Biz solculara solculuk yapmayacağız” dese de solun yenilgilerinden güçlenen parti ve sendika bürokrasileri bir bataklık gibi köşede bekliyor. Bürokrasi her tökezlemede ipi eline alan bir mekanizma ve önünü önden kesmedikçe derinlerde palazlanmaya devam eden bir mesele.

Bu kadar coşkulu bir kongrenin ardından bu parantezi de burada kapatalım ve kongrenin en coşkulu anlarına gidelim istiyorum beraber. HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Edirne F Tipi Cezaevi'nden gönderdiği mesaj okunmaya başladığında salon en coşkulu haline yükseldi. Daha mesajın kime ait olduğunu sunucular zikretmeden herkes biliyordu sosyal medya sağ olsun ve slogan, alkış, ıslıklardan mesajın tamamını duymayı dahi başaramadık. Yine Erkan Baş konuşmasında “yoksul Kürt halkı” diyerek hemen ardından Selahattin Demirtaş’tan bahsettiğinde aynı coşku yükseldi. HDP listelerinden Meclis’e girdikten sonra Barış Atay’la birlikte TİP’e geçen Baş’ın konuşması bir yandan HDP’nin gösterdiği dayanışmaya iade gibi görülebilir ancak ben meselenin bundan daha kapsamlı olduğu fikrindeyim. Siyasi raporlarının önemli bir bölümünü “Kürtlerin siyasi iradesine açılan savaş” ve HDP’ye açılan kapatma davasına ayıran TİP’in ya Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesini görmezden gelme yanılgısına kapılan ya da bu mücadeleye dair özgün bir söz, eylem ve politika üretmeyen alışkanlıklardan sıyrılmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Henüz fidan aşamasındaki bu yaklaşımın eğrisini doğrusunu coğrafyamızdaki en örgütlü eşitlikçi ve özgürlükçü mücadele dinamiği olan Kürt hareketi değerlendirecektir elbette. Ancak görünen o ki Cumhur ve Millet İttifakı ile iki kutba hapsedilmeye çalışılan siyasetin çarkına senelerdir çomak sokan bağımsız, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü hat olan HDP’nin toplumsal alanda yarattığı dönüşüme benzer bir dönüşümü, devletin HDP’nin önüne sistematik olarak çıkardığı baskı, imha ve inkar politikasından etkilenen ve bu sebeple HDP’nin erişmekte güçlük yaşadığı kesimde yaratmaya aday TİP. Kongrenin bence en etkileyici konuşmasını yapan Farplas direnişçisi ve TİP Gebze İlçe Başkanı Nejla Dolaşık’ın dediği gibi “Büyüyen bu dalganın siyasete akması ve partiyle buluşması gerekiyor”. Bunun nasıl olacağının yanıtını ise Baş’ın konuşmasında tekrar hatırlattığı Kamil Kartal’ın o tarihi konuşması veriyor:

“Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak, öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz. Şimdi bize güç göstereceksiniz ha! Ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!”

Alay komutanları her yerde, başka kılıklarda başka sıfatlarla. Ama korkmayanlar da her yerde… TİP’in yolu açık olsun, Erkan Baş tam “iktidara yürüyoruz” diyerek sahneden inerken saatler süren sigarasızlıktan gelen nikotin kriziyle ayağa kalkıp iktidara değil de sigara içmeye yürüdüğüm ve bu sırada yarattığım dikkat dağınıklığı için de yanımda yöremde oturanlar beni affetsin…

*Gazeteci