Ticari laiklik şeriat ister Medeni Kanun sevmez
Erdoğan’ın politik ihtiyacına binaen kimi zaman “nas var nas” diyerek düşürdüğü, ihtiyaç bittiğinde ya da yeni bir ihtiyaç hasıl olduğunda nassı bi yana bırakıp faizi yüzde kırk beşe çıkardığı durumlar bir de buradan değerlendirilmeli: Ticari laiklik.
TEPAV tarafından birisi 2016, diğeri 2020’de gerçekleştirilen iki kapsamlı anket çalışmasının sonuçlarına ilişkin bir analiz yayınlandı, bu yıl ocak ayında. “Türkiye’de Çoğulculuk Radikalleşmeyle Karşı Karşıya: Çoğunluğu Müslüman Bir Ülkede Din ve Radikal Tutumlar Araştırması" isimli çalışma 2016 ve 2020’de düzenlenen iki kapsamlı ankete dayanıyor. Türkiye nüfusunun çoğunluğunun Müslüman ve Sünni olduğunun belirtildiği raporda, bu oranın 2016’da yüzde 84, 2020’deyse yüzde 87 olduğu belirtiliyor. Analiz özellikle Diken sitesinin ‘Türkiye’de 10 kişiden 8’i laik bir ülkede yaşamak istiyor’ manşetiyle dikkat çekmişti. Zannederim çoğumuz yaşam deneyimlerimizi dikkate alarak bu vurucu başlığın haklılık payını teslim ederiz.
Bu ülkede bir makul çoğunluk vardır ama açık tartışmaya girerek görüşünü ortaya koymak yerine sessizliği tercih eder. Ve yazık ki bu sessizlik siyasi propagandayla rıza üretimini kolaylaştırır. AKP ve Cumhur İttifakı uzun yıllardır bu sessiz rızanın ekmeğini yiyor. Ve yine yazık ki hemen hemen bütün Müslüman ülkelerden insanların laik bir ülkede yaşamak için ölümü göze alarak, insan tacirlerinin eline düştüğü de açık gerçeklerden. Akdeniz ve Ege sularına gömülen göçmenlerin salt yoksulluktan kaçtığını düşünmek yanlış olur. Kaldı ki yoksulluk da ülkelerin laik olmayışı ve hukukun üstünlüğü ilkesine dayanmayan yönetim sistemleriyle doğrudan bağlantılı. Çağdaş yaşam koşullarında ve birey olarak kendi kimliğiyle özgürce, insan haklarını tanıyan laik ülkelerde yaşamak için ölümü göze alan çoğunluğu Müslüman göçmenlerin, gittikleri ülkelere uyum sorunları olsa da laik toplumda yaşamak istedikleri için hayatlarını ortaya koydukları gerçeği gözardı edilemez.
Erdoğan Diyanet Akademisi mezuniyet törenindeki sözleriyle, ‘Türkiye Yüzyılı’ mottosunun ne anlama geldiğini bir kere daha gözler önüne sererken aynı zamanda Şeriat çığırtkanlığının çelişkisini de hatırlatmış oldu. Atatürk’ün “öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözüne mukabil yeni nesli yetiştirme sorumluluğunu Diyanet Akademisi mezunlarına yüklemiş oldu. Türkiye Yüzyılı ile imamlar, şeyhler, müritler ülkesi tasavvur ettiğini gayet net ortaya koydu. Ancak farkında olmadan ortaya koyduğu bir diğer gerçek bence daha önemli. İktidarın din ve şeriat algısındaki çarpıklığı geniş kitlelerin kolayca görmesini mümkün kılacak kadar önemli bir açık verme durumu bu. “Şeriata karşı olmak dine husumettir” sözüyle, geleneksel din yorumlarında bile isteye çarpıtılarak “şeriat eşittir din” anlayışına katıldığını gösterdi. Oysa bu anlayış İslam’ı tahrif anlamına gelecek kadar önemli temel yanılgılardan birisi. Kur’an’a göre şeriat Allah’ındır. Yani tek kural koyucu Allah idi Kur’an’da. Peygamberin ölümünden yüz yıl sonra kimi din yorumcularının sözleriyle Peygamber de şâri yani kural koyucu ilan edildi. Zamanla bu da yetersiz görüldü ve bundan yüz, yüz elli yıl sonra fıkıh ehli de kendi kendisini şâri yeni kural koyucu ilan ediverdi. Yani Erdoğan yanılıyor. Hususi anlamıyla şeriat bugün artık Allah kullarının koyduğu kurallar bütününü de içeren insan yorumlarından çıkmış kurallar bütünüdür. Tabii ki fıkıh ehlinin kurnazlığıyla üç, dört yüz yıllık bir süre içinde şeriat kavramının anlamı genişletilerek kullanılır hale getirildi. İmandan ibadete, günlük dini pratiklerden din kültürüne kadar uzanan genelleşmiş bir din algısı yaratıldı. Bin yıllık bir gelenekte böyle anlaşılıyor olmasına rağmen tarih boyunca ve bugün artarak süren eleştirilerle bu fıkıh ehlinin kural koyuculuk iddiasına karşı çıkanlar hep oldu. Konunun bu kısmını uzatmam belki biraz gereksiz oldu ama bundan sonraki sözlerimi anlaşılır kılmaya çalışıyorum. Buradan başlığa çektiğim ve daha önce kullanıldığından haberim olmayıp naçizane kendi uydurduğum ticari laiklik kavramına yol açmak mümkün olacak sanırım.
