The Social Dilemma: Yeni ekonominin yeni bankacıları olarak sosyal medya şirketleri

Jeff Orlowski imzalı "The Social Dilemma" belgeseli Netflix'te yayınlandı. Belgesel film, sosyal ağların bireyler üzerindeki olumsuz etkilerini, pek çok olumsuz etkinin üreticisi olmuş, sosyal ağ platformlarında çalışmış “uzmanların” eşliğinde sunarak, sosyal medyanın bireylerin yaşamlarını nasıl ele geçirdiğini, Silikon Vadisi’nin arka bahçesinde nelerin döndüğünü ele alıyor.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Özkan Yıldırım

Sosyal medyanın seçim çalışmalarından seçimlerin sonucuna, boşanmalardan evliliğe, üretimden tüketime değin pek çok noktada hayat pratiklerimizi etkilediği/şekillendirdiği artık tartışma götürmez bir gerçek. Fakat gerçek bununla sınırlı değil. Pek çok boyutu mevcut sosyal medya mefhumunun. Bunları tartışmaya Netflix’in son dönem belgesellerinden biri olan "The Social Dilemma" (Sosyal İkilem) üzerinden tartışmayı deneyeceğiz bu yazıda. Sosyal bilimlerde epeydir tartışılan ancak Türkiye’de üzerinde pek durulmayan dikkat ekonomisi (attention economy) kavramıyla meseleyi ele alarak, daha çok dikkatin nasıl sermayeye dönüştüğünü tartışacağız.

Belgesel film, sosyal ağların bireyler üzerindeki olumsuz etkilerini, pek çok olumsuz etkinin üreticisi olmuş, sosyal ağ platformlarında çalışmış “uzmanların” eşliğinde sunarak, sosyal medyanın bireylerin yaşamlarını nasıl ele geçirdiğini, Silikon Vadisi’nin arka bahçesinde nelerin döndüğünü ele alıyor. Sosyal ağ şirketlerinde üst düzeyde çalışmış olan bu uzmanlar -bir gün nasıl olmuşsa bir bilinç yarılması gerçekleşmiş!- “etik meseleler”den dolayı işten ayrıldıklarını dile getiriyor. Fakat bu alanındaki “uzmanların” etik meselesini dert edinip işten ayrılmalarını bir sermayeye dönüştürdüğü de bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda. Bunu akılda tutarak başlamak faydalı olacaktır zira dikkati bir sermaye haline getiren sosyal medya şirketleri gibi –ki yaratıcıları bu uzmanlar- işten ayrılanlar da bu vurguyu bir sermaye haline getirmekteler.

İyi de peki dikkatten bahsettiğimizde tam tamına neyden bahsetmekteyiz, bahsettiğimiz şey neye tekabül etmekte? İnsana dair olandan yola çıkalım. İnsan zihni sınırsız bir veri işleme kapasitesine sahip olsa da bu, işlenen her verinin bir şeye tekabül ettiği anlamına gelmiyor. İnsanın fiziksel olarak sınırlı hareket kabiliyeti söz konusu ve bu, gözlerini aynı anda bir yere çevirebilmesine, bir yöne hareket edebilmesine olanak sağlıyor. Böylece sınırlı bir şeylerden bahsetmiş oluyoruz. Dikkat çekilmek istenen şeyler ise iletişim teknolojilerinin hayatımıza eşlik etmesiyle sınırsız bir noktaya varmış, pek çok engeli de ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla bir değeri var dikkatin ve sınırlı-sınırsız ikilemi bizi bir ekonomiye göndermekte.

Bu alanda epeyce tartışılan konu var. İktisattan edebiyata, iletişimden gündelik hayata kadar yeni olmayan bir tartışma söz konusu. Fakat dikkat ekonomisi ile esasen dikkatin kıtlığı ve enformasyonun bolluğu, enformasyonun yarattığı tahribat, değişim, dönüşüm üzerinde durulmakta(1). Nitekim "The Social Dilemma"da gördüğümüz, duyduğumuz ve yabancı olmadığımız durum bu. Bu alanda yapılan çalışmalarda özellikle enformasyon zengini ekonomilerde bireylerin doğru enformasyonu seçmekte ve yararlı bir biçimde kullanmakta yetersiz kaldığı görülüyor. Ya da şöyle ifade edelim: Enformasyonun bolluğu dikkat fakirliği yaratmakta, yoksunluğa ve yoksulluğa karşılık gelmekte. Dolayısıyla dikkat ekonomisi üzerine yazanlar da bundan hareketle, dikkatin bugün en kıt kaynaklardan biri olduğunu dile getiriyor. Çalışmalarında enformasyon, gayri maddi emek süreçleri ve sermaye ilişkisi üzerinde duran Terranova’nın da belirttiği gibi, bunda enformasyonun meta değeri kazanmasının önemli bir etkisi var(2). Enformasyonun gelişimi ve genişleme alanı bulması, uzunca bir süre teknolojiyle daha fazla enformasyonun bireylere nasıl ulaştırılabileceği sorusunu önemli kılsa da sonraları bu istek bambaşka noktalara evrilmiştir. Enformasyon bolluğunun yarattığı dikkat eksikliği nedeniyle, dikkat yönetilmesi gereken bir kaynağa dönüşmüştür. Bunun içinse artan oranda enformasyon yerine, doğru zamanda doğru enformasyon gibi bir slogan doğmuştur. Goldhaber, dikkat ekonomisinin internetin baskın ekonomisi olduğunu ve tüm topluma yayıldığını öne sürerken, bu ekonominin temel motivasyonunun sadece maddi mallara yönelik bir artış arzusunu değil, nadir bir meta olan insan dikkatinin artışını temel aldığını belirtmekte(3). Nitekim bu alanda dikkati sermaye için artı değer yaratmanın bir yöntemi olarak kullanan şirketlere baktığımızda küresel ölçekte en geniş dolaşım ağına ulaşan şirketleri görürüz(4). Dolayısıyla dikkat sadece bir meta değil, sermaye üreten, sermayenin bir hareketle karşılık bulduğu, metaları dolaşım ağına soktuğu bir şeydir de. Dikkatin meta haline gelmesi, hatta kıt bulunan bir kaynak işlevi görmesi onu sermayenin gözünde bulunmaz bir nimete dönüştürmüş durumda. Sürekli bir şekilde kıt olanı tavlamak, kıt olana yönelik çalışmak ve ondan bir gelir elde etmek için yepyeni araçlarla her gün bireylerin davranışları üzerinde çalışan bu şirketlerin çıkış iddiası hâkim söyleme göre çok iyimser olsa da mesele hiç de iyimser bir yerden bakabileceğimiz gibi durmuyor. Gözün ve kulağın alanına giren her şey sermaye birikim sürecine dâhil ediliyor.

"The Social Dilemma" belgeselinde, Facebook’un eski yatırımcılarından Roger McNamee, “Bundan bir on yıl önce bu şirketler yazılımları satarken, bugün kullanıcıların dikkatini satmaktadırlar” diyerek meseleye bir başlangıç çizgisi çekiyor. Diyelim öyle olsun. Çok değil on yıl önce başlasın bu süreç. Biz şimdilik, bu şirketlerin dikkati nasıl sermaye haline getirdiğine bakalım. İş modellerine baktığımızda ortak bir şeyler görmemiz kolaylaşır. Şirketler kullanıcıların neye en çok süreyle baktığını, hangi görüntüyü dikkat dışı bıraktığını, en çok ne tür içerikleri beğendiğini, neye yorum yaptığını izlemekte ve kaydetmektedirler. Daha sonra kullandıkları algoritmalar aracılığıyla neyi sevebileceği, neyi sevemeyeceği hesaplanır ve hedefli reklamcılık doğrultusunda kullanılır. Algoritmalar özellikle üç ana iş hedefini optimize etmek için kullanıcıya ne gösterileceğini hesaplar: Platformda kalmayı artırmak için katılımı en üst düzeye çıkarmak, mümkün olduğunca çok insanı platforma dâhil etmek, reklam satışını arttırmak. Dolayısıyla internet aramaları ve platformdaki hareketler doğrultusunda reklam verenlere dikkatimiz satılmış oluyor ve şirket bunun için reklam verenlerden belirli ücretler alıyor. Kullanıcıların platformlarda harcadıkları zaman bir gelir kaynağı olarak şirketlerin eline geçiyor. Yeni ekonominin yeni bankacıları böylece bu şirketler olmuş oluyor. 

Her kullanıcıya yönelik güvenilir tahmin modelleri yaratmak için, eldeki veriler sürekli olarak kaydediliyor, izleniyor. Bu yönüyle bir özelleştirme alanı sunuyor gibi dursa da, tehlikeli bir durum bu. Bizi bir “filtre balonunun” içerisine hapsederek, sürekli görüşlerimiz doğrultusunda içerikle karşı karşıya bırakıyor. Farklılıkları yok eden, ayrışmaları, ayrılıkları pekiştiren bu süreç sürekli bize kendi yankımızı ulaştırıyor. Bir ötekine seslendiğimizde sürekli kendi sesimizi duyar hale geliyoruz. Bunun en açık örneklerini Brexit ve Cambridge Analytica örneklerinde görmek mümkün.

Peki, belgeselin yayımlandığı mecra tüm bu süreçlerden münezzeh mi? Buraya kadar belgeselin gösterdiklerini teorik zemine çekerek açıklamaya çalışmış olsak da belgesele döndüğümüzde, aktarılan şeyin mecrasının aktarılan meseleyle çeliştiği görülmekte. "The Social Dilemma", veri madenciliği ve manipülatif teknolojinin sosyal yaşamlarımıza ve ötesine sızması konusunda bize bir alarm sunmada elbette oldukça etkili fakat yönetmenin filminin kendisi incelediği fenomenden korunmuş değil. Zira film dikkati başka bir şekilde algoritmalar aracılığıyla kullanarak artı değer üreten Netflix’te yayına giriyor. Yani problemli ve tehlikeli olarak görünen platformların başka bir versiyonu olan ve beğenilerimizi şekillendiren bir platform olarak Netflix’te yayınlanıyor. Kötülüğün bir hata değil, bir özellik olduğunu dile getiren filmde böyle bir dağıtım yönteminin seçilmiş olması bir çelişki barındırsa da bu kapitalist üretim ve tüketim mantığına pek de aykırı değil elbette. Öte yandan eski şirket çalışanlarının bunu dile getirmek için neden on yıllarca çalıştıklarını anlamak güç. Rüzgâr tersine döndüğünde, platformların yarattığı tahribat konuşulduğunda bu sesleri işitmemizi de öyle. Bu seslere tereddütle yaklaşmak bir zorunluluk oluyor böylece. Belgeselle ilgili bir yazıda Farell, bu "kaybolmuştum ama şimdi bulundum, lütfen TED konuşmama gelin" hesapları genellikle gerçek yolculuğun çoğunu özlüyor, demekte(5). Kısa bir aramayla tanıkların neler yaptıklarına bakarsak, tehlike alarmını çalarak hayatlarını sürdürdüklerini, etkinlikten etkinliğe koştuklarını kolayca görürüz. Pinterest’in eski genel müdürü ve Facebook’ta beş yıl boyunca para kazanma direktörü olarak çalışan Tim Kendall “Bu yararlı platformlar sayesinde dünya çapında anlamlı, sistemsel değişimler de yaşandı. Madalyonun öteki yüzü konusunda saftık bence” diyor. Kendall, eski durumunu “saflık” gibi kelimelerle geçiştirmiş olsa da genellikle edimlerini ahlaki zemine çekmeye çalışıyor eski çalışanlar. Böylece affı kolaylaştıran, bir birliktelik yaratmaya çalışan söylemin tohumları ekiliyor. Farell’ın dediği gibi “TED konuşmama gelin” ifadesinin bir zeminini oluşturuyor bu durum. Bütün bu seslere tereddütle yaklaşarak belgeseli izlemek, sosyal medya şirketlerinin iş modellerini öğrenmek bize bir şeyler sunuyor elbette. Ama her şeyden önce, her şey bu kadar alenileşmişken, aleniyken bu şirketlerin iş modellerini doğru kullanması, bireyi koruyacak şekilde kullanıma sokulması için ciddi hukuki düzenlemelere ihtiyacımız var. Yoksa bu “vampir” gibi gözünü her şeye diken şirketlerin uzun vadede bireysel ve toplumsal olarak yarattığı tahribat telafi edilemez durumlara yol açabilir.

Dipnotlar

  1. Şüküran, M. Ö. “Dikkat Ekonomisi ve Edebi Üretim” Varlık edebiyat ve kültür dergisi, 1352. 2020. s.19
  2. Terranova, T. “Attention, economy and the brain.” Culture Machine, 13. 2012. s.2
  3. Goldhaber, M. The value of openness in an attention economy. First Monday, 11(6). 2006.
  4. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde Apple, IBM, Microsoft, Samsung, Oracle, Cisco, Intel gibi şirketler, telekomünikasyon sektöründe NTT, Vodafone, Verizon, Chine Mobile, Deutsche Telecom; internet sektöründe Google, Yahoo, AOL; sosyal paylaşım siteleri olarak Facebook, Twitter, Instagram, Swarm gibi şirketler bu küresel akışta enformasyonu ve dikkati sermaye haline getiren şirketler olarak sıralanabilir.
  5. Farrell, M. (2020). The Prodigal Techbro. https://conversationalist.org/2020/03/05/the-prodigal-techbro/