İslam’da gerçek ve tek şâri Allah, bizlere Kur’an’da bazı prensipler öğütler. Ticari alanda ölçü ve tartıya sadakat, hileli maldan kaçınma, fiyatta fuhşiyattan (aşırıya gitme) uzak durma, biriktirme hastalığından (kapitalizm) korunmak gibi temel ilkeler sunar bize. Bunların yanı sıra yöneticileri bu ilkelerin uygulanmasıyla sorumlu tutar. Aynı zamanda mal, can ve kişilik haklarının dokunulmazlığı (mukaddes) yer alır dinde. Kimsenin malının elinden alınmaması, kimsenin yurdundan sürülüp çıkarılmaması, yol ve gıda güvenliğinin sağlanması gibi yükümlülükler de farklı ayetlerle inananlara prensipler olarak sunulmuş, bazı kıssalarda övülen ve yerilen ifadelerle ortaya konmuştur. Peki Erdoğan yönetiminde bunların hangisi uygulandı. Allah’ın koyduğu din kuralları bunlar. Yani derdi şeriat olan bugünün ÖTV, KDV oranlarındaki aşırılık ve haksızlıkla dolaylı vergide fuhşiyyat sistemi kurmazdı. Örnekler arttırılabilir ama asıl konumuza dönelim. Allah’ın koyduğu kurallarda bugünün insan hakları anlayışıyla yönetilmeye aykırı, ters düşen prensipler görmüyorum. Ancak fıkıh ehli bin yılı aşkın süredir Müslaman ülkelerin yöneticilerinin emrinde ve onların isteği doğrultusunda Allah’ın koyduğu prensipleri görünmez kılacak hükümler icat etti. Bugün de fıkıh ehlinin ticaret alanında yöneticilere açtığı dört şeritli yoldan hızla kapitalizme geçmiş halde dindarlar ve dindarlık iddiasındaki yöneticiler. Evrensel hukuku ve hukukun üstünlüğünü de tanımadıkları için vahşi kapitalizm döneminden çok daha yıkıcı, insanı ve kuralları çiğnemekten sakınmayan bir dini anlayışa sahipler. Dini ticarete bulaştırmayan bir nevi laiklik bu. Allah’ın koyduğu temel prensipleri hocaların kaldırması ya da yöneticilerin hocalardan istekleri doğrultusunda fetva almak için yaptığı baskılarla geldiğimiz yer burası. Muhteşem şekilde laik ekonomik anlayışa sahipler. İslam geleneğine uygun olarak din işleri ile ticaret işlerini asla birbirine karıştırmayan bir yönetim anlayışına sahip iktidar. Faize minicik değinmeden bu kısmı bitirmek olmaz. Kur’an’da yasaklanan ‘riba’ bildiğimiz anlamda faiz değil. Tefecilik yasaklanmıştır. Üstelik riba yasağı, tefeciliğin yöneten ve güçlü sınıflar tarafından zayıf toplamsal kesimlere yönelik keyfi faiz arttırımlarıyla birlikte borcunu ödeyemeyen kişinin aile bireylerini köleleştirmesini de içeren bir kavramdır ve yasaklanmıştır. Yani Erdoğan’ın politik ihtiyacına binaen kimi zaman “nas var nas” diyerek düşürdüğü, ihtiyaç bittiğinde ya da yeni bir ihtiyaç hasıl olduğunda nassı bi yana bırakıp faizi yüzde kırk beşe çıkardığı durumlar bir de buradan değerlendirilmeli: Ticari laiklik. Akçeli işler hassas meseleler, ona din bulaştırılmaz kafası çok yaygın Müslüman toplumlarda, hayli geriye de uzanır. Geleneksel İslam kavramı her geçtiğinde bu özelliklerin de kastedildiğini bilmek gerek. Ve şeriat kavramının bunları da içerdiğini, hatta biraz aşırıya gitmek olacak belki ama ticari, askeri ve siyasi çıkarlara ters düşen din kurallarını yok sayma ustalığı olarak da görebiliriz.
Şeriata bu övgülerin emirlerindeki din görevlileri tarafından istedikleri düzenlemelere dini onay veriliyor olmasından kaynaklandığını anladıktan sonra toplum düzeni olan Medeni Kanun hakkında konuşabiliriz. Eşit ve özgür yurttaşlar olarak cinsiyet eşitliği dahil her alanda imtiyazsız toplum düzeni, tahmin edileceği üzere bu anlayışa hayat hakkı tanımaz. Hukukun üstünlüğüne dayalı laik sistem eşitlikçi olduğu için fıkıh ehlinin imtiyazlarını sonlandırır. Ve eğitim ile insan hakları başta olmak üzere laik sistem düşünce, inanç ve ifade özgürlüğüne alan açtığı için iktidarları sarsılır. Cumhuriyet tarihi boyunca laiklik karşıtı söylemle toplumu nesilden nesile travmatize etme politikası, fıkıh ehli ve sair dini otoritelerin iktidarlarını korumak için başvurdukları bilinçli bir yöntem oldu.
Bu çerçevede Medeni kanun sosyal düzeni laik hukuk ile şekillendirdiği gibi ev içi düzeni de kadın haklarını ve çocuk haklarını aile ilişkilerinde de geçerli kıldığı için özel alandaki sultanlıklarına da son verdi. Kamusal alanda ve özel alanda iktidar yitimi bu kesim için yıkıcıydı. Cumhur ittifakının desteğiyle AKP iktidarı ve özel olarak Erdoğan, eşit ve özgür bireylerin inanç ve ifade özgürlüğüyle eleştirel bakışına, sorgulamasına tahammül edemez, edemiyor. Sadece seküler kesimin değil aynı zamanda belki daha etkili bir şekilde dindar kesimin sesini kısmak ve düşünce dünyasına egemen olmak için bir yandan Medeni Kanunu ve özellikle aile hukukunu bozmak, dini hükümlerle laik hukuku yamalı bohçaya dönüştürerek toplumsal karmaşayı arttırmak istiyor. Diğer yandan eğitim sistemini laik kurallardan arındırıp, öğretmen yerine imama teslim ederek nesillerin zihin dünyasını itaat, biat, teslimiyet anlayışlarıyla zihin kontrolünü sağlamak niyetinde.
Fakat bu ülkede laiklik aşısı tuttu diyebiliriz. Kolay değil kökten değiştirebilmesi. Ama yazık ki farkında olduğu bu zorluk Erdoğan’ı gücü yettiği oranda sosyal mühendislik denemelerinden uzak tutmuyor. Her yıl, her iktidar döneminde bir doz daha arttırarak sürdürdüğü toplum ve devlet düzenini dinîleştirme politikası bugün kadınların, çocukların ve LGBTİ+ların hayatlarını tehdit eder hale gelmiş bulunuyor.
Benzer şeklide bu politikanın yol açtığı istenmeyen durumlardan birisi de Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın namaz kılarken seccade üzerinde öldürülmesi oldu. Din anlayışında kadın konularına bakışını, cumhuriyet ve laiklik ile Atatürk karşıtı sözlerine hiç katılmasak da inancını iktidarın hoşlanmadığı biçimde samimi olarak yaşadığı anlaşılan, din otoritelerini eleştiren bir kişinin öldürülmesine yol açan şu politik ortama itiraz etmek gerekiyor. Laiklik zayıflatıldığı ölçüde dini baskılar artmakta, zorbalık prim yapmakta maalesef.
Bu ortama geçit vermeyecek geniş bir toplumsal kesimin artık sesini yükseltmesini beklemek çok şey istemek olmaz ama etki yapar mı bilinmez. Yine de EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu olarak 5 Şubat Pazartesi günü yapacağımız Medeni Yasa konulu Basın toplantısını duyurmak isterim. "Medeni Yasa medeni yaşamın anayasası, dokunamazsınız." Laik hukuku ve Medeni Kanun ile kurulan toplum ve devlet düzenini, hukukun üstünlüğünü savunanları, toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraf olan herkesi 5 Şubat Pazartesi günü saat 12,00’de Mülkiyeliler Birliği salonunda görmek isteriz.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
Soyadı eşitliği yerine yeni ayrımcılık katmanı getiremezsiniz 27 Eylül 2024
Narin’i saygıyla uğurlayamadık bari hakkını layıkıyla arayalım 20 Eylül 2024
İktidar teğmenleri tehdit ile özgüven kazanamaz 13 Eylül 2024
İstanbul Sözleşmesi’nden BRICS’e: Eksen meselesi 06 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